‘Muhacir kardeşlerimiz’den ‘tuttuğumuzu gönderiyoruz’a!
Tarih 15 Temmuz 2016; Büyükşehir Belediyesinin İstanbul’da yol tabelalarında Arapça uygulamasına geçtiği haberleriyle uyandı şehir. Fatih-Zeytinburnu hattında başlamıştı pilot uygulama...
Tarih 3 Temmuz 2019; İstanbul Valiliği, İçişleri Bakanlığının talimatıyla işyerlerindeki Arapça tabelaların Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başlandığını duyurdu. Denetimlerin başlama tarihi, 15 Haziran 2019 olarak açıklandı. Pilot uygulama için seçilen bölge ise yine Fatih ile Zeytinburnu...
Ve geliyoruz 22 Temmuz 2019 tarihine. Karar’ın dünkü manşetiydi, İstanbul başta olmak üzere Türkiye genelinde Suriyeli mültecilere yönelik ‘huzur operasyonları’ başlatıldı. Sadece son üç günde 400 Suriyeli, bir suçtan aranmadıkları halde polis kontrolüne kimliksiz yakalandıkları ya da kayıtlı bulundukları şehrin dışına çıktıkları için gözaltına alındı ve apar topar sınır dışı edildi. En az 5 bin mülteci de geri gönderme merkezlerinde sırasını bekliyor...
Üç yılda nereden nereye; Arapça yön tabelalarından Arapça’yı işyeri tabelalarından bile sökmeye uzanan radikal bir politika değişikliği. Tabela sökmekle, Arapça yazıları kaldırtmakla da kalmadı, Suriyeliler ‘huzur operasyonları’yla ilk tedbirsizliklerinde kapıya konuyor.
Suriyeli mültecilerle uzun süre birlikte yaşayacağımızın kabulü ve misafirperverliğimizin nişanesi olarak trafik levhaları Arapça’yla donatılırken toplum hazırlanmamıştı. Tepki ve tartışmalar da umursanmadı. Sosyal rahatsızlık ve huzursuzluk emareleri belirdiğinde, nedenlerini ortadan kaldıracak çözüm formülleri geliştirilmedi. Onun yerine, ‘Muhacir kardeşlerimize Ensar gibi davranmanın dini ve insani sorumluluğumuz olduğu’ hatırlatmalarıyla yetinildi. Düzenleme, denetim altında tutma, doğabilecek sorunları önden görüp sürdürülebilir kurallara bağlama talep ve uyarılarına kınama vaazlarıyla, ayıplayan nasihatlarla karşılık verildi.
Dün Karar’da okudunuz, şimdi de neye uğradığını şaşıran mülteci sözcüleri ‘bari önden bir hazırlık aşaması belirleseydiniz, baskın şeklinde olmasaydı, konuşarak yapsaydınız, mültecilere toplanmaları için bir süre verseydiniz’ diye can havliyle çırpınıyor.
Yani ne dünkü politika kapsamlı bir planlamaya dayanıyordu, ne de şimdiki bir planlama dahilinde yürütülüyor.
Suriyelilerin varlığı seçimlerde siyasi maliyet üretince, panikle ters yöne savrulmaktan başka açıklaması yok bu sertleşmenin.
Eldeki tek enstrüman çekiç olunca, sorunlar yine çivi muamelesiyle hallediliyor.
Varsa yoksa polisiye tedbirler... Çok mu oluyor, indir kafasına...
Adını ‘çekiç operasyonu’ değil de ‘huzur operasyonu’ koymakla değişiyor sanki mahiyeti. Bir master planla hareket ediliyormuş havasına bürünüyor o anda, öyle mi!
Telaşe nazırlarına havale edilmeyecek, kuru hamaset nutuklarıyla üstesinden gelinmeyecek, illa kapıya dayanması beklenmeyecek sorunlar da var. Baştan öngörülüp ancak taraflarla konuşarak, toplumu hazırlayarak üstüne gidilecek sorunlar...
Yüzü astarından pahalıya gelen zevahiri kurtarma gayretlerine ödediğimiz bedele bakınca, yöntem dersini çoktan geçmiş olmamız gerekmiyor muydu?