MEB’in itibar yönetimi Tarkan’ınkinden farksız
Rehberlik öğretmenleri için 2017'de bir kitap hazırlanmış. Şiddet ve istismar mağduru coçuklara, yaşadıkları travmayı atlatabilmeleri için nasıl psikolojik destek verilebileceğini anlatıyor. Resimli örneklerle...
İşte bu hizmet içi kitapta, iyi örnek gösterilen kadınların başı kapalı, çocuğa kötü davranan örneklerinse başı açık resmedildiği iddia edilmişti. Buna dair görseller de tepki çekmişti.
Çocuklara ayrımcı önyargılar aşılandığı eleştirilerine MEB'den bir yalanlama geldi.
Deniyor ki "Haberin manşet bölümünde iddia edildiği gibi kitap öğrencilere yönelik değil, rehberlik öğretmenlerinin mesleki gelişimine kaynak olarak sunulmuştur. Söz konusu haberde, kitapta yer alan 150'nin üzerindeki görsel içerisinden yalnızca 4 görsel bir araya getirilerek bütünü yansıtmayan maksatlı bir algı oluşturulmak istendiği görülmektedir."
Ne anlarsınız?
Bir; kitabı ögrencilerin görmediğini, hizmet içi eğitim amacıyla öğretmenelere yönelik olduğunu. Dolayısıyla öğrencileri etkilemediğini...
Bir de bütün görsellerde, yanlışı ve olumsuzu temsilin başı açıklara yakıştırıldığının asılsız ve çarpıtma olduğunu...
Fakat son cümleyi bitirdiğinizde, bu ikinci yalanlamadan MEB'in de pek emin olmadığı gerçeğiyle karşılaşıyorsunuz.
Açıklama, kitap içeriğinde iddia edildiği gibi bir algının oluşup oluşmadığının araştırılması için ön değerlendirme ve inceleme çalışmalarının başlatıldığı bildirilmesin mi!
Yani iddia pekala haklı da çıkabilir, MEB de gerçeği henüz tam olarak bilmiyor.
Kitabı hızlıca karıştırıp görsellere göz attıktan sonra tekzip yazmaya vakit bulamadılar demek. Önce ateş ettiler, nişanı sonra alacaklar.
O kadarını Tarkan da yapabiliyor aslına bakarsanız.
Gizlemediği İmamoğlu hayranlığının, daha önce İBB'ye 5 kez başvurup imar izni alamadığı bir arsadan kaynaklandığı öne sürülmüş...Tarkan da Twitter hesabından, 'çıkara dayalı ilan-ı aşk' suçlamasını şöyle yalanlamıştı:
“Son günlerde hakkımda yapılan haksız ithamlar beni son derece üzmüştür. Söz konusu arsa ile ilgili kimseden bir rant beklentim ya da ayrıcalık istemim olmamıştır, olmaz da..."
Devamında, 13 yılı aşkın süredir her vatandaş gibi hukuksal haklarını kullanarak başvurularını yaptığını ve mağduriyetinin giderilmesi için bu doğrultuda ilerlediğini söylüyordu.
Kendisiyle ilgili olumsuz algı yaratmaya çalışanların daha duyarlı olmalarını ve aslı olmayan bilgilerle kamuoyunu etkilemeye çalışmamalarını da rica ediyordu.
Açıklama nasıl mı bitiyordu? Buyurun son cümlesine:
"Konuyla ilgili detaylı teknik bilgi ve hukuki açıklama hukuk danışmanlarım tarafından kamuoyu ile ayrıca paylaşılacaktır.”
Niye hukukçulara havale, niye zamana yayma, niye yokuşa sürme, o kadar çetrefilli mi yahu?
İBB'den istediği şeyin neden ayrımcılık ve kayırma değil de hakkı olduğunu, geçmişte ne suretle mağdur edildiğini birer cümleyle yazsa konu çoktan kapanmıştı.
Lafı boşa uzatmaktansa esasa giren iki cümle kurması, daha tesirli ve inandırıcı olmaz mıydı?
13 yıldır hangi hakkını aradığını avukatına danışmadan açıklayamıyor, avukatları da bir açıklama bulmak için toplantı üstüne toplantıyla kafa patlatıp günlerce çalışma gereği mi duyuyor?
İmamoğlu'na sempatisinin, övgü dolu sözlerle yaptığı tezahüratın arsa talebiyle alakası olmadığını izah, o kadar karmaşık bir süreç mi?
Al Tarkan'ın itibar yönetimini, vur MEB'inkine!
Asıl mağdur Vakıflar’mış meğer
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Bilim Sanat Vakfı yönetimini ‘teslim alması’yla ilgili ikinci bir savunma yaptı.
BİSAV ve Şehir Üniversitesi yönetiminin, ‘gösterilen tüm müsamahaya ve verilen zamana rağmen, düştükleri ödeme güçlüğünü aşmak için finansman bulma ve borç batağından kurtulma konusunda, ortaya inandırıcı ve gerçekçi bir plan koyamadıkları’ndan dem vuruyor.
Sonra da şuraya bağlıyor:
“Yanlış tutumları ve tasarruflarıyla hem üniversiteyi, hem vakfı çöküş noktasına getirenlerin, tarihimizde değerli bir yeri olan vakıf kavramını zedeleyenlerin, tevazu içinde özeleştiri yapmak yerine, sürekli olarak görevini yerine getiren kurumları suçlayıcı ifadelerle ortaya çıkmalarının takdirini milletimize bırakıyoruz.”
Kısacası, ‘suçlayacaksanız bizi değil BİSAV’ı suçlayın’ diyor.
Doğa Koleji’nin borcu, Şehir Üniversitesi’nin üç katıydı. Hangi talimat ve yardımlarla bankaların seferber edildiğini, borçlarının nasıl bir operasyonla yapılandırıldığını dün birinci ağızdan naklettim size. Doğa’yı devralan İTÜ yetkilisi Serhat Özeren, ‘kurtarma değil operasyon’ dediği heyecan verici trafiğin nasıl döndüğünü Hürriyet’e anlatmıştı.
Vakıflar’ın savunmasını dikkatlice taradım, altına üstüne baktım. Ama bir ticari şirkete gösterilen ‘müsamaha’nın üçte birinin bile BİSAV gibi göz bebeği bir vakıftan neden esirgendiğine dair bir bilgi kırıntısına rastlayamadım.
Şehir’e gelince; teminatları yok sayıldı, hesapları bloke edildi, bankalarda kolaylık değil zorluklar çıkarıldı, ödeme güçlüğüne sürüklendi ve hami üniversiteye devri sağlandı. Takiben de süreç, BİSAV’e el konma gerekçesi yapıldı.
Amaç bağcıyı dövmek değil de üzüm yemek olunca sürecin nasıl geliştiğini, Doğa örneğinde gördük oysa.
El koymanın suçunu el konana atıyor Vakıflar. Tepkilere, BİSAV hedef gösteriliyor.
BİSAV’cılara da tek seçenek kalıyor; ‘bu belayı başımıza sen açtın’ diye Davutoğlu’nun üstüne kışkırmak.
Fakat ters tepti...
Baskı kurup geri adım attırsınlar diye, korkutularak Davutoğlu’nun üstüne sürülmek istenen camia STK’ları, iktidara yükleniyor.
‘Yanlış tutum ve taaarruflarla’ buna sebep olmaktan dolayı kimse Davutoğlu’nu suçlamıyor. Özeleştiri adına ‘ben ettim sen etme’ yakarışlarıyla af dilemeye çağırmıyor.
‘Senin ayrı parti inadın yüzünden başa bak neler geldi, çizmeyi aştın, basiretin bağlandı, 40 yıllık emekler heba oldu’ diyen yok.
Salınan korku işe yaradı, paçayı sardı fakat sınır tanımamakla, gözü karartmakla, akıl tutulmasıyla suçlanan iktidar tarafı.
Vakıflar idaresi benden duymuş olmasın ama kendine mağduriyet çıkarmak için sanki biraz geç.