İnanmıyorsa ‘bir bilen’e sorsun karalamacılar
Gönüllere hileyle girilemeyeceğini bilen, kelime oyunlarıyla da girilemeyeceğini bilir. Ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, onlardan biri.
Önceki iftar Anadolu Aslanları’na seslenirken “Gönüllere hileyle girilmez, buna inandık” dedi. Bütün İstanbulluları kapsayan, sadece hakikatleri anlatan bir dil kullanmaktan bahsetti.
‘Terör örgütleriyle birlikte yöneteceklerini itiraf etmiş, ne dediğini bile bilemeyecek kadar kuklaymış’ gibi göstererek İstanbul’u CHP adayından almayı deneyeceklerini söylemedi.
‘Rakibin sözlerini anlam kaymasına uğratarak, algı çarpıtması numaralarıyla seçmenin kalbi ve oyu kazanılabilir, neden böyle kazanmayalım’ demedi.
Velev ki yapay rüzgarlar estirerek rakibi gözden düşürmenin Binali Yıldırım lehine bir katkısı, taraftar kızıştırmak gibi bir getirisi var. 31 Mart sonuçları gösterdi ki çok daha fazlasını götürüyor, kara propaganda zorlamalarıyla itibarsızlaştırma saldırıları. Cumhurbaşkanı Yardımcısı bunun gayet iyi farkında. Ama ona sormaları gerektiğinin ne AK Parti’nin medyası farkında, ne de propaganda örgütleme merkezi.
Yıldırım’ın kampanyası, iki dil arasında gidip geliyor. Biri Binali Yıldırım’ın resmi dili, diğeri korsan çığırtkanların kötüleme cızırtıları.
İlkinin yaptığını, ikincisi bozuyor. Binali Bey, İmamoğlu’na karşı centilmence bir siyasi mücadele vaat ediyor, buna uymayanları uyarıyor, kışkırtma ve provokasyonlardan uzak durmaya çağırıyor. Korsan çığırtkanlarsa tam tersine abartıyor, çarpıtma ve karalamaları ikiye katlıyor.
Danışıklı değilse, ikili oynamıyorlarsa...Korsan çığırtkanlar, Binali Bey’den başkasının ağzına bakıyor demektir.
Her neresiyse paralel merkezleri, Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’a seçimden önce tövbe istiğfar fırsatı vermeyen de orası olmalı.
Baksanıza; “Eksikleri, hataları söyleyenlere diyeceğiz ki biz de hataları görüyoruz, ama önce 23 Haziran’ı geçelim, ondan sonra siyasi bakımdan gerekirse tövbe istiğfar ederek yanlışlarımızdan kurtulacağız. Kızgınlıkla, küskünlükle kusura bakmayın da kimsenin CHP adayını oraya getirip oturtmak gibi bir lüksü olamaz” demeye mecbur kalıyor.
“Tekrar söylüyorum, küskün kırgın seçmenlerimizin hesap soracağı yer sandık değil. Bütün bu yanlışlıkları giderebilecek iradeye sahip olduğumuzun bilinmesini istiyorum” diyerek, fikri takipte ısrar da ediyor bilahare.
‘Madem hataları görüyor, nasıl düzelteceğinizi biliyorsunuz, ne duruyorsunuz, elinizi tutan ne, hadi önce sırası değildi, 31 Mart’ta ders aldıktan sonra niye düzeltmediniz, ya köprüyü geçtikten sonra tövbeye yine gerek görmezseniz, söz bile veremiyorsunuz, verseniz dahi yan çizmeyip tutacağınız ne malum, ya yine atlatırsanız’ şeklindeki güven bunalımlarını da görüyor ve düzeltmeyi düşünüyorlar mıdır?
Dere geçerken at değiştirilmezdi, şimdi bir de seçime giderken yanlışların düzeltilemeyeceğini öğrenmiş bulunuyoruz. Olan olduktan, iş işten geçtikten, tövbe kapısı kapandıktan sonra ‘para nelere kadir, yeşili talan ettiler, sahiller yağmalandı, şehre ihanet etti müteahhitler’ diye tövbe istiğfar ile hatadan dönmek bile kaybı geri getiriyor, zararı telafi edebiliyor hala demek ki.
Sırası şimdi değilse ne zaman peki, bilene aşk olsun.
Seçenlerin seçtiklerinden hesap soracağı yer de sandık değilmiş zaten, ara ki adresini bulasın.
Hem yeri ve sırası geldi diyelim, ‘işi bilecek ama işe gitmeyeceksin’ felsefesi böyle alenen savunulup kabul görüyorsa... Bocalamak, yalpalamak varken el atmaya hangi enayi gider!