İmamoğlu'nun araç şovu gerekli miydi?
Temkinli yaklaşma nedenim, AK Parti iktidarının da böyle başlamasıydı.
Ecevit hükümetini protesto için yazar kasa atma, kamyon yakma ve benzeri yoksulluk eylemlerine sahne olunca... Kızılay'daki Başbakanlık binasının önü araç ve kontrolsüz yaya geçişlerine kapatılmıştı.
AK Parti'nin ilk icraatlarından biri, o caddeyi tekrar trafiğe açmak oldu.
Aynı anda hem yoksulluk, hem yolsuzluk hem de yasaklarla mücadele gösterisi için bulunmaz fırsattı.
Halktan korkanların gittiğini, halktan korunmaya ihtiyaç duymayanların geldiğini gösteriyorlardı bu jestle. Kendi küçük ama sembolik anlamı büyük bir adımdı. Büyük de tezahürat aldı.
Kim derdi ki günün sonunda, yol kesilmesine homurdandı diye korumaların vatandaş dövdüğü bir güvenlik çemberi örülecek iktidarın etrafına. Söyleseler inanmazdınız.
Bir de 'makam aracı saltanatına son verme' vaadi coşkuyla alkışlandı böyle.
El değiştiren iktidarın yeni sahipleri, israfın ülkeyi batırdığını söylüyordu.
İsraf, yolsuzluk, peşkeş, yağma ve talana savaş açmadan ekonomi kurtulamazdı.
Ve devlet, halktan beklediği fedakarlığı önce kendisi yapmalıydı.
İlk taaarruf kalemi olarak bürokraside itibar ve statü göstergesi sayılan makam araçları seçildi.
Görünmeyen israf kalemlerinin yanında devede kulak bile değildi getirdiği mali yük. Ama görünürdü, göze batıyordu, sembolikti.
Göz önünde yaşandığı ve teşhire müsait olduğu için de halka görmek istediği popülist şovu vermeye bire birdi.
Bu biçilmiş kaftandan da birinci sınıf bir gösteri çıkarıldı. Coşkulu bir alkış tufanı koptu yine; yaşa, bravo, budur işte'ler inletti yeri göğü.
Birbirini izleyen popülist gösterilerin 17 yıl sonunda bizi getirdiği şova bakın; makam aracı saltanatını bitirme vaadiyle gelenlerin makam aracı saltanatını bitirme vaadini yerine getirme gösterisi.
İmamoğlu sözünü tuttu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin devr-i sabıkta kiraladığı ihtiyaç fazlası araçları Yeni Kapı meydanına dizdi. Teşhire çıkardı demeliydim belki de. Yüzlerce araçlık bir israf sergisi...
Bildiniz; yaşa, bravo, budur işte sesleri arşıalaya yükseliyor yine. Tribünler mest, tam da görmek istedikleri şeyi mükemmelen aldılar.
Yalnız bir küçük arızası var; popülizm, bağımlılık yapıyor. Önce tribün memnuniyeti ve baş döndüren alkış ödülleri birbirini besliyor. Sonra altın vuruşa kadar sürükleyen, verdikçe daha fazlasını isteyen bir doyumsuz tatmin kısırdöngüsü...
Nasıl seyrettiğini, önümüzdeki canlı örnekten deneyimle biliyoruz. Makam aracı israfıyla mücadeleden araç saltanatını perdelemek için göz boyama tuluatlarına uzanan bir macera.
El yükselte yükselte en son sandıkta Haçlı küffarı tepelemeye, Hans'la George'u tokatlamak icin inadına, nispet olsun diye oy atma dolduruşlarına kadar tırmanmadı mı?
En masum dozu, nabza göre şerbettir. Seçim zamanı seçmen tavlamak, taraftar kafalamak için biraz oy avcılığından ne zarar gelecek? Ne de olsa marifet, iltifata tabi.
Fakat ardından, siyasetçi taraftarını, taraftarı siyasetçiyi sıvazladı derken gözü açtığınızda bir de bakmışsınız ki ikisi de doz aşımından zehirlenmiş olmasın mı!
Aşırı popülizm, birbirlerinin talep ve beklentilerini karşılayamayacak kadar baştan da zıvanadan da çıkarabiliyor taraflarını.
'Halk isterse faşizm de getirir, komünizm de' aşaması, en tehlikelisidir sarhoş esen bu dalkavuk rüzgarın.
Siyasetçiyi, tozunu yuttuğu sahneden indirmek zorlaşır. Taraftarı, gördüğü şovun aşağısına razı etmek de...
En iyisi baştan alıştırmamak.
Bu filmi izlemiştik, sonu iyi bitmiyor.