Din bizim çimentomuz değil miydi!
“Yüzde 99’u Müslüman olan ülkemizde din, birleştirici bir çimentodur. Nutuk’u okuyun, Atatürk’ün de orada benzer tanımlarını görürsünüz” dememiş miydi Cumhurbaşkanı Erdoğan?
Ta 2005’te, Başbakanlığı sırasında bunu söylediğinde, gelen sert eleştirilere direnmiş, görüşlerinde ısrar etmişti.
Fakat partiler, sınıflar, etnik ve mezhepsel kimlikler gibi bizi bölen sosyal ve siyasal farklılıkların üstünde tutulmazsa yapıştırıcı olabilir mi din?
Madem farklılıklarımız zenginliğimizdi, din ise çokluk içinde birlik olmamızı sağlayan temel yapıştırıcılardan...Bizi birleştiren dini siyaseten kullanmak, din üzerinden milleti bölmek gibi bir tehlike doğurmaz mı?
Siyasi ihtilafların dışında bırakıp gözümüz gibi korumamız gereken çimentomuza zarar vermez mi bu kullanım, onu çatışma aracı haline getirmez mi?
AK Parti Şanlıurfa Milletvekili Kasım Gülpınar böyle düşünmüyor.
“AK Parti’ye oy verirseniz Allah sizden mahşer günü hesap sormayacak” sözleriyle seçmeni ateşlemeye kalkmış ve tepki çekmişti.
Gülpınar, imanı siyasete alet ettiği suçlamalarına karşı kendini savundu ama ne savunma!...
İstismarı reddedeceği yerde meşrulaştırmayı seçti. “Neden kullanmayayım ki arkadaşlar! Sen de kullan, din benim tekelimde değil ki” itirafıyla görülmemiş bir fütursuzluğa taşıdı.
Belediyeleri alma yarışını, yani dünyevi iktidar mücadelesini din mücadelesine dönüştürmekte hiçbir sakınca görmüyor.
Yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede belediye seçimleri, ezanlarımızı susturmak, camilerimizi kapatmak isteyenlerle ezan ve cami mücahitleri arasında nasıl geçer demiyor.
Seçim gündemini projeler, hizmet vaatleri dolduracakken ezanla hesaplaşan İslam düşmanlarına haddini bildirme sloganları inletiyor meydanları.
Taksim’de polis müdahalesini ıslıklayanlarla kalmıyor tepeleme hamaseti. ‘Ezanı protesto eden zındıklar aynı zihniyetten’ toptancılığıyla, bütün muhalefet marjinalleştirilip taşa tutuluyor.
İçimizdeki Haçlılara karşı kutsal cihat ilan etmeye vardı varacak kampanya...
Dini vaazla siyasi propaganda ayırt edilemezse... Nerede kalır dinin çimentoluğu, nerede kalır birleştirici niteliği; uyarmak şöyle dursun sorulmuyor bile.
Yüzde 99’u Müslümansa memleketin, İslam düşmanlarına karşı oy vermeye doldurulabilir mi milletin bir yarısı, ikisi bir arada nasıl doğru olur?
Bir eyleme kötü niyetliler karıştıysa, ezana faraza terbiyesizlik yapıldıysa...
Göstericiler arasından kutsala saygısızlık edenler çıktı, camiye hakaret gibi taşkınlıklara kışkırttıysa...
Sağduyu, burada öncelikle bir provokasyon aramayı, genele mal etmekten özenle kaçınmayı gerektirmez mi?
Eylemi sabote etmek üzere araya sızan ajan provokatörler varsa onları yakalayıp yargıya havale etmek değil midir devletin işi?
Toplumsal barış ve huzuru dinamitleyen karanlık ellerin, bizi bölüp parçalamak için dini hassasiyetlerimizi kaşıyan sinsi parmakların, birbirimize düşürmeye çalışan nifak odaklarının peşine tam da böyle durumlarda düşülmez mi?
Din üzerinden kin, nefret ve düşmanlığa tahrik etmekten daha tehlikeli bir fitne olmadığını kanıtlıyor bütün tarih. Ateşle oynama girişimlerine dikkat ve aklıselimle yaklaşmak icap etmez mi?
Din tacirliğine itirazı, din düşmanlığı gibi gösterecek bir tezgahla ya birliğimize tuzak kuruluyorsa...
Siyasi tercih farklılıklarımızı, ezana saldırıya indirgetecek provokasyonların altında ya bir FETÖ hinliği yatıyorsa...
Aleyhteki her gelişmede bozulacak bir tuzak ararken aynı titiziliği ve uyanıklığı burada niye aramıyor, oyunu niye bozmuyoruz?
Bezirganların ekmeğine yağ sürmeyelim, marjinallerin değirmenine su taşımayalım, hokkabazları sevindirmeyelim duyarlılığı asıl burada lazım
değil mi?