‘Ekonomist’ ve ‘Mandacılar’
Şöyle bir soruyla girelim:
-Diyelim Kılıçdaroğlu aday oldu, başkanlığı kazandı ve SGK yönetimindeki tecrübesinden yola çıkarak “Ben ekonomistim” deyip ülkenin ekonomi politikasını belirlemeye başladı. Nasıl olurdu?
6’lı masayı oluşturan liderlerden ikisi, Davutoğlu ve Babacan, ekonomi eğitimi almış isimler. Babacan’ın ayrıca fiilen ekonomi yönetmişliği de var. Davutoğlu da Başbakan olarak ekonomi yönetiminde etkili oldu.
Ancak her iki lider, bugün muhalefet safında, ekonomi konusundaki iddialarını partilerinin uygulamanın içinden gelen ekonomi kadrolarına dayandırıyorlar.
Diğer dört lider zaten “ekonomist” olduğunu iddia etmiyor ama onlar da iddialarını kadrolarındaki ekonomistlere dayandırıyorlar.
“Ekonomist” olmamak demek, tabii ki vatandaşın yaşadığı ekonomik felaketi görmemek anlamına gelmiyor, bu liderler sokağa çıkıyor, insanlarla karşı karşıya geliyor ve sahada yaşanan yangını bizzat gözlemliyorlar. Sonra da oturup ekonomi kadrolarıyla çare üretmeye çalışıyorlar. Tabii henüz tüm tasarıları teori safhasında, çünkü muhalefetteler.
Bunları neden yazdım?
Mevcut iktidarın iş tutma tarzına dair bir şeyler söylemek için.
Mevcut iktidarın başında Cumhurbaşkanı olarak Tayyip Erdoğan var. Tayyip Erdoğan kendisini “Ekonomist” olarak ilan ediyor. Bu konuda da çok çok ısrarlı. Buna yönelik itirazlar olabileceğini düşündüğü için olmalı, herkesin gözünün içine bakarak “Ben ekonomistim” demeyi ihmal etmiyor.
“Ekonomist” olarak tüm ekonomi-politikayı belirliyor olması son derece tabii. Zaten öyle oluyor. Diğer tüm ekonomi birimlerinin “Laf dinliyor olmaları” bekleniyor, laf dinlemeyenler de gidiyor. Epeyce giden oldu. Damat bey gitti, onun yerine gelenler gitti, merkez bankası başkanları gitti, TUİK yöneticileri sapır sapır döküldü…
En son çanların Nurettin Nebati için çaldığına dair kulis bilgileri yansıyor.
Farklı düşünenler “mandacı” kategorisine girme riski taşıdığı için, bu yapı içinde, “İşler iyi gitmiyor” demek cesaret meselesi haline geliyor. Çünkü “işler iyi gitmiyor” demek, ekonomiyi ve de her şeyi belirleyen “en yüksek irade”yi “sorumlu” göstermek anlamı içeriyor. Ama bu tür yapılarda hem o “en yüksek irade” her şeyi belirlemeli, hem de ortaya çıkan yanlışlardan sorumlu tutulmamalı.
Dolar dün 17 liranın üstüne çıktı. (17.10) Nerde duracak döviz?
Motorine dün 1 lira 92 kuruş zam yapıldı, benzin – mazot 30 liranın eşiğinde. Nerde duracak akaryakıt fiyatları?
Her iki tırmanış diğer tüm alanlardaki fiyatları tırmandırıyor.
Hangi “ekonomist” önleyecek bütün toplumu boğan bu tırmanışı?
Ak Parti’nin fert başına milli geliri 12.500 liraya çıkardığı dönemlerde de Tayyip Erdoğan yönetimin başındaydı. O zaman “Ben ekonomistim” dediğini hatırlayan var mı?
Hayır o zaman, ekonomiyi diyelim Babacan ve kadrosu yönetiyordu, yargıyı Cemil Çiçek yönetiyordu, Dış ilişkilerde Abdullah Gül – Davutoğlu unsuru vardı, Tayyip Erdoğan o zamanlar “iyi kadrolarla çalışan lider” konumundaydı. “Ekonomist” olduğunu ısrarla vurgulama gereği duymuyordu.
Şu anda ekonomide de ana problem, kadroların yönetime özgürce katılımının azalması ve “Tek irade”nin her şeyi belirler hale gelmesidir. Bu tür yapılarda “Tek irade” doğru yapıyorsa, evet, işler daha sür’atli yürür, ama yanlış yapıyorsa, bu defa da yanlışta sür’atlilik durumu hasıl olur ki, o da tüm ülkenin olumsuzluğa doğru sürüklenmesidir.
Ali Babacan’ın “Yargı nasıl düzelecek?” sorusuna verdiği bir cevap var. Parmak şıklatıyor ve “işte bu kadar kolay” diyor. “Yargının üzerinden siyasi baskıyı kaldıracak ve bağımsız – tarafsız olacaksınız deyin kafi” diyor. Şimdi “Gezi davası” ya da “Kobani davası” acayiplikler silsilesi halinde devam ediyor. Çünkü “Yargıdan öyle yapması istendiği” hissettiriliyor.
Merkez Bankası, TUİK, ya da başka ekonomi üniteleri “yukardaki irade”den farklı bir çizgide yürüyebilir mi? Bakan Nebati zaten belirli misyonla gelmedi mi?
Halkı duysalar, halkın sofrasının darmadağın olduğunu görseler belki uyanacaklar. Ama zor. Oralardan halk gözükmüyor.
Bir de ülkenin tüm ekonomi bilimi çevrelerini “mandacı” ilan etmişseniz, kendi yolunuzu kendiniz kapatıyorsunuz demektir. Yazık memlekete.
MEVLÂNÂ İDRİS: Göçtü. Gençti. Şairdi. Çocuk yürekliydi. Maraşlıydı. Rabbimizin sonsuz rahmetine gark olsun. Ailesine, dostlarına sabırlar diliyorum. Şu mısralarını büyük oğlum benimle paylaştı:
“Burası dünya. Gece gece gece. Burası dünya ve biz artık çok sıkıldık. Oyun bitti, zifiri karanlıkta belalar uçuşuyor. Dünyanın yalanları, uçakları ve bombaları arasında solup giden ömrümüzü. Kuşa çeviren yasalardan, yönetmeliklerden, nizamnamelerden sıkıldık. Telefon seslerinden, akıp giden televizyon görüntülerinden, bilgisayar tıkırtılarından, gazete hışırtılarından. Alıp başımızı gitmek istiyoruz. Alıp başımızı sana gelmek istiyoruz. Sana gelmek. Sana gelmek, orada kalmak istiyoruz.
Çok unuttuk hatırlamak istiyoruz. Başımızın okşanmasını, gözyaşımızın silinmesini, kolumuza girilmesini istiyoruz. Yağmurunu ve meleklerini yeniden istiyoruz. Rüzgârın sesini, ırmağın sesini. Dağların dağ, denizlerin deniz, kadınların kadın, çocukların çocuk. Erkeklerin erkek, ekmeğin ekmek, nanenin nane olduğu bir dünyayı yeniden isterken. Seni istiyoruz aslında. Bunu söyleyemiyoruz.”