Dinde Zihin- Duygu dengesi
Diyanet’in yayınladığı “Hadislerle İslam” eserinin 4’üncü cildinde şöyle iki hadise yer verilmiş:
“Peygamber ocağında yetişen Enes b. Mâlik”in bize anlattığına göre, ibadete düşkün üç sahâbî Allah Resûlü”nün gece ve gündüz yapmış olduğu nafile ibadetleri öğrenmek üzere onun evine geldiler. Belli ki Peygamberimizin bütün Müslümanlarla birlikte eda ettiği farz ibadetler dışında evinde iken Rabbine kulluğunu nasıl arz ettiğini merak ediyorlardı. İnananlara örnek olması bakımından aile yaşantılarını dahi gizlemeyen annelerimizden Peygamberimizin ibadet hayatı hakkında bilgi alınca bunun kendilerine az geleceğini düşündüler ve “Biz nerede, Peygamber nerede? Şüphesiz Allah onun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır!” dediler. Bu sebeple içlerinden biri, “Ben bundan böyle geceleri daima namaz kılacağım!” dedi. Diğeri, “Ben her zaman oruç tutacağım ve oruçsuz günüm geçmeyecek!” dedi. Üçüncüsü ise, “Ben de hanımlardan ayrı yaşayacağım, evlenmeyeceğim!” diyerek söz verdi. Onlar bu sözleri söylerken Resûlullah (sav) çıkageldi ve şöyle buyurdu: “Şöyle şöyle söyleyen sizler misiniz? Allah”a yemin ederim ki, ben sizin Allah”tan en çok korkanınız ve en çok sakınanınızım. Bununla beraber ben bazen oruç tutarım, bazen oruç tutmam. (Gecenin bir kısmında) nafile namaz kılar, (bir kısmındaysa) uyurum. Ben, kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.” (B5063 Buhârî, Nikâh, 1.)
“Peygamberimizin sütkardeşi olan Osman b. Maz”ûn da benzer bir ruh hâline bürünerek dünyadan el etek çekmeye karar vermişti. Hatta kendisini ibadete öylesine adamıştı ki, bakımlı bir hanım olan eşi Havle”yi bile gözü görmez olmuştu. Havle”nin dağınık ve mutsuz görünümü Peygamber Efendimizin dikkatini çekince Hz. Âişe”ye bunun sebebini sormuş, o da eşinin bütün günü oruçla ve bütün geceyi namazla geçirmesinden dolayı Havle”nin, eşi olmayan bir kadın gibi kendini bıraktığını anlatmıştı. Bunun üzerine de Peygamber Efendimiz Osman”ı yanına çağırarak, “Yoksa benim hayat tarzımdan yüz mü çevirdin?” diye çıkıştıktan sonra inananları dengeli bir hayata çağıran şu cümleleri tekrarlamıştı: “Ben hem uyurum, hem namaz kılarım. Bazen oruç tutarım, bazen de tutmam. Kadınlarla da evlenirim. Allah”tan kork ey Osman! Bilesin ki, ailenin senin üzerinde hakkı var, misafirinin senin üzerinde hakkı var, vücudunun senin üzerinde hakkı var. Bazen oruç tut, bazen tutma, biraz namaz kıl biraz da uyu!” ( HM26839 İbn Hanbel, VI, 267) (s.35)
Her iki hadis, yine dini kaygılarla “Peygamber’den daha çok Müslüman olma”ya yönelen ve hayatın normal akışını değiştirmeye kalkışan insanlara “Dinin önderi”nin yaptığı uyarılardır.
“Dinin ana kitabı” Kur’an da, bir başka çizgi dışı yönelişe “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın.” (Münafikûn, 9) diye ikazlar getirir. Yine Kur’an “Ticaretin, alışverişin, kendilerini Allah’ın zikrinden, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyamadığı adamlar...”ı tebcil eder. (Nur, 37)
Din ile ilişki bu iki uç arasında bulunan dengedir. Kur’an’da sıklıkla “akletme”ye, “tefekkür”e, “tedebbür”e “Düşünme”ye çağrı vardır. Bunlar her davranışında insanı “Denge”de tutan disiplinlerdir.
Din ile ilişkide duygu önemlidir. Dindarlığın önemli bir kısmı duygu ile ilişkilidir. Ancak duygu alanı kolay kontrol edilemez. “Kalbi hayat” duygu yoğunluklu bir hayattır. Kur’an kalbin Allah zikri ile doyurulmasını öğütler. Bununla birlikte Hazreti Peygamber (s.a.) “Ey kalpleri evirip çeviren Rabbim, benim kalbimi dinin üzerinde sabit kıl” diye dua eder. Evrilip çevrilme duygu dünyasının hareketliliği ile ilgilidir.
“Kalb eğitimi” İslam tasavvufunun en önemli eksenidir. Kalb eğitimi, bir yandan “Kalbin Allah zikri ile doyurulması” sürecini ifade eder, diğer yandan da “duygu dünyasının zaptu rabt altına alınması” demektir. Tasavvufta bu yolculuğun adı “seyrü sülûk”tur. “Mürşid, şeyh” gibi sıfatlarla anılan rehber kişiler, bu yolculuğun sağlıklı ilerlemesini temin sorumluluğundadırlar. Ben onlara bir tür “Ruh tabibi” tanımlamasını yaparım. İnsan psikolojisini bildikleri farz edildiğinde.
Muhtemelen çok eskilerde dergâh diye bilinen ortamlarda birebir ilişki ile böyle bir kalp eğitimi sağlanmış da olabilir.
Günümüzde bu ilişkiler çok çok uzaktan sağlanır hale gelmiş, tasavvufi ekoller bunu “kalbi bağlılık” anlamına gelen “Rabıta” ile gerçekleştirme yolunu tutmuşlardır. “Şeyh” ile kurulan kalbi bağın, bir tür eğitim etkisi yapacağı düşünülmüştür.
Ancak “Rabıta”nın bile riskli alanlara yönelme ihtimali vardır, bu sebeple o da ayrı bir terbiyeyi gerektirmektedir.
Her halükârda ince bir çizgi üzerinde yürüyüştür kalp dünyasındaki yürüyüş.
William James’in Türkçe’ye “Dinsel Deneyimin Çeşitleri” diye çevrilen eserinde Hristiyanlıktaki “Azizlik” üzerine yaptığı değerlendirmede ilginç bir tespitine rastladım:
“Azizlerin yaşamında, teknik ifadeyle, ruhsal yetiler güçlüdür, burada aşırılık izlenimini veren şey zihnin diğer yetilere kıyasla kusurlu olmasıdır. Diğer ilgi nesnelerinin çok az ve zihnin çok dar olduğu durumlarda ruhsal coşku patolojik biçimler alır.” (s.354)
Güçlü duygular, buna karşılık kusurlu zihin yapısı. William James bunu “teopati” olarak niteliyor.
Yazıyı uzatmamam gerekiyor: Onun için “Ruhsal coşkunun patolojik biçim kazanması riskine karşı teyakkuz” hayati önem taşıyor. Çünkü patolojik zeminde hangi facialarla yüz yüze kalınacağı tahmin edilemiyor.