Beyin yakan sorular
Son zamanlarda “beyin yakan işler” gibi bir ifade kullanılıyor. Geçenlerde torunumdan duydum, önceki akşam da siyaset tartışmasında bir hukukçu profesör kullandı o ifadeyi. Demek öylesine yaygınlaşmış. Memlekete baktığımda “Hakikaten beyin yakan” diye nitelemekten kendimi alamadığım şeyler oluyor. Bugün onları paylaşmak istedim sizlerle:
Yargı bir karar verdi, zihinlerimiz allak bullak oldu mesela.
Karar malum; İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu siyasi yasaklı hale de getirecek olan 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası. “Ahmak” ifadesi kullanılmış, istikbali kararmış Başkan’ın. En hafifi “şerefsiz” olan ne ifadeler kullanılıyor, kimseye bir şey olmuyor halbuki bu memlekette.
Önce;
-Acaba bu karar siyasi mi değil mi, diye tartışıyoruz. Hoş, herkes genelde yargının siyasallaştığına, bunun da bir “rakip tasfiyesi” anlamına geldiğine inanıyor, ama ortaya çıkan neticenin tasfiye edilmek istenen insanı ve onunla birlikte çok parçalı, biraz durağan da görünen muhalefeti birleştirdiğine - güçlendirdiğine bakınca da herkeste “Yok, böyle bir siyasi hesap hatasını iktidar yapmaz, yargıya müdahale olmuş olamaz” denmeye başlanıyor.
Yani hesap tutsa, yargının “rakip tasfiyesi”nin aracı haline gelmesine kimsenin diyeceği bir şey olmayacak. Burada yargı iktidar cenahınca hesap hatasının bir halkası olmakla suçlanıyor. Yargı – siyaset ilişkisi açısından neresinden baksanız beyin yakıyor değil mi?
Tam ona inanacakken, bu defa birileri çıkıp, “Tamam, Tayyip Erdoğan siyaset üstadıdır ama, aynı Tayyip Erdoğan 2019’da İstanbul seçimlerini iptal ettirip 13 binlik mağlubiyeti 800 binlik tarihi bir hezimete döndürme işinin de başında değil miydi?” diye soruveriyor.
Hatta bu birileri, iktidar – yargı ilişkisini değerlendirirken, “Yine 2019’da Yüksek Seçim Kurulu’nun, tam da iktidar mensuplarının istediği biçimde birinci seçimi iptal etmesi neyin nesiydi?” diye sormaktan geri kalmıyorlar. “Sonra ‘resmen çalındı’ iddialarını araştırmak için açılan davalarda hiçbir suçlunun çıkmaması neyin nesiydi?” diye soruluyor.
Tekrar hesaplaşmanın şimdilik merkezine oturan İmamoğlu meselesine yeniden dönersek, devreye “Acaba bu ilk derece mahkemesinin verdiği karar isti’naftan döner mi?” sorusu devreye giriyor. Bütün hukukçular, isti’naftan dönmesi gerektiği görüşünde. “Altı boş bu kararın” diyorlar. Bu yüzden de İmamoğlu’nun muhtemel Cumhurbaşkanı adayı olabileceği görüşü seslendiriliyor. Bu karara yönelik “hesap hatası” yaklaşımı da bununla ilgili.
Ama peşinden “Ya isti’naftan dönmezse…” ihtimali devreye sokuluyor. Çünkü “oyun kurucu” şayet hesap hatası yapmamışsa, bu karar bir hesap hatasının sonucu değilse, o zaman tasfiye eylemi İsti’nafı da Yargıtay’ı da kapsayacak.
Diyelim, yargıyı da güdenler İmamoğlu ve 6’lı Masa’yı “hesap hatası” yapıldığına inandırdılar ve bu “rüzgâr”dan istifade coşkusuyla İmamoğlu’nu aday gösterdiler. Hemen beyin yakan ihtimal akla geliyor: Ya iyi saatte olsunlar, tam da muhalefetin yeni aday gösteremeyeceği bir takvimde İmamoğlu’nun cezasını onaylatırlarsa… (Yargı bağımsız ya…)
Yani aday olarak Tayyip Erdoğan tek başına kalırsa…
Alın size beyin yakan bir soru daha:
-Yani Tayyip Erdoğan tek başına kaldığı bir seçime girip kazanmayı içine sindirir mi? O Türkiye dünyanın içine siner mi?
Görüyor musunuz gariplikleri…
Bir de Tayyip Erdoğan’ın “üçüncü defa cumhurbaşkanı seçilme” durumu var. Anayasa iki defadan fazla seçilemez demesine, bu seçim onun üçüncü seçimi olmasına rağmen, muhalefet “onu seçimle göndermek istiyoruz” gerekçesiyle bu üçüncü adaylığa itiraz etmeyeceğini açıklamasına rağmen, ortada yine de birisi çıkıp “Üçüncü defa”ya itiraz ederse sorusu duruyor. Olur mu olur.
Burada asıl problemli durum, son ve itiraz edilemeyecek kararı verecek olan Yüksek Seçim Kurulu’nun nasıl hareket edeceği ile ilgili. Bu soru gündeme geldiğinde herkes “Nasıl karar vereceği belli değil mi?” diye cevaplıyor. Bu cevabın da altında İstanbul seçimi ile de ispatlandığı düşünülen “Yargının siyasallaşması” hadisesi bulunuyor.
Ah yargı, ah siyaset ve ah partisine “Adalet”i isim olarak veren siyasi iktidar…
Dikkat edilirse İmamoğlu şu bu…. Bütün mesele Tayyip Erdoğan etrafında dönüyor. “İstanbul’un kaybı” Tayyip Bey’i haddinden fazla öfkelendirdi. O öfke taban aşınmasının çok açık biçimde fark edildiği bugünlerde, bir başka “kaybetme kaygısı” ile bütünleşmiş durumda. Onun için de yargı vs… her şey devreye sokuluyor. Ama bu defa atılan hesapsız adımlar, başka bedelleri beraberinde getiriyor.
Siyasette güç zehirlenmesi genelde başkalarına karşı yapılan yanlışlarla ortaya çıkar. Demirtaş’ın, Kavala’nın Cumhurbaşkanlığı kürsülerinden açıkça en ağır ifadelerle suçlanması gibi. Buna güç yetirildi ve cezaevindeki insanlar bir kere daha dövüldü. Ama güç zehirlenmesi, gücün sahibinde de yıkımlar meydana getirir. Bunun en belirgin hali, muhakeme gücünün zaafa uğramasıdır. Gözlerin geleceği daha az görür hale gelmesidir.
Şu an derin bir şaşkınlık var, “Erdoğan efsunu”na tutulanlarda. Bir hakim sürüldü ama yerine gelenlerin “siyaseti tanzim kararı” da hesap hatasına yol açtı. Hangi hakim iyiydi, sürgüne gönderilen mi bu kararı veren mi?
Efsun bozulunca bir gün Türkiye, “Ekonomist Erdoğan”ın memleket ekonomisine ve tabii vatandaşın ekonomisine getiri – götürülerini de tartışacak.