Yazarla bakanı bu kutuplaşma kazanına kim attı?
Öykülerini okumadıysanız belki 2012'de filme uyarlanan 'Uzun Hikaye'sini sinemada keyifle izlemişsinizdir. Osman Sınav çekmiş, Kenan İmirzalıoğlu oynamıştı.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 'Evde Kal' çağrısına uyan gençlere karantina günlerinde bol kitap okumalarını tavsiye etti. Örnek olarak da dünyadan Tolstoy'la Türkiye'den Mustafa Kutlu'yu anınca kopmasın mı pandomim!
Bakan'ın önerisi şöyle: "Dışarıda eskisi kadar güzel olmasa da bir dünya var ama evinizde oturun. Tolstoy, Mustafa Kutlu okuyun..."
Hemen başladı ayrışma, evde gün sayarken Kutlu üzerinden ikiye bölünmeyelim mi apansız!
Paylaşmama kıskançlığıyla üstüne kapanırcasına sahiplenenler, gelmiş geçmiş yazarlar listesinin açık ara en üstüne koyanlar, 'Tolstoy'dan eksiği ne, fazlası bile var' diyenler bir yanda...
'O da kim, adını bile duymadım, Tolstoy'un karşısına çıkaracak başka yazarımız mı yoktu, dünyaya mal olmuş koca koca edebiyatçılarımız nerede' diye tanımazdan, beğenmezden gelenler öbür yanda...
Yere göğe koyamamakla küçümsemek ve yok saymak arasında değişiyor tepkiler, ortası yok yine.
Bu kutuplaşmayı neyin tetiklediği ise açık; Bakan'ın 'bizden-sizden' ayrımıyla seçici davrandığı, Kutlu'ya pozitif ayrımcılık yaptığı algısı.
Oysa bir siyasi tarafından önerilmek, yazar olarak Kutlu'nun değerini ne yükseltir ne düşürür.
Eserlerinin edebi kalitesi bir kenara konamaz, yabana atılamaz. Ancak Tolstoy'la eşleştirip kıyaslatmak da hepten gereksiz, abartılı ve abes değil mi?
İki açıdan çok yazık oldu yani...
Bir: Mahalle kayırmacılığıyla parlatılmaya, öne çıkarılmaya ihtiyacı yoktu Kutlu'nun. Tolstoy'la tartıya çıkarılması, en çok da onun kendine özgü kalemine haksızlık.
İki: Bakan Koca, bu kriz zamanında sevecenliği, kucaklayıcılığı, ayrım yapmayan kapsayıcı tavrıyla ilaç gibi gelmişti. Bir metin yazarının dışlayıcı işgüzarlığı yüzünden büyünün bozulması büyük talihsizlik olur.
Ayrımsız her kesimin Sağlık Bakanı'na sempati ve güven duyabilmesi; toplumsal umudu, direnci ve iyimserliği güçlendiren, psikolojiyi ayakta tutan paha biçilmez bir imkan.
Ne Bakan'ın topladığı sempatiyi mahalleciliğe kurban etme lüksüne sahibiz. Ne de Kutlu'yu yersiz bir denkleştirmeyle torpile, kayrılmaya, iteklenmeye muhtaç göstererek harcatma hakkına.
Bakan Koca doğaçlamada çok iyi. Teklemeden konuşuyor, duygularını doğallığıyla karşıya geçirebiliyor.
Metinden okurken ise yabancılık çektiğini anlıyorsunuz, takılmalarından.
Konuşma metni yazmanın püf noktası budur; yazarın sesi araya karışmayacak, kendisi konuşmayacak, kime konuşturacaksa onun sesiyle yazacak ki içselleştirerek söyleyebilsin...
Konuşmacının ağzında yakışık durmayacak, oturmayacak tumturaklı, süslü ve suni belagat cümlelerinden kaçınmak gerekir.
Konuşma metinleri, yazanın araya kendi kişisel kabiliyet gösterisini sıkıştıracağı, sükse yapacağı, fırsattan istifade kıyaklarını geçeceği, nokta atışı selamlarını çakacağı türden eserler değildir.
Metnin içinden kafa çıkarıp satır aralarında kendini göstermeye kalkmak sırıtır. Geride durmayı bilememek, konuşmacıyı şahsi hırs ve takıntılarına alet edip kötüye kullanmaktır.
TRT'nin uzaktan eğitim kanalı EBA TV'yi yoran da aynı işgüzar fırsatçılığıydı.
Göze girme, yaranma gayretkeşliğiyle çocuklara darağacında idam ve kafa kesme gibi uygunsuz sahneler izleten yapımcı, patronun hoşuna gideceğini, rekabette avantaj sağlayacağını, meslekte önünü açacağını düşünmüş olmalı.
Oysa Bakan Selçuk'un da yakındığı gibi bir çuval inciri berbat etti o sakat animasyonlar. Uzaktan eğitim içeriğine verilen binbir emeğe haksızlıkla gölge düşürdüler. Yapımcı ve elekten deve geçiren denetim ekibi...
Bakan Koca'nın ağzından yelpazeyi daraltan, edebiyatımızın klasiklerine imza atmış kanonik isimlerin dışlandığı izlenimi doğuran, tanınırlık ve kabul görmüşlükte Tolstoy'la yarıştırarak Kutlu'ya ve klasmanına da haksızlık eden o iki yazarlık orantısız önerinin filtrelenmemesi de aynı.
Sağlık Bakanı'na, "Bilim, koronavirüse karşı bugün için büyük vaatlerde bulunamıyor. Bu insan sağlığının yeni ve sırrı tam olarak çözülememiş düşmanı" dedirtmek de böyle.
Virüsün sırrı çözülmüş de aşısı hazırlanmıyor mu, zaman istemek dışında neyi vaat etmiyor bilim, ne gerek böyle cafcaflı ama ümitsizliğe düşüren boş cümlelere!
Fakat sloganlar çarpıcı, Allah var: "Evde Kal Türkiye"yi de tuttum, "Tedbir hayata bağlar"ı da, "Hayat eve sığar"ı da.
'Varlığa darlık olmaz ama yokluk eve sığar mı, tencere kaynamıyorsa evde kalmak kolay mı, duvarlar üstüne üstüne gelmez mi' soruları cevap beklemekle birlikte, muhatabı Sağlık Bakanlığı değil.
"Eimizde büyük bir koz var: Yakalanmamak" cümlesi de vurucu. Gerçi 'başınızın çaresine bakın, herkes kendini kurtarsın' gibi olumsuz bir çağrışıma müsait. Yine de silkeleyen uyarısını sevdim.
Ah, bir de Türk edebiyatının Mustafa Kutlu'ya, Kutlu'nun kaleminin de bir mahalleye indirgenip sığdıralamayacağından, bir yazardan mahallede kalmasını istemenin iyilik olmadığından da dem vurulsa! Değmeyin sloganların cazibesine!
İran'ın çene forsu İtalya'da yok da!...
Tarihçi, yazar Ayşe Hür'ün bir paylaşımında rastlamıştım.
Façalı yüzünün biçimsizliğiyle ünlü usta şair Ahmet Haşim, klasikler yazmış romancı dostu Yakup Kadri’ye şöyle dert yanar:
“Monşer, dün gece bu suratımın hali uykumu kaçırdı. Onu şöyle hayalimde bir tashih edeyim, dedim. Mesela alnımı daha muntazam bir şekle soktum. Kafamı lepiska saçlarla örttüm. Yanağımdaki Halep çıbanını sildim. Ağzımı ufalttım, çenemi incelttim.Gene bir şeye benzemedi.Anladım ki bu kafayı kökünden söküp atmaktan başka çare yok.”
'Başım' şiirindeki "Ah Yarabbi, nasıl birleşti/ Bu çetin başla bu suçsuz bedenim" dizelerinde ettiği sitem, fiziğiyle barışıklığına yorulabilir. Ama adının 'çirkin şair'e çıkmasını önlemiyor. Hayali rötuşları, yüzündeki bozukluğu düzeltmediği gibi...
İran'da, saf alkol salgından korur diye ispirto içerek hayatını kaybeden biçarelerin sayısı 255'e çıkmış, Fars eyaletinde koronadan ölenleri bile geçmiş...
İşte bu haberi, Devrim Muhafızları komutanının koronayla mücadelede ABD'ye yardıma hazır oldukları tafrasıyla aynı gün okuyunca Haşim'in dramını hatırladım.
Kasım Süleymani'nin cenazesinde bile izdihamdan onlarca kişinin öldüğü, yüzlercesinin yaralı olarak hastaneye kaldırıldığı İran, koronayla savaşta İtalya'dan zaten öndeydi. ABD'yi geçmiş, yardım mı teklif ediyor şimdi!
Korona kurbanlarıyla ilgili İtalya'nın bildirdiği resmi sayı Çin'in, İran'ın açıkladıklarını katlıyor. Bu İran'ın başarısını, Çin'in üstünlüğünü mü gösterir? Yoksa birinin doğruyu, öbürlerininse bize yalan söylediğini mi?
NATO merkezlerinden Roma'da görüntülenen Rus askeri yardım konvoyunu görmüşsünüzdür.
Vatandaşları canıyla boğuşurken devletler, kuyruğu dik tutarak dünyaya hava atma, caka satma peşinde. Hiçbir güç gösterisi fırsatını kazaya bırakmıyorlar.
Dezenformasyon yaymak ve uzağa tükürük fırlatmaya dayalı propaganda yarışında geri kalmamak sanki boyunlarının borcu.
'İmaj her şeydir, gerçeği kim ne yapsın' yalanına sarılarak ucuz makyaj yutturmacalarına abanıyorlar.
Zevahiri kurtararak üst başlarını, dış görünüşlerini düzeltebilir, haklarındaki algıyı toparlayabilirler.
Ama ya perperişan gerçeklikleri, pestili çıkmış iç yüzleri!
Hayali makyaj Ahmet Haşim'in yüzünü değiştirmedi, sayılarla oynamak onların kayıplarını iyileştirir mi?