Bekir Aksoy oyunculuk yeteneğinin yanına oyun yazarlığını da ekledi. Kaleme aldığı ve bir psikiyatr karakteri canlandırdığı ‘Çocuk İstiyorum’la tiyatroseverlerin karşısına çıkacak olan Aksoy, KARAR’a konuştu: “Metindeki kelimeler onu yorumlayan oyuncuya, yönetmene ve izleyen seyirciye ait. Bu nedenle oyunculuk ile oyun yazarlığı arasında çok büyük fark olduğunu düşünüyorum.”
ERKUT TEZERDİ / RÖPORTAJ
Oyunculuk kariyeri boyunca birçok film, tiyatro oyunu ve dizide yer alan Bekir Aksoy, şimdi kendi yazdığı ‘Çocuk İstiyorum’ adlı oyunla seyirciyle buluşacak. Bu, Aksoy’un yazdığı dördüncü, sahnelenen ise ilk oyunu. 12 Ekim’de Borusan Oto Dolmabahçe Sahne’nde dünya prömiyerini gerçekleştirecek oyunu Tiyatro Keyfi ekibi hazırladı. Yönetmenliğini Turgay Kantürk’ün yaptığı oyunda Aksoy’a Çiçek Dilligil, Kemal Başar, Defne Bölükbaşıoğlu gibi usta isimler eşlik ediyor. ‘Çocuk İstiyorum’ kurnaz bir kadın ile çok zengin bir adamın psikolojik destek almak için bir psikiyatriste başvurması neticesinde gelişen komik olayları anlatıyor. Aksoy’la oyunu konuştuk.
* ‘Çocuk İstiyorum’ neyi anlatıyor?
Hepimizin içinde, olmak istediğimiz kişiler var. Bazen yalanlarla hem kendimizi hem de insanları kandırıyoruz. Birileri olmak, başka birilerinin hayatını yaşamak istiyoruz. ‘Çocuk İstiyorum’un oyun formu da bunun üzerine kurulu. Yani olduğun kişi ile olmak istediğin kişi arasında gidip gelen diyaloglar arasında geçiyor.
* Rolünüzün detayları hakkında neler söylersiniz? Daha önce de bir doktoru oynamıştınız...
‘Doktorlar’ dizisindeki karakterim kalp cerrahıydı. Bu oyunda ise psikiyatristi oynuyorum. Evet, ikisi de doktor (Gülüyor). Oyunda çocuk isteyen ve bu nedenle her şeyden önce psikolojik destek talep eden bir çiftle görüşüyorum. Onlara ‘Bir çocuk mu istiyorsunuz yoksa bir çocuğa sahip olmak mı istiyorsunuz?’ diye soruyorum. Onlar ‘ikisi aynı şey değil mi?’ diyorlar. İkisi kesinlikle aynı değil! Evlat edinmek de bir seçenek. Ardından her şey bir şova dönüşüyor.
* Yazarken dikkate aldıklarınızı sıralamanızı istesek?
Matematiği kurmak, mantık hatasının olmaması, en başta kurduğun cümle ile son cümlen arasındaki bağın sapmaması gerekiyor... Oyun yazmak hiç basit değil! Oyunu ciddi bir komedi diliyle yazmaya çalıştım ki aslında hayatımızdaki dramatik yaşanmışlıkları değerlendirdiğimizde sonrasında bunları tebessüm ederek, gülerek karşılıyoruz. Gençlik döneminde yaşadığımız travmalar, yetişkinlikte gençlik anısı olarak kalıyor. Bizim oyunumuz da bu travmaları komik bir üslupla anlatıyor... Daha önce sekiz tane oyun yazdım. ‘Çocuk İstiyorum’ dördüncü yazdığım ve ilk kez sahnelenen oyunum. Gerisi gelecek.
* Peki, bunları anlatmak için neden komediyi tercih ettiniz?
Bu benim dünyaya bakış açımdan kaynaklanıyor. Biz hayatı dramatik hale getiriyoruz. Aslında hayatın çok basit kuralları var. Karnımız acıktığında yiyeceğiz. Üreyeceğiz. Hayatımıza birileri girecek, dost olacağız, kavga edeceğiz... Bunlara anlam kazandırmaya çalıştığımız için altını hep başka şeylerle doldurmaya çalışıyoruz. Hayatı anlamlı hale getirmeye çalışmaktan yaşayamıyoruz. Geçiştirdiğimiz bir sürü duygu var. Bizim yaptığımız komedi de seyirci kendini görecek ama aynı zamanda ‘Evet ben bunu es geçmiştim hayatımda, böyle bir şey de varmış’ diyecek. Oyun görmekten kaçındıklarımızı izleyiciye sunuyor. Bunu da fars ve Freudyen bakış açısını kullanarak yapıyor.
* Oyunculuk ve yazarlık... Oyun yazarlığını siz nasıl görüyorsunuz, zorlayıcı mı? İkisini nasıl karşılaştırırsınız?
Kelimeler bize hayatı anlatmıyor, bizim kelimelerden ne aldığımız hayatla ilgili. Benim deneyimlerim, o kelimde gördüğüm şeyi açıklayabilmekle ilintili. Mesela acıktım kelimesi; fiziksel açlık mı yoksa duygusal açlık mı veya başka bir şeyi mi anlatıyor? Oyuncu işte budur, kelimeleri yorumlayan kişidir. Ben bir kelime yazdım ama bunu oyuncu arkadaşların ağzından bambaşka bir açıdan duyuyorum. Yönetmenin gözünden de başka... Oyundaki kelimeler tam olarak oyun yazarına ait değil! Onu yorumluyan oyuncuya, yönetmene ve izleyen seyirciye ait. Şaşırtıcı bir durum. Bu nedenle oyunculuk ile oyun yazarlığı arasında çok büyük fark olduğunu düşünüyorum.
* Türk tiyatrosunun geldiği yeri nasıl buluyorsunuz?
Dünyada her şey artık sanat olarak algılanıyor. Ama bizde böyle değil. İnsan sanatla ilgili bir şey gördü mü korkarak bakıyor. Biz sanatın adını ‘elma’ olarak değiştirelim, insanlara o zaman daha sempatik gelecek. Sanat çok itici bir şeymiş gibi algılanıyor. Bunun temelinde ukalalık ve mesafeli durmak var. Siz anlamazsınız demek çok yanlış. Ben çocukların da anlayabileceği oyunlar yazıyorum. Türkiye’de bir de şöyle bir durum söz konusu: Sanatla ilgilenen kim varsa, başka bir sanat dalına ilgi göstermiyor. Sinemacı bir bale gösterisi izlemiyor, ressam tiyatro oyunu seyretmiyor. Müzisyen resim sergisine gitmiyor... Bunun tersini yapıyor olsak sanat daha da canlanacak.
SANATÇI YUKARIDAN BAKMAMALI
* Sanatçılar mesafeli mi davranıyor?
Türkiye’de sanatla ilgilenen kaba taslak 5-6 milyon insan var. Herkes 1 lira harcasa ayda 5-6 milyon eder. Sanatçı eğer başka sanat dalına ilgi göstermezse sanat genel olarak gelişmez. Sanatçılar birbirlerini desteklerse başka herhangi bir güce ihtiyacı yoktur. Bu konuda kimseyi suçlu göstermek istemiyorum ama sanatçılar mesafeyi ortadan kaldırmalı. Bir ödül almak için sahneye çıktığımızda ‘İnsanlar beni izlesin diye ödülü aldım’ dememeliyiz. ‘Teşekkür ederim’ demek gerekiyor. Ödül törenlerinde neden kasıyoruz? Sosyal içerikli mesajlar vermenin, ajite etmenin anlamı yok. Gururlan, keyfini çıkar. Kendini yukarıda veya insanları aşağıda görmenin anlamı yok.
* Oyunun sahneleme aşamasında ne gibi zorluklar yaşadınız?
İlk zorluk ‘acaba iyi bir şey mi?’ diye kendinizi ikna etmeye çalışmanız. Benim avantajım şuydu: Çok iyi isimlerle çalışıyorum. Tiyatro Keyfi’nin sahibi Kemal Başar bana böyle bir öneriyle geldiğinde ‘Çok güzel’ dedim. Ancak oyunun içinde olmayı düşünmüyordum ki yazarken de böyle düşünmemiştim. Kemal Bey beraber oynayalım dedi, ‘Tamam’ dedim. Oyunun okuma provalarında yazdığım karakterlerin ete kemiğe bürünmesi bana çok enteresan geldi. Seyircinin de tepkisini çok merak ediyorum. Neler söyleyecekler bilmiyorum. Bu da aslında oyun sahnelemenin ikinci zorluğu. Bunu da artık oyunun ilk gösterimi olan 12 Ekim’de Borusan Oto Dolmabahçe Sahne’de göreceğiz.