Rus uçağının düşürülmesinin ardından kopma noktasına gelen Ankara-Moskova ilişkileri nasıl normalleşecek? Tarihsel anlamda yakın ilişkileri olan iki komşu ülkenin halihazırda pek çok alanda karşı cephelerde yer aldığı düşünülürse, Türkiye ne tür adımlar atmalı? Başbakanlık Başdanışmanı Sevinç Alkan Özcan kaleme aldı.
[Karar]
SEVİNÇ ALKAN ÖZCAN
Rusya’nın Suriye müdahalesi 2000’li yıllar boyunca Rusya’nın hem merkezi Rus topraklarında hem de Avrasya coğrafyasında yeniden inşa ettiği özgüven duygusunun nerdeyse zorunlu sonucu olarak ortaya çıktı. Bir millete, bir ırka ya da bir ülkeye atfedilen özgüven duygusu her ne kadar pozitif bir çağrışıma sahip olsa da modern dönemde bu duygunun ötekileştirici milliyetçiliklere, seçilmişlik duygusuna, dolayısıyla bir başka ulus ya da topluluğa müdahale etme hakkını kendinde görme hissiyatına eşlik ettiğini unutmamak gerekiyor. Gerek Rusya topraklarında yaşayan Ruslar arasında, gerekse Rus diasporasında 1990’lı yıllarda görülen kaybetmişlik psikolojisi ve onun yarattığı travma 2000’li yıllarda yerini mesiyanik Rus milliyetçiliğinde ifadesini bulan, henüz iyi tahlil edilememiş bir özgüven duygusuna bıraktı.
Rusya’nın Putin ve Medvedev iktidarları boyunca dış politikada askeri araçlar kadar Rusça medyanın etkinliğini artırması başta olmak üzere yumuşak güç unsurlarını devreye sokması, hem genel olarak Rusya içindeki nüfusun hem de azınlıktan diasporaya doğru evrilen Rus toplulukların tüm bu hukuk dışı müdahalelere psikolojik olarak hazırlanması anlamına geliyordu.
Akademik literatürde ve medyada Rus dış politikasının izlediği seyir çok yakından takip edilip analiz edilmesine rağmen Rusya’nın hangi araçlarla nereye kadar gidebileceği öngörülemedi; nihayet Gürcistan, Ukrayna ve Suriye müdahalelerinde uluslararası toplum hazırlıksız yakalandı ve yeterli tepkiyi üretemedi.
Rusya, Suriye üzerinden Türkiye ile yaşadığı siyasi ve askeri krizi ticari ilişkiler, enerji jeopolitiği hatta müdahil olduğu bölgesel sorunlara genişletme niyetindedir.
Yeterli tepkinin üretilememesi Rusya’yı hep bir sonraki adım için daha çok cesaretlendirdi. Özellikle Rusya-Batı ilişkilerini yakından ilgilendiren Ukrayna/Kırım’ın ilhakı ve Doğu Ukrayna sorunu sonrasında toplumsal kimlik ve hafızasında Rus tehdidinin önemli yer tuttuğu Polonya ve Baltık ülkelerinin son derece yerinde uyarılarına rağmen NATO ve AB ülkeleri ekonomik yaptırımlar dışında etkili caydırıcı yöntemler geliştiremedi.
ABD yönetiminin son dönemde iç politika ve seçimlere yoğunlaşmış olması dolayısıyla Suriye’de izlediği düşük profilli politika ve DEAŞ’la mücadele ve PYD/YPG konularında Rusya ile giderek daha fazla yakınlaşması Rusya’nın cesaretini daha da artırdı. Olması beklenen iki kutuplu güç dengesi Rusya’nın müdahalesi sonrasında giderek Rusya lehine değişti. Rusya, Suriye’de kendi lehine çevirdiği güç dengesini DEAŞ’a değil de muhaliflere yönelik olarak gerçekleştirdiği hava saldırılarına ve PYD’ye verdiği askeri desteğe borçludur. ABD’nin büyük ölçüde Irak’a odaklanarak Suriye’de DEAŞ’la mücadeleyi Rusya’ya havale etmiş olması Suriye’nin geleceğini aslında DEAŞ ve Suriye rejiminin insafına bıraktığı anlamına gelmektedir.
ABD yönetiminin Suriye’de giderek etkisiz hale gelen politikalarının sonucu olarak ortaya çıkan yeni durumun en çok etkilediği bölgesel aktör hiç şüphesiz Türkiye’dir. Rusya’nın Türkiye’yi provoke etmeye yönelik Türk hava sahası ihlallerinin arkasında özelde Suriye’de, genelde ise bölgede Türkiye’yi etkisizleştirme çabasının olduğu muhakkaktır. Nitekim Rus hava saldırılarının hedefinde DEAŞ yerine sivil Türkmen bölgelerinin olmasının başka bir açıklaması olamaz. Rusya’ya ait SU-34 tipi savaş uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi sonrasında Rusya’nın Türkiye’ye yönelik izlediği sözde cezalandırıcı söylem ve politikaları Suriye’de sivillere karşı gerçekleştirdiği katliamlar ve Esed rejimine verdiği desteği meşrulaştırma/örtme çabası olarak görülmelidir. Siyasi ve askeri sebeplerin yanı sıra ekonomik yaptırımlar ve petrol fiyatlarının düşmesinin Rus ekonomisinde ortaya çıkardığı durgunluk ve kırılmayı aşma ihtiyacı da Rusya’yı kendi tetiklediği böylesi suni bir krizin tarafı haline getirmiştir. Devlet gelirlerinin % 50’si, toplam ihracatının ise % 70’inden fazlasını petrol ve doğal gaz gelirlerinden elde eden bir ülkenin petrol fiyatlarında artışı sağlamak için bölgede tansiyonu yükseltmek için krize ihtiyaç duyduğu açıktır.
Türkiye, Suriye konusunu hiçbir zaman bir Türkiye-Rusya meselesi olarak görmediğini defalarca ifade etmiş, AK Parti iktidarları döneminde büyük bir ivme yakalayan Türkiye-Rusya ilişkilerinin zarar görmemesine büyük önem verdiğinin altını çizmiştir. Ancak Rusya gerek uyguladığı ekonomik yaptırımlar gerekse başlattığı Türkiye karşıtı kampanya ile krizi daha da derinleştirme yolunu tercih etmektedir.
Türkiye ve Rusya’nın dış politika önceliklerinin örtüşmediği kesin ancak ekonomik ilişkilerin rayına oturması her iki ülke için de arzulanan durum olmalıdır.
Rusya, Suriye üzerinden Türkiye ile yaşadığı siyasi ve askeri krizi ekonomik ve ticari ilişkiler, enerji jeopolitiği hatta müdahil olduğu bölgesel sorunlara genişletme niyetindedir. Rusya önceki kriz alanlarında gösterdiğine benzer biçimde reel politiğin gerektirdiği rasyonalitenin çok uzağında hareket etmektedir. Bu da Rusya’nın öngörülmesi zor olan adımlarına anlamlı cevaplar geliştirmeyi engellemektedir. Bununla birlikte Türkiye’nin Rusya’nın hava sahası ihlaline verdiği haklı tepki ve sonrasında bu haklı tepkiyi savunma noktasında gösterdiği kararlılık krizi tırmandırma değil, tam tersine yatıştırma yönünde olmuştur. Bundan sonra yapılması gereken, karşılaşılabilecek en ciddi sorun alanı olan enerji ve hali hazırda Rusya’nın uyguladığı ekonomik yaptırımlar konusunda tedbirler alması ve ikili ilişkiler konusunda yeni duruma uygun gerçekçi söylemler üretmesi olacaktır. Türkiye yeni Rus yayılmacılığının etkilediği her ülkede bununla yüzleşmek zorunda olan bir aktör durumundadır. Bu durum Rusya’dan çok Türkiye için bir meydan okuma oluşturmaktadır. Türkiye, Rusya’nın etkinliğini artırdığı her bölgesel sorunda zorluklarla karşılaşacağının farkındadır ancak söz konusu krizde olduğu gibi karşılaşacağı yeni problem alanları konusunda hazırlıklı olmak durumundadır.
Türkiye pek tabii ki Rusya ile ilk kez karşılaşmıyor; yüzyıllara yayılan, büyük oranda rekabet ve çatışmaya dayalı ilişki biçiminden miras edindiği önemli bir birikime sahip. Bu nedenledir ki son krizde de soğukkanlı tepkiler geliştirebildi. Türkiye ve Rusya’nın başta Suriye olmak üzere pek çok sorun alanında dış politika önceliklerinin örtüşmediği kesin, ancak kısa vadede olmasa bile ekonomik/ticari ilişkilerin yeniden rayına oturması her iki ülke için de arzulanan bir durum olmalıdır.