Görüşler

Tahran’ın Suriye krizine yaklaşımı

Tahran’ın Suriye krizine yaklaşımı

İran ve Fars dili ve edebiyatı alanında akademik çalışmalarını sürdüren İran uzmanı Cemalettin Tasken, Tahran’ın Suriye’deki krize yaklaşımını analiz ediyor.

2011 yılında beri yanı başımızda devam eden çatışma atmosferi, ciddi sorular ve sorunlar yumağını beraberinde getirmiş vaziyette. Şu an için dikkatimizi işin daha çok acil ve aktüel kısımları çekse de, sebepleri derinlerde yatan, bugünden yarına yok olmayacak meselelerin gönül coğrafyamızda cereyan ettiği günleri yaşıyoruz. Dolayısıyla olan-biteni daha iyi anlamlandırabilmek için objektifimizi uygun bir mesafeye ayarlamaya ihtiyacımız var. Suriye’deki krizi de bu anlayışla yaklaşmak gerekiyor.

Suriye’deki kaos, gerek bölgesel, gerekse küresel anlamda önemli değişimlerin önünü açmakla kalmamış; bölgesel ve küresel güçlerin, Ortadoğu’ya yönelik politikalarını da açığa çıkaran bir gelişme olmuştur. 2011 yılından bu yana ülkenin, bölgesel ve küresel güçlerin manevra alanı haline gelmesi, krizi çözmek yerine daha da karmaşık bir hale soktu. Derinleşen kaos, bölgede bulunan diğer devletlerin de politika ürettiği veya krize taraf olduğu bir süreci başlattı. Siyasi ve sosyal buhrana taraf olan ve başından beri Esed rejimini destekleyen devletlerden biri de İran. Tahran’ın neden Esed rejiminin yanında olduğu, bugüne değin en çok tartışılan ve üzerinden durulan konulardan birisi olageldi. İran’ın ülkedeki krize yaklaşımını dayandırdığı temel argümanları bilmek, Tahran’ın bundan sonraki tutumunu tahmin etmemize yardımcı olacak.

İran, köklü devlet geleneği, siyasi ve sosyal tecrübesi, kültürel farklılığı ve etki alanı bakımından Ortadoğu’nun önemli ülkelerinden birisi. İran’ın dış politikasında karar alırken dikkat ettiği hususları bilmek, tepkilerinin ve desteklerinin anlaşılmasına yardımcı olacak. Tahran’ın dış politikada dikkat ettiği hususlar, özellikle son yüzyılda gerçekleşen oldukça karmaşık siyasal ve toplumsal kırılmalar ve yaşadığı köklü toplumsal değişimlere dayanmakta. Bu yazı dizisinde İran’ın dış politika tutumu, Suriye krizindeki tavrı çerçevesinde değerlendirilmeye çalışılacak.

Bir ülkenin tarihi hafızası, olaylara yaklaşımı açısından önemlidir. İran’ın tarihi hafızası önemli tecrübeler ve kitlesel değişimlerin, İran siyasi ve sosyal yaşamına geniş etki yaptığı olaylarla dolu. İran, hem övgüyü hem de yergiyi hak eden geçmişi ve özgün medeniyet tahayyülü ile kendisini Ortadoğu’nun modern dönem devletlerinden farklı bir noktada konumlandırmayı, bir dış politika önceliği olarak görmekte. Bu amaçla hareket eden Tahran, özellikle 1979 İran Devrimi’nden sonraki etki alanını, -kısıtlı imkânlara sahip olmasına rağmen- başarıyla belirleyebilmekte. İran, etki alanı olarak tanımladığı coğrafyada, belirleyici unsur ve bölgesel güç olma kararlılığıyla çalışıyor.  İran’ın bu motivasyonunu destekleyen en önemli hususlar: Sahip olduğu ideolojik kararlılıklar, köklü devlet geleneği ve dünyanın önemli enerji rezervlerinden birisine sahip olması. Sahip olduğu jeo-stratejik ve jeo-politik konum, tarihin her döneminde İran’ın yanında olmasa da enerjinin önemli bir politika aracı olmasından beri İran, bölgede belirleyici bir kutup oldu. Özetle İran’ın, dünyanın önemli yer altı zenginlik kaynaklarından biri olan Hazar Gölü’ne kıyısı bulunan devletlerden olması, küresel petrol ticaretinin en önemli ayağını teşkil eden Umman- Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı (Bender Abbas) gibi su yollarının avantajına sahip. İlaveten, Ortadoğu ile Avrasya arasında bulunması, İran’ın bölgede neden aktör olduğunu anlamamıza yardımcı olacak.

Özellikle petrolün bulunmasıyla ülkeye yönelik başlayan siyasi, sosyal ve kültürel işgaller, İran’ın zihinsel birliğini pekiştirmiştir. İşgallerin ardından ikinci dünya savaşı sırasında ağır müdahalelere maruz kalması, İran’ın bölgesel ve küresel politikalarında beslendiği motivasyonlar olan Fars milliyetçiliği ve Şii tutuculuğunu güçlü hale getirmiştir. Bunun yanı sıra bütün tutuculuğuna rağmen etnik yapısı ve kültürel motiflerinin çeşitliliği nedeniyle dış dünyayla etkileşime açık olan İran; bu durumu zenginliği değil, zayıf noktası olarak görmüştür. Bu zayıflığı ortadan kaldırmak amacıyla İran, bir yandan dış politikada Batı’ya karşı şüpheci bir tavır takınırken diğer taraftan da Şii yayılmacılığına önem vermiştir. İran’ın bu yayılmacılığı, bölgedeki devletlerde önemli karşılık bulmuştur. Şii nüfusa sahip olan Körfez Ülkeleri’nde teveccüh gören İran’ın, Irak’la birlikte Suriye’de de kolayca alan bulması, stratejik ortaklığın yanında ideolojik yakınlığın bir sonucu olarak da değerlendirilebilecek bir husus.

Yukarıda da değinildiği üzere Suriye İran yakınlaşması, sadece “stratejik ortaklık” argümanıyla açıklanamaz. İran- Suriye dostluğunun temel yapı taşlarından birini de “Siyonizm ve Amerikan karşıtlığı” oluşturmakta. Bu karşıtlık, iki devletin stratejik çıkarlarının örtüşmeye başlaması ve ortak tehditlere karşı işbirliği yapmaları nedeniyle ittifaka dönüşmüştür. Söz konusu dostluk, 1980 yılında başlayan ve sekiz yıl devam eden İran-Irak savaşına dayanan bir tarih çerçevesinde şekillenerek bugüne kadar gelebilmiştir. 1979 İran Devrimi sonrası yaşanan kutuplaşma ve Batı’nın savaş esnasındaki ikircikli tavrı, Hafız Esad Yönetimi’nin savaş sırasında İran’ı desteklemesini beraberinde getirmiştir. Bu durum, İran’ın devrim sonrası geliştirdiği “Batı karşıtlığı” söyleminin yelpazesi de genişlemiştir.

Suriye ile İran arasında 1980’li yıllardan beri giderek sağlamlaşan bu ittifak, bölgede bugüne kadar süren bir iş birliğinin sağlam temellerini oluşturmaktadır. İran-Irak savaşı sırasında ortak düşman olarak görülen Saddam Hüseyin’e karşı Şam, Tahran’ın yanında yer almıştır. Söz konusu ortaklık karşılığında Hafız Esad ise İran’dan, İsrail’e karşı destek istemiş ve İran da bu fırsatı kaçırmamıştır. Bu birlikteliği destekleyen diğer bir etken ise Lübnan Hizbullahı’dır. Lübnan Hizbullah’ı ile ilgili her iki ülke de zaman zaman gerginlik yaşasa da, Suriye, İran’ın Hizbullah’a ve Filistin’deki direniş örgütlerine erişimi ve desteği açısından hayati bir öneme sahip olmuştur.

Mezhepsel ve ideolojik açıdan birbirlerine zıt olsalar da İran ve Suriye’nin tarihi ortaklığı, şaşırtıcı bir biçimde uzun sürdü ve sürmeye de devam edecek cinsten. Bu şaşırtıcılığın altında elbette mantıklı sebepler bulunmakta. Devrimci - İslamcı ideolojisiyle öne çıkan İran’la, Arap milliyetçisi (Baas Partisi) ve seküler bir yapısı olan Hafız Esed Yönetimi’nin İran-Suriye ittifakı, 1980’li yıllardan itibaren pek çok krizde beraber hareket etmiş ve ittifak, giderek konumunu sağlamlaştırmıştır. Bunun aslında pek de tartışılmayan diğer bir sebebi de savunma amaçlı kurulan birlikteliklerin daha uzun ömürlü olması. Gözlerden kaçan ve ortaklığı uzun ömürlü kılmasının yanı sıra güçlü tutan diğer bir etken ise İran ve Suriye rejimlerinin ideolojik yönden birbirlerine rakip olmamaları. Böylece İran ve Suriye’nin oluşturduğu birliktelik, pek çok krizle test edilmesine rağmen varlığını, bugünkü Suriye krizinde bile devam ettirebiliyor.

1980’li yıllardan itibaren test edilen ortaklığı sağlamlaştıran bir diğer etken ise 11 Eylül saldırısı ve bu saldırı ile ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik uygulamaya koyduğu politikalar. 11 Eylül saldırıları ve devamındaki ABD’nin 2003’teki kanunsuz ve pervasız Irak işgali, İran ve Suriye arasındaki ittifakı ve bağı güçlendirmeye matuf en önemli etkenlerden birisi oldu. İşgal sonrası, Saddam Hüseyin’in ortadan kaldırılması, Tahran-Şam ittifakının en önemli ortak düşmanının yok olması anlamına gelse de ABD’nin Suriye ve İran’ı içine alan askeri bir operasyon yapma iddiaları, İran-Suriye iş birliğini, daha da güçlü hale getirdi. Ayrıca Batı’nın 1979 Devrimi’nden bu yana İran’ı “Şer Ekseni”nin bir parçası olarak görmesi, Suriye’yi de hedef haline koymuş, bu durum, Tahran-Şam ortaklığını pekiştirmiştir.

ABD’nin, kısa süreceğini tahmin ettiği ve uzun yıllar Irak bataklığına saplanıp kaldığı 2003 Irak operasyonu, Şam ve Tahran’ı, iş birliğinin artırılarak devam etmesi hususunda cesaretlendirdi. Irak’taki kaos esnasında İran, Suriye ile olan ortaklığını güçlendirmekle yetinmemiş, Irak’taki Şii nüfuza etki etme fırsatını da elde etmiştir. İran’ın işgal sonrası Irak’taki Şii nüfus üzerindeki etkisi, Arap Baharı ile başlayan sürecin sonunda meydana gelen iç savaşlar ve IŞİD türü radikal terör gruplarının ortaya çıkması İran-Batı işbirliğine bile dönüşmüştür.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir