Kudüs İbrani Üniversitesi İsrail Çalışmaları bölümünde yüksek öğretimini tamamlayan ve Şangay Üniversitesi Küresel Yönetişim Araştırma Merkezi’nde Araştırma Görevlisi olan Selim Han Yeniacun, Yahudi Ulus-Devlet Yasası’nın ne anlama geldiğini değerlendiriyor.
30 Mart 2018 tarihinde başlayan ve her cuma, Gazze’ye uygulanan tecriti kınamak için düzenlenen “Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü” gösterileri muhtemelen hepimizin malumudur. Zira taraflar arasında süregelen çatışma ve mücadele sahada kalmayıp sosyal medya ve propaganda savaşı halini almış vaziyette. Bahardan bu yana devam eden ve İsrail-HAMAS arasında yer yer karşılıklı saldırılara dönüşen bu sinir harbi, gösterilerin on yedinci haftasında ise çok daha ciddi bir krize dönüşmüş vaziyette. Lakin bu sefer, önceki dönemlerde görmeye ve izleyemeye alıştırıldığımız şekliyle ne sınır ötesi operasyon ne Filistinli sivillerin bombalanması ne de Gazze’deki insanlık dramı bu krizin ana konusunu oluşturmakta. Cuma günü resmi bir oturum olsa muhtemelen Cuma günü, gösterilerin olduğu güne denk gelecek şekilde, oylanacak olan fakat Yahudilerin kutsal günü Şabat’tan önce sıkıştırılması göze alınamayan “Yahudi Ulus-Devlet Yasası” 19 Temmuz 2018 tarihi itibariyle İsrail meclisinde (Knesset) resmen yasalaştı. İşte bu kriz belki de pek çok çevre tarafından 2011 yılından beri süregelen İsrail aşırı sağının bir talebi olarak okunsa da zamanlama ve dış politika açısından da ciddi hamleler içeren bir temel-kanun maddesi olarak tarihteki yerini almıştır. Temel-yasaların ya da temel-kanunların, hangi ifade ile kullanırsak kullanalım, tabiatı ve İsrail Devleti’nin hangi dönemlerde çıkarmış olduğunu incelersek “Yahudi Ulus-Devlet Yasasının” ya da resmi tam adıyla “Yahudi Halkı için İsrail Ulus-Devleti Yasasının” içeriğine de geniş bir perspektiften bakabileceğimiz kanaatindeyim.
DÜZENSİZ ORKESTRA
Bildiğimiz anlamda yazılı anayasa ile kendini bağlamaktan kaçınan bir ülke olan İsrail Devleti, Siyonizmin ilk ortaya çıktığı dönemlerdeki muğlak karakterini ve yorumlar ile yaygınlaştırılabilecek sınırlarını devlet yönetim sistematiği içerisine de aktarmıştır. Yahudi toplumunun binlerce yıl süren sürgün ve yurt edinme döngüsünün yanı sıra ayrıntılı dini yorumlamaların (Talmud) da zamandan zamana hahamdan hahama da farklılık gösterdiği düşünülünce böylesine ucu açık ve üstten alta yayılan bir irade ile değiştirilmesi muhtemel bir yasalar sistemi ortaya çıkması da pek şaşırtıcı değildir. İsrail devleti ortaya çıktığı günden bugüne adeta birlikte ritim tutturması zor olan enstrümanların ve aynı anda yönlendirilme becerileri muğlak koro şefleri tarafından bir sonraki eserin bir öncekinden alakası olmayacak şekilde icra edildiği bir konser salonu halini almıştır. Her daim izleyici olan dünya kamuoyu ise bu bestesi güftesine uymayan, ritmi bozuk karmaşık eserlerin çalınışı esnasında enstrümanların ancak “bam” tellerine basıldığında salonu terk edebilmiştir. Velhasıl, her yeni koro şefi tarafından herhangi bir beynelmilel kaideye uygun olmayan bu sanatın icrasının da “kendilerine özgü” olduğu savunulmuştur.
Efendim, bu salonda kurallar, eserler, enstrümanlar ve hatta izleyiciler değişmektedir. İşte anayasa ile tüzel kişiliğini kendi hakimlerine ve baştan koyacağı kurallara bağlı hissetmeye hazır olmayan İsrail geçtiğimiz günlerde de kendi geleceğini teminat altına almak için parlementolarından çıkartmış oldukları 12’nci temel yasayı da onayladı. Hem bir katı anayasa yaptırımından uzak hem de temel kural ve kaideleri belirlemeye yönelik hazırlanan “temel yasalar” İsrail devletinin de facto anayasası konumunda olsalar da aslında Yahudi Devleti mantalitesinin menfaatlerini sarsacak konularda da esnekliğe haiz kanunlar silsilesidir. Temel kanunları değiştirmek için Knesset toplantı yeter çoğunluğu 120 sandalyenin üçte ikisi kadar olurken kanun değişikliklerinin meclisten geçmesi için salt çoğunluğun onayı yeterlidir (61/120). Fakat İsrail’de kurulan koalisyonların genel olarak dört ya da beş hatta bazen altı partiden oluştuğu düşünülürse ve dahi muhalefetin de bir o kadar bölünmüş yapıda olduğu göz önünde bulundurulursa (İktidar: Likud, Kulanu, Yahudi Evi, Şas, Birleşik Tevrat Yahudiliği, İsrail Evimiz; Muhalefet: Arap Birleşik Listesi, Siyonist Birlik, Yeş Atid, Meretz) temel yasa halinde kabul edilmiş kanun maddelerinin değiştirilmesi çok da kolay gözükmemektedir. Knesset “temel yasalar” ile çelişen herhangi bir kanunu geçiremez aksi takdirde anayasa mahkemesi bunu temel kanunlara aykırı bularak reddetmektedir. Bunun yanı sıra bu yasaların herhangi bir olağanüstü hal durumundan da etkilenmesi yahut değişikliğe uğratılması mümkün olmamaktadır.
BENZER-TEMEL YASALAR
İsrail Devleti kurulduğu günden bugüne Knesset tarafından kabul edilen “temel yasalar” sırasıyla şu şekildedir: Knesset Yasası (1958), İsrail Toprakları (1960), Devlet Başkanlığı (1964), Hükümet (1968), Devlet Ekonomisi (1975), Ordu (1976), İsrail’in Başkenti (!) Kudüs (1980), Yargı (1984), Devlet Denetimi (1988), Kişi Hak ve Hürriyetleri (1992), İşgal Serbestliği (1992), Yahudi Devleti Yasası (2018). Bunların yanı sıra “temel yasa” olarak tanımlanmasalar da devletin işleyişi ile ilgili önemli nizamnameleri barındıran bazı kanunlar ise “Şibih (benzer)-temel yasa” hükmünde muamele görürler. Zira bu yasalar ülkenin siyasal kültürüne etki ettikleri için siyasi geleceğin muhafazası açısından normal bir yasadan hukuken olmasa da siyaseten hiyerarşik olarak üsttedirler. Örneğin, ana hatları Osmanlı ve İngiliz hukukundan atıfla oluşturulan kanun ve yönetim düzenlemesi (1948), Yahudiler için geri dönüş yasası ve kadınlar için eşit hakların düzenlemesi kanunnamesi (1951), Yahudi olmayan nüfusun entegrasyonu için çıkarılan milli yasa (1952), yargılama kanunu (1953), mahkemelerin düzenlenmesi ve yargıç atamalarına ilişkin kanun (1969) gibi kanunlar devlet işleyişi ile doğrudan ilişkilidirler ve temel kanun seviyesinde bir meşruiyete haizdirler. Lakin bu kanunlardaki değişiklikler, temel yasalarda görülemeyecek şekilde, hükümet değişimleri neticesinde sık olmasa da yapılabilmektedir.
İsrail Devleti’nde “temel yasaların” içeriklerinin önemi ise devletin kazandığı mevzileri tescilleme maksatlı olmuştur. Yönetim sistemi, seçimler yahut işgaller kararlaştırıldıktan/yapıldıktan sonra gerçekleşmiş sonuçların resmen tescillenmesi mahiyetinde yasalar temel yasa olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin; Kudüs’ün işgalinden sonra, İsrail tarafından başkent olduğunun iddia edilişi bir temel yasa konusu olmuştur. Hukuk sisteminde Osmanlı ve İngiliz hukukundan yararlanan İsrail, Knesset vasıtası ile yeni hukuk sistemine geçişinden sonra “yargı” hakkında bir temel yasa çıkartmıştır. 1990’ların başında Oslo süreci ile barış görüşmeleri atmosferine uyum sağlama adına aynı döneme denk gelen “Kişi Hak ve Hürriyetleri” temel yasasını da rahatlıkla dönemin siyasi atmosferi üzerinden okuyabiliriz. Bugün geldiğimiz noktada ise “Yahudi Ulus-Devlet Temel Yasası” da siyasi ortamın ve hükümetin tırmandırdığı gerilimin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Devlet içi/devlet dışı muhalefetin İsrail’in tüm kanun sistematiği içerisinde yok sayılışının başlangıcı olan bu temel yasa, günümüz ulus devletlerin azınlıklarına tanıdığı hakları İsrail’in bizatihi kendi meclisinde vekil olanlara bile çok gören bir şekilde kabul edilmiştir.
DEMOKRAT MIYIZ YAHUDİ Mİ?
İşte belki de son geçen temel yasayı tarif eden en iyi sorunsal budur. Her ne kadar Başbakan Bünyamin Netanyahu, Theodor Herzl’in hayallerini Yahudi Ulus-Devlet Temel Yasası ile gerçekleştirdiklerini iddia etse de İsrail’in kuruluş bildirgesinde yer alan tüm ulusların, ırkların ve cinsiyetlerin ayrıma tutulmaksızın eşit haklara sahip olacağı maddesini çiğneyip atmışlardır. Evet, belki de Herzl’in sınırları ve şekli muğlak Siyonizm’ini bir kanun maddesine yüklenebilmesi başarılmıştır fakat devlet olmak daha doğrusu David Ben Gurion’un “memlahtiyut” diye tabir ettiği “devletli olmak” prensibindeki anayasa, kanun, nizam ve adalet meseleleri bu ırkçı yasa ile rafa kalkmıştır. Ha yeri gelmişken de belirteyim, sonra müşkil durumda kalmayalım: Ben-Gurion’u (kurucu başbakan) evrensel ilkeler ışığında hareket eden ideal bir lider olarak gördüğümden değil lakin kitabı, usulu muhafaza ederek bir devlet politikası yürütmeye çalıştığından bu örneğin konusu kıldım. Mevcut İsrail hükümetinin ise keyfi kanunlar ile bakkal hesabı tutarak devlet yönetmeye başladığı ise apaçık ortadadır.
Pekala, İsrail devleti bugüne kadar tatbik ettiği her uluslararası politikada kendisini “Ortadoğu’daki tek batılı demokrasi” diye tanımlayıp “demokratik bir Yahudi devleti” tanımını kendisine uydurmaya çalışırken ne oldu da demokrasinin son kırıntılarını da bu tanım içerisinden süpürdü? Cevap ise aslında dışarıda desteklediği İsrail-Filistin barış senaryoları öncesi kendi devleti içerisinde otorite ve karar mekanizmalarının tamamen kontrolü ile ilişkilidir. Barış senaryoları ise malumunuzdur; Kudüssüz, ordusuz, gümrüksüz ve Filistin halkının bulunmadığı bir Filistin şeklindedir. Bunun yanına ilaveten devletin sembolleri, resmi ve dini tatilleri, takvimi, resmi dili gibi kültürel öğeler de Yahudi toplumunun tek elinde olacak şekilde eklenince tam anlamıyla toplumun katmanlarının Yahudi olmayanların dezavantajlı olacağı bir şekilde şekillenmesinin önü açılmıştır. Aslında yazımızın içeriğinde bulacağınız üzere bu son temel yasa ile kanunlaştırılan pek çok mesele zaten İsrail tarafından daha önce yasalaştırılmış vaziyettedir. Fakat bu seferki temel yasa ile toplu halde devletin künyesini oluşturması, devletin kaderini tayin etme hakkının yalnız Yahudilere verilmesi (ki bu seçim ya da yönetim sisteminde ne gibi değişiklikler getirecek göreceğiz) ve resmi dil olarak kullanılan Arapça’nın kaldırılarak sadece İbranice’nin resmi dil olarak kullanılması ise bu yasanın temel odak noktalarını oluşturmaktadır.
Yasaları parlementerler onaylayabilir, değiştirebilir ya da kaldırabilirler. Peki ya nüfusu ve kültürel şok dalgasını? Ortalama 8 milyon nüfusa sahip olan İsrail içerisinde 2 milyona yakın Arap, İsrail vatandaşlığı altında yaşamaktadır. Suudi Arabistan’ın, Mısır’ın ve Ürdün’ün desteği ile “Yüzyılın Anlaşması” adı altında Gazze ve Batı Şeria’daki 4 milyonun üzerindeki Filistinli ile 3 milyonun üzerindeki Filistinli mülteciyi görmezden gelmeyi başaran İsrail, kendi hudutları içerisindeki 2 milyon Arap vatandaşını da görmezden gelmeyi başarabilecek midir? 55 hayır oyuna karşın sadece 62 evet oyu ile meclisten geçerken, bu kadar çok parçalı yapıda olan bir toplumun ne kadarının temsil edildiği düşünülmektedir? Şüphesiz yine Başbakan Netanyahu’nun dediği gibi bu yasa İsrail için bir dönüm noktasıdır. Dönemecin sağa-sola mı yoksa yukarı-aşağı mı olduğunu ise dirayetli olabilirse bu coğrafyanın idarecileri, olamazlar ise zaman söyleyecek.