Görüşler

Prof. Dr. Ramazan Gözen yazdı: Militarist selefi terörün nedenlerine dair

Prof. Dr. Ramazan Gözen yazdı: Militarist selefi terörün nedenlerine dair

Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden Prof. Dr. Ramazan Gözen, Selefiliğin terör yöntemini hangi faktörlerin etkisiyle kullandığı sorununa eğiliyor.

PROF. DR. RAMAZAN GÖZEN

Dünya, özellikle 11 Eylül 2001’den itibaren giderek artan ve yaygınlaşan terör saldırılarına şahit oluyor. Tüm insanlık; en sonuncusu Stockholm ve Kahire’de, daha önce İstanbul’da, Ankara’da, Kayseri’de, Berlin’de, Paris’te, Orlando’da ve diğer büyük şehirlerde yeni bir tür terör saldırısı ile karşı karşıya. Terör felaketi, uluslararası gündemin en önemli sorunu haline gelmiş durumda. Hatta terör aracılığıyla farklı şekilde bir dünya savaşının yaşandığını söyleyebiliriz. Bu savaşın aktörleri, bir tarafta adı Ahmed, Muhammed gibi Müslüman kimlikler ve bunların örgütleri olan El Kaide ve IŞİD; diğer tarafta bunların “kafir” olarak tanımladıkları, kendisi dışındaki hemen hemen tüm insanlık... Militarist selefi bir din yorumunu şiddet ve terör yoluyla uygulamaya çalışan kolektif ve/veya bireysel teröristler sadece modern, laik hayat tarzına sahip gayrimüslimlere değil, aynı zamanda kendileri gibi düşünmeyen tüm Müslümanlara karşı da derinleşen ve yaygınlaşan bir şiddet ve saldırganlık sergiliyor. Militarist Selefiliğin terör yöntemiyle sürdürdüğü bu savaştan sadece kurbanları ve mağdurları değil, ayırımsız ve orantısız şekilde tüm insanlık zarar görmektedir. Daha da ötesinde, bu terör salgını, “bir insanın haksız öldürülmesi, tüm insanlığın öldürülmesidir” şiarına sahip olan İslam dininin imajını ve varlığını da dünya çapında tahrip etmektedir. 

Westfalya Düzeninin Tesiri

Bu sorunu ve nedenlerini doğru teşhis edebilmek için cesaretle ve objektif bir şekilde analiz yapmak ve militarist Selefiliğin doğuşunda rol oynayan faktörlere yoğunlaşmak gerekiyor. Bu bağlamda elbette ki farklı düşünce açılarından ve akademik disiplinlerden farklı analizler ve tespitler yapılabilir.  Ben soruna uluslararası politika bağlamında makro bir bakış açısı geliştirmeye çalışacak ve dört nedenine yoğunlaşacağım:

Birincisi, İslam’ın ve Müslümanların Batı merkezli Westfalya uluslararası sisteminin tarih, din, sosyoloji, ekonomi-politik ve uluslararası ilişkiler ve örgütler içindeki dezavantajlı yapısal konumudur.

İkincisi, özellikle Batı Avrupa’da ama genelde tüm ülkelerde yaşayan Müslümanların varlıkları ve durumları meselesidir.

Üçüncüsü, tüm Müslüman toplumlarda İslam ve Müslümanlığın yorumu ve güncelliğiyle ilgili daha çok teo-politik alanda yaşanan sorunlardır.

Dördüncüsü, başta Afganistan, Suriye, Irak olmak üzere tüm İslam ülkelerinin karşı karşıya bulunduğu neo-emperyalist saldırı ve sonuçlarıdır. Bu analizimin militarist Selefi terörün nedenlerinin anlaşılmasına dönük objektif bir çaba olduğunu ve çözümünün de bu parametreler çerçevesinde düşünülmesi gerektiğini özellikle not etmeliyim.

Uluslararası sistem yaklaşık beş asırdır Batı merkezli değerler ve güçler tarafından şekillenmektedir. Westfalya düzeni olarak bilinen uluslararası sistem, 17. yüzyıldan itibaren Avrupa tecrübesinin doğurduğu modernizm paradigmasının etkisi altında gelişmiştir. Egemenlik, modernleşme, eşitlik, ulus-devlet gibi değerler üzerine kurulan Westfalya düzeni, 20.yüzyıla gelindiğinde tüm dünyayı kuşattı ama savunduğu bu ilkeleri ve değerleri tam olarak uygulamaya koyamadı. Bu başarısızlığın en belirgin örneğini Müslüman toplumların ve ülkelerin bu düzene entegrasyonunda görmek mümkündür. Müslüman toplumlar, özellikle Osmanlı imparatorluğunun yıkılması sonucunda, Westfalya düzenine emperyalist yöntemlerle eklemlendiler ve böylece patolojik bir yapının oluşmasında rol oynadılar. Bu oluşumda başrolü emperyalist süreçler oynamış olsa da Müslüman toplumlar ve ülkeler de Westfalya düzeninin adaletsiz işleyişine katkı yaptılar. Müslüman ülkeler bu düzende kendilerini geliştirmek ve güçlendirmek yerine Batılıların desteğiyle eklemlenmiş konumlarını korumaya çalıştılar ama kendi iç ve dış politika sorunlarını çözebilme becerisini gösteremediler.

Benzeri bir adaletsiz ve patolojik yapı, Avrupa ve Batı ülkelerinin kendi içinde oluştu. Westfalya’nın baş aktörleri, dünyayı kendilerine benzetmeye çalışırken aynı zamanda dünyanın değişik coğrafyalarından getirdikleri Afrikalı, Asyalı, Müslüman ve diğer kimliklerdeki insanlardan yararlanmaya çalıştılar. Milyonlarca Müslüman kendi ülke ve vatanlarından koparılıp Batı sanayii için işgücü olarak “ithal edildiler”. Fransa’da Cezayirliler, İngiltere’de Hintler ve Pakistanlılar, İtalya ve diğer Akdeniz Avrupa ülkelerinde Kuzey Afrikalılar, 19. ve 20.yüzyılın sanayileşme süreçlerinde işçi sınıfı olarak istihdam edildiler. Bu kesimlere fiktif olarak eşitlik, özgürlük ve kardeşlik hakları verilmiş olsa da, aynen Westfalya düzeninde olduğu gibi, bu haklar tam olarak uygulanamadı. Müslüman bireyler ve kesimler modern Avrupa ve Batı toplumlarına sağlıklı bir şekilde entegre olamadıkları gib, hem din, kültür, eğitim, sosyoloji süreçlerinin hem de devlet sistemlerinin yetersizlikleri sonucunda merkezin dışına itilip gettolarda konumlandılar. Bu patolojik eklemlenme hali, ne kenardaki gettoları tatmin ediyordu ne de merkez toplumları ve devletleri. Bu nedenle, Batı içinde uzun zamandır ciddi bir sosyal kopuş ve kriz yaşanıyor, bu gettolarda sıkışıp kalmış olan Müslümanlar yaşadıkları ülkelere ve dünyaya yabancılaşıyorlardı.

NEDENİ ÇÖZÜLEMEYEN SORUNLAR

Bu uluslararası ve ulusal patolojik yapılar, iki nedenle çökerek karşılıklı düşmanlıklar oluşturdu: Birinci neden, Soğuk Savaş sonrasında doğan ideolojik ve jeopolitik boşlukta Batı’nın Orta Doğu ve diğer İslam ülkelerine dönük neo-emperyalizmi, askeri işgalleri ve diğer politikalardır. Burada Sovyetlerin Afganistan’ı işgali, Bosna trajedisi, ABD ve Avrupalı ülkelerin Irak’ı 1990-91 ve 2003 yılında işgal etmesi öncü olaylardır. Bu işgallere ilaveten on yıllardır devam eden İsrail’in Filistin’i işgali; yerel, bölgesel ve küresel Müslüman dimağında haksızlık ve onur meselesi olduğu kadar bölgede büyük bir jeopolitik güç boşluğu doğurdu. Çözülemeyen sorunlar, sadece kaos yaratmadı, aynı zamanda militarist Selefilik için yeni bir yeşerme, palazlanma ve eylemler yapma ortamı doğurdu.

Bu noktada, sorunun üçüncü kaynağına odaklanmak gerekiyor: Militarist Selefiliğin, özellikle Avrupa ülkelerinde yaşayan dezavantajlı Müslüman gençler arasında yaygınlaşması meselesine. Petro-dolar sahibi ülkeler tarafından desteklenen Avrupa ve Batı ülkelerindeki camilerde, merkezlerde, derneklerde ve genel olarak halk arasında giderek yaygınlaşan bir özcü/köktenci bir İslam anlayışı ve askeri cihatçılık gelişti. Kur’an ve Sünneti salt literal/lafzi olarak anlayan ve mevcut sorunların ancak bu tür bir anlayışla, savaş ve terör yöntemleriyle çözülebileceğine inanan bir genç nesil ortaya çıktı. Bu nesil, kısmen Soğuk Savaş paradigmasındaki Mısır ve Pakistan kaynaklı eserlerden kısmen de kendi toplumlarındaki ve dünyadaki Müslüman ülkelerin çözülemeyen sorunlarından etkilenmiş olup çare olarak aynen işgalciler gibi militarist bir yöntemin hayata geçirilmesi gerektiğine inanmaktadır. Öğreti ve örgütleri, ağına düşürdüğü Avrupalı, Türkiyeli ve diğer ülkelerdeki tüm gençleri Müslüman ülkelerdeki haksızlıkların çözümünün (Darul Harp’te) ancak şiddet ve terör kullanılarak, yani “savaşa karşı savaş” yapılarak mümkün olabileceğine inandırdı ve bunu doktrinleştirdi. Bu doktrin ve bilinçlenme süreci güncel olaylardan da bağımsız değildir.

Dördüncü olarak, bugün, militarist Selefiliğin merkezinde özellikle Suriye iç savaşı yer almaktadır. ABD, Fransa, İngiltere gibi Batılıların yanında Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar’ın öncülüğünde Esad rejimini değiştirme politikası amacına ulaşamayınca İran ve Rusya’nın da katkısıyla ülkede ve bölgede güç boşluğu ortaya çıktı. İşte bu noktada, yukarıdaki üç grup dinamik bir harekete geçti:

1) Avrupa ve Batı, Orta Doğu’yu yeniden dizayn etmek için Arap Baharı sonrasında neo-emperyalist bir süreç başlattı,

2) Batı ülkelerinde yaşayan militarist Selefiler, kısmen kendi iradeleri ile kısmen de istihbarat kanalları tarafından kullanılmak üzere bölgeye aktılar (ki burada Batılıların, bu Müslüman Selefileri böylece içlerinden temizleme hesapları da vardı)

3) Bölgede ve diğer Müslüman ülkelerde militarist Selefi doktrinden etkilenen veya kandırılan dezavantajlı gençler, militarist Selefiliğin ürettiği cihatçılık kisvesindeki küresel ağa düştüler; Suriye’yi ve bölgeyi neo-emperyalizmden kurtarmak ve yeni bir hayat (asr-ı saadet) kurmak amacıyla ya şehit ya gazi olmak adına terör ve vahşete yönlendirildiler.

Militarist Selefiler, aynen Westfalya ve Avrupa düzenlerine karşı olduğu gibi şimdi de Suriye’de, Irak’ta ve Orta Doğu’da kendileriyle mücadele edenlere karşı güya cihat ettiklerini düşünmektedirler. Modernistlerden, laiklerden, Batılılardan, kendileri gibi olmayan Müslüman toplumlardan, hülasa tüm insanlıktan terörizm yöntemiyle güya “rövanş” alarak Westfalya, Avrupa/Batı, Orta Doğu ve tüm Müslüman bölgelerdeki düzenleri yıkabileceklerini sanmaktadırlar. Bu düzenlerin sembolik noktalarına, havaalanlarına, turizm merkezlerine, eğlence salonlarına, kutsal mekânlarına, tören alanlarına saldırmakta; böylece hem İslam’ın muazzez değerlerini ve varlığını hem de İslam ülkelerini ve dünyayı tehdit etmektedirler.

Ezcümle; militarist selefi terör, tarihi ve güncel sorunların birlikte ürettiği karmaşık bir patoloji olup buna karşı mücadelede başarılı olmak için tüm nedenlerin/faktörlerin birlikte dikkatte alınması gerekir.

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir