Öyle bir zaman gelecek ki...
2000’lerin başında biri çıkıp şöyle deseydi herhalde kimse inanmazdı:
Öyle bir zaman gelecek ki; dindar bir iktidar Doğu Perinçek’i kendi televizyon kanallarında ağırlayıp, Besim Tibuk’un televizyon kanalını kapatacak.
Bu iki ismin karşı karşıya geldiği 90’ların çok izlenen televizyon tartışmalarını hatırlayanlar, 20 yıl önce bunun neden insanlara inanılmaz geleceğini anlayacaktır.
Çünkü o televizyon tartışmalarında, Doğu Perinçek, 28 Şubat’ı, başörtüsü yasaklarını, 27 Mayıs’ı, hatta Miloseviç’i savunurken karşısında Liberal Demokrat Parti’nin genel başkanı Besim Tibuk olurdu.
O yıllarda bu kadar net ve cesur konuşan sözcüleri olmayan muhafazakarların kahramanlarından biriydi Besim Tibuk.
Tabii sadece televizyon programlarından tanınmıyordu.
Kumarhaneleri, otelleri olan varlıklı seküler bir işadamı iken siyasete 90’ların başında yeniden açılan Demokrat Parti’nin İstanbul İl Başkanı olarak girmişti.
Şimdi 90’lar diye özetlenince herkesin ne denmek istendiğini anladığı zor zamanlarda, 1993 yılında verdiği bir röportajda bölücülüğün Türkiye’den çok bölücülerin zararına olacağını yine kendi tarzıyla çarpıcı bir şekilde anlatmaya çalışırken söylediği ‘Güneydoğu’da yaşayan halk ayrılmayı istiyor mu bunu öğrenmenin yolu halkoylamasıdır, halk isterse bir Kürt devleti kurulabilir, üç il bu kişilere verilir’ cümleleri için hakkında terör propagandasından dava açılmış, DGM’de yargılanmış, bugün söylense ertesi gün evinin basılıp tutuklanacağı bu sözler için mahkeme tutuksuz yargılanmasına karar vermişti.
DP’den ihraç edilmesine neden olan bu ilk radikal çıkışı, son radikal çıkışı olmadı.
1994’de daha sonra adı Liberal Demokrat Parti olarak değiştirilecek Liberal Parti’yi kurdu.
90’ların karanlığında insan hakları ihlallerine karşı 24 saat hizmet veren bir telefon hattı kuran bir partiydi LDP.
Besim Tibuk, televizyon konuşmaları, gazete röportajları, basın toplantıları ve konferanslarında söyledikleriyle muhakkak kendinden bahsettirmeyi başarıyordu.
Bugün daha çok TRT ekranında “TRT’yi satacağım” çıkışı, ofsaydı kaldırma vaadi gülümsenerek hatırlanıyor.
Ama 1994’de televizyonda söylediği “İktidar olsak ne yaparız açık söyleyeyim, Harp Okulu’nu Ankara’dan çıkarırım. Her ihtiraslı subayın altında yürüyecek yok öyle şey, Çankırı’ya,
Eskişehir’e yollarım. Muhafız alayını kaldıracağız. Her darbede önce kendi Cumhurbaşkanı’nı darbecilere teslim eden Muhafız Alayı’nı ben tarihten silerim. Ankara’da tank taburunun işi yok” sözlerinin değeri ise ancak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra anlaşıldı.
Henüz bu kadar maliyetsiz değilken tek parti dönemini, 27 Mayıs’ı, darbecileri yerden yere vuruyor, şaşkın bakışlar arasında birlik ve beraberlik sözünün faşizm olduğunu söylüyor,
Patrikhane’nin ekümenik sıfatı olmasının Türkiye’nin hayrına olacağını savunuyordu. Türkiye, Kardak krizinde savaş havasına girmişken basın toplantısı düzenleyip “Kayalık buralar hiçbir işe yaramaz, Türkiye ile Yunanistan 400’er metrekarelik kayalık hediye edeceğim, savaşmayın bunun için” demiş, Rusya’nın baskılarının arttığı, Türkiye’nin sesini çıkaramadığı yıllarda
Çeçenistan’a destek vermiş, Çeçenlerin Türkiye kaçmasına yardım etmişti.
Üslubu, benzetmeleri, esprileri, hiddeti ve rahatlığıyla küçük bir partiye göre büyük bir ses çıkarıyordu.
Özellikle de herkesin sustuğu 28 Şubat’ın en zor günlerinde.
O günlerde askerlere ve merkez medyaya karşı, Hasan Celal Güzel ile birlikte en çok onun sesi duyulurdu.
Hasan Celal Güzel, DGM’de yargılanırken ve hapisten çıkarken yanında Besim Tibuk vardı.
İstanbul Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan, okuduğu şiir için hapse gitmeden önce de son ziyaretçilerinden biri Tibuk’tu.
O günkü gazetelerde çıkan haberlere göre görüşmede şöyle demişti:
“Erdoğan İstanbul'a hizmet etti bundan sonra da Türk demokrasisi ve insan haklarına hizmet edecek”
Çiller için “halkı aptal yerine koyuyor” dediğinde, Ecevit için “dış politikadan anlamaz, kuru solcu ancak slogan atar” diye konuştuğunda ikisi de başbakandı, askerlerin en kudretli yıllarında televizyonlarda “Genelkurmay Başkanı kim ki” diye çıkışlar yaparken de başına bir iş gelmemişti.
2002 seçimlerinde LDP’nin aldığı bindelik oya kızıp, siyaseti bıraktı. Otelleri ve kumarhaneleri olan KKTC’ye yerleşti.
Çok nadir çıktığı televizyon programlarında ve yayınlanan hatıralarında, AK Parti’ye ve muhafazakar kesime epeyce eleştirel bakmaya başladığı, 28 Şubat’ta verdiği destekten pişmanlık duyduğu, liberalizm sınırları içinde kalmakla birlikte Müslüman ülkelerde demokrasi olamayacağı gibi fikirleri savunmaya başladığı görüldü.
Ama 22 Nisan 2020 günü sahibi olduğu KKTC’de yayın yapan Diyalog Tv’de her hafta katıldığı “Dünya’ya Bakış” programında söylediği şu sözler hoşgörüyle karşılanmadı:
“Son 1 aydır Türk Lirası’nın buralara gelmesi, Türk hükümetinin ekonomiyi bilmemesidir. Bir konuda en kötü şey nedir biliyor musun yarı cahildir, yarı bilendir...Türkiye’de, şimdiki ekonomi maalesef, bu kadar acemilik olamaz. Türk parası zaten geçmişte yapılan yanlışlar yüzünden 3.5-4 lira olacağına önce 5-6 lira oldu, şimdi 7 liraya çıktı. Niye? Niye biliyor musun? Hep Batı finansına posta koyma, biz bize yeteriz havası, IMF’yi öcü gibi göstermek, Batı düşmanlığı yapmak yüzünden... AKP idaresinin Kıbrıs’a olumlu baktığını düşünmüyorum. Türkiye’nin KKTC’yi yüz üstü bırakması hoş bir şey değil, bu da AKP’nin Kıbrıs’a olan düşmanlığından geliyor. Ulaşımda Türkiye, yine buraya büyük kazık atacak, uçak biletleri pahalı olacak...Çok kötü etkilenecek ekonomik krizden Kuzey Kıbrıs. Ben isterdim ki Kuzey Kıbrıs Türkiye’ye değil de İngiltere’ye bağlı olsun... Kavala içeride. Tek başına Türkiye’yi rezil eden bir olaydır...Adamın ne casusluğu be. Kavala neyin casusluğunu yapacak ya!. Bir ülke bu kadar aşağılanır mı? Bir ülkeye bu kadar kötülük yapılır mı?... İmajı biraz düzelt ya. İki tane gazeteciyi hapiste tutman, Kavala’yı hapiste tutman sana şeref mi kazandırıyor, hayret.”
https://www.youtube.com/watch?v=fwoD6zFvN-c
52 dakikalık programda kanalın bağlı olduğu KKTC’deki hükümeti ve bakanları da sert sözlerle eleştirmiş, hatta isim vermeden eski bakanlar için “aptal mısın, hasta mısın” gibi cümleler kurmuştu ama alınganlık gösteren Anavatan Türkiye oldu.
Bu program üzerine RTÜK, Diyalog TV’nin Türksat’taki yayınını "Dünyaya Bakış programında Besim Tibuk'un bazı ifadelerinin Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret niteliği taşıdığına ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığına ve bölünmez bütünlüğüne zarar verdiğine hükmederek” durdurdu.
Kanalı ikaz dahi etmeden, kimseye söylenmeden gelen bu deli dumrul kapatma kararına ilk tepkiyi KKTC’nin RTÜK’ü olan Yayın Yüksek Kurulu gösterdi:
“Muhatabımız ve kardeş kuruluşumuz olan RTÜK’ün, ülkemizi ilgilendiren bu tür kararlar öncesinde, bir devlet geleneği hassasiyetiyle, Kurul’umuza önceden bilgi verilmesi gerektiğine inanmaktayız.”
Türkiye’nin kendi basın özgürlüğü standartlarını KKTC’ye de bu şekilde dayatmasına karşı günlerdir Kuzey Kıbrıs’tan yükselen tepkiler, medya özgürlüğü konusunda Yavruvatan’ın Anavatan’dan daha olgun olduğunu gösteriyor.
Karara karşı Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’dan, Serdar Denktaş’a ve muhalefet parti liderlerine kadar her kesimden açıklamalar geliyor.
Türkiye ile yaşadığı son krizde bizzat Besim Tibuk tarafından aynı kanalda sert sözlerle eleştirilmiş Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın yaptığı açıklamadaki şu sözleri Türkiye’deki siyasetçilere de örnek olmalı:
“Medya ortamlarında özellikle son dönemlerde en ağır ve düzeysiz saldırılara hedef yapılan kişi herhalde benden başkası değildir. Söz konusu kanal ve engellemeye neden olduğu söylenen kişinin bana yönelik eleştirel söylemleri de herkesçe bilinmektedir. Ancak bu durum demokrasi ve ifade özgürlüğünün temel ilkelerinden sapmamızı gerektirmez. Eğer gerçekten hakaret söz konusu ise elbette bu onaylanamaz; ne var ki bir programda birisinin sarf ettiği söz, bir kanalın tümüyle uydudan engellenmesi sonucunu doğurmamalı.”
Rauf Denktaş’ın oğlu eski Başbakan, eski Demokrat Parti lideri Serdar Denktaş da sert bir açıklamayla kararı eleştirdi:
“Besim Tibuk'u seversiniz sevmezsiniz. Hele bu aralar kızgınsınız değilsiniz fark etmez. Dialog TV programcıları ile çok iyi geçindiğimde söylenemez. Ancak kapatma nedeni olan programı bu olaydan sonra baştan sona izledim. Söylenenlere katılmak veya katılmamak bakış açınıza göre değişebilir ancak uydudan çıkartma nedeni olabilecek herhangi bir söylem bulamazsınız.. Sus...sen sustukça sıra diğerine gelecek!!!”
Ama bu karar Yavruvatan kadar Anavatan’dakileri de düşündürmeli.
En çok da bir zamanlar Besim Tibuk’un benzer sert ifadelerle, yine böyle dalga geçerek askerleri, dönemin hükümetlerini eleştirmesiyle çok mutlu olmuş, kendini iyi hissetmiş dindarları.
Besim Tibuk’un konuşması yüzünden RTÜK’ün kanal kapattığı günün akşamında, Doğu Perinçek’in Ahaber’e çıkarak hükümeti destekleyen açıklamalar yapması ise tarihi bir ironi oldu.
Peki ne oldu da dindar bir iktidar Doğu Perinçek’i kanallarında ağırlayıp, Besim Tibuk’un kanalını kapatacak hale geldi?
Üstelik 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’ne iki gün kala...
Herhalde bu moral bozucu durum Besim Tibuk’a sorulsa kahkaha atarak şöyle derdi:
“Benim ne moralim bozulacak, halkımızın morali bozulsun!”
https://www.youtube.com/watch?v=4Ww5otIZs6s