Sarp Maden, yeni albümü ‘Waning Moon’ ile herkesi enstrümantal bir yolculuğa çıkarıyor. Genel dinleyici kitlesinin daha çok sözleri önemsediğini belirten Maden “Sözsüz müzikte kitle yüzde 1’e iniyor. Sözler olmadığı zaman geriye kalan şey müziğin enerjisi ve yapısı. Aslında bu sonsuz bir evren gibi” diyor.
IŞIL ÇALIŞKAN / İSTANBUL
Maden Öktem Ersönmez, Qurtet Muartet, Soyut Boyut gibi projelerde yer alan gitarist Sarp Maden, sekizinci solo albümü ‘Waning Moon’ ile dinleyiciyle yenidenbuluştu. Sekiz parçalık albüm, genelde ağır tempolu şarkılardan oluşuyor. Ay, huzur, sis, bilinmeyen, uzaklar, yolculuk gibi imgeleri çağrıştıran enstrümantal albümü Maden ile konuştuk.
* Sekizinci albümünüz ‘Waning Moon’u çıkardınız. Nasıl bir süreç geçirdiniz?
Bana biraz yolculuk gibi geliyor. İnsanlar farklı yerlere ve coğrafyalara yolculuk yapabiliyor. Bazı insanlar çok geziyor, bazıları nispeten aynı yerde yaşıyor. Ben müzikal olarak gezmeyi seviyorum. Birbirinden farklı hatta birbirine kontrast oluşturacak işler yapmayı seviyorum. Aynı yerde olmak müzikal olarak bir süre sonra ilgimi ve heyecanımı kaybetmeme sebep oluyor. Farklı geleneklerin unsurlarını bir araya getirmek hoşuma gidiyor. Mesela biraz Türk Müziği’nden biraz armonik biraz elektronik bir şeyler... Hepsi puzzle’ın parçalarını bir araya getirip çıkarmak gibi. Bu hem çok öğretici hem keyifli. Bir albümü çıkardıktan sonra artık o alanda doymuş oluyorum ve sonrasında onunla alakası olmayan başka bir şey yapma ihtiyacı duyuyorum. Bundan sonra da bununla alakası olmayan bir şeyler yapacağımı garanti edebilirim.
* Bu durum sizin için söylenen ‘caz gitaristi’ tanımlamasını da yıkıyor aslında.
Ben aslında tanımlara inanmıyorum. Bir şey tanımlandığında sınırları belli bir alan ortaya koymuş oluyorsun. İnsanın etrafına ördüğü duvarlar gibi ya da bir hapishane gibi. Dolayısıyla ben müzik yapıyorum ve o anda içimden ne geliyorsa onu yapmaya çalışıyorum. Kendimi caz müzisyeni olarak görmüyorum. Bir de tabii saf geleneksel işler yapmaya hiç çalışmadım. Cazda da bir gelenek var; onun repertuarını çalmaya çalışan insanlar var. Her ne kadar o müzikleri çok sevsem de ben yapmaya çalışmıyorum. Zaten bütün gelenekler doymuş durumda. Bir kişinin daha o geleneklere ait şeyler yapmaması büyük bir eksiklik değil bence.
* ‘Waning Moon’ albümdeki parçalarla nasıl karşılık buluyor?
Albümdeki parçalara genelde görsel çağrışımlara göre isimler vermeye çalıştım. Mesela ikinci parça ‘Mists Below the Mountain’ın Türkçe karşılığı dağın eteğindeki sisler. Bu arada parçaların isimlerinin İngilizce olmasının sebebi çalıştığım plak şirketi Kabak Lin’in Berlin merkezli olmasından. Eskiden hep Türkçe isimler tercih ediyordum.
* Albüm genelde sakin ve ağır tempoda ilerliyor. Bu durum besteleri yaparkenki ruh halinizle mi bağlantılı?
Genelde albümler için bir konsept oluşturmaya çalışıyorum. Bunu yaparken de ağır, huzurlu, dingin bir albüm yapmak istiyordum. Zaman içinde yazdığım müzikler oluyor ve onlar hep bir kenarda duruyor. Bunlar içinde yıllar önce yazılmışlar da var, son anda çıkanlar da olabiliyor. 2015 yılının yazı gibi ufak ufak demolarını yapmaya başlamıştık. 15 yıl önce yazıp bir kenara attığım parçalar da var, albümü kaydetmeye başlarken yazdıklarım da. Konsepte uyması önemli benim için.
* Enstrümantal müziğin dezavantajları neler?
Kitlenin bir anda yüzde 1’e inmesi. Genel dinleyici kitlesi sözleri daha çok dinliyor ve müzik tabağın kenarındaki maydanoz konumunda. Dolayısıyla o tarz bir kitleye hitap etmiyor enstrümantal müzik. Sözlü müziğe karşı bir antipatim yok bu arada. Fakat sözler olmadığı zaman geriye kalan şey müziğin enerjisi ve yapısı. Duygular, ifade formları, titreşimler artı o seslerin birbiriyle olan ilişkisi. Aslında bu sonsuz bir evren gibi. Ama herkese hitap etmiyor tabii.
* “Dinleyici kitlem az ve öz olsun” diyenlerden misiniz?
Buradaki tavrım aslında kabulleniş. Benim yapmak istediğim şey bu kadar insana hitap ediyorsa yapılacak bir şey yok. Toplumun yapısı da aynı zamanda buna izin vermiyor. İnsanlar sadece onları kolay yoldan tüketebilecekleri şeyleri alıyor. Bunu söylemek biraz üzücü ama kapasite çok önemli. Herkesin her şeyi anlayacak algılayacak kapasitesi yok. Bilimde ve sanatta toplumun çok ufak bir bölümü bu konudaki öncü kitleyi oluşturuyor. Buluşları yapan ya da sanatsal yaratıları yapanlar çok ufak bir azınlık. Ama bilimdeki ya da teknolojideki öncü insanların yaptıkları bir şekilde paraya dönüşebiliyor. O nedenle son model telefonu herkes satın alıyor. Ama sanattaki öncü insanların yaptıkları çok küçük bir kitleye hitap ediyor maalesef. Bunu değiştirmenin de imkanı yok.
TEKNİĞİ HAYAL GÜCÜMÜN HİZMETİNE VERİYORUM
* Tekniği, doğaçlama ve bestelerinizde ne kadar önemsiyorsunuz?
Teknik bütünün içindeki bir unsur. Müzik de bir dil. Diyelim ki Çince bir şiir yazacağız. Ne kadar şair ruhlu, yaratıcı bir olsak da Çince 10 kelime biliyorsak yaptığımız her şey bununla sınırlanacak. Dolayısıyla dile hakimiyetimiz, Çinceye ya da müziğe hakimiyetimiz yaptığımız çalışmayı şekillendiren unsurlardan biri. Teknik derken sadece enstrüman tekniğini kastetmiyorum. Genel müzik bilgisi armoni, melodi, müzik teorisi ve tabii ki enstrüman tekniği bu dili oluşturan unsurların içinde. Ama yaratıcılık ve hayal gücü teknik kadar önemli. Hatta daha önemli belki. Spontane olabilme insanın daha önce oluşturduğu klişelerin dışında taze bir şeyler yapabilmesi de çok önemli. Eğer bir enstrümanın başına oturup bir nota çıkarıyorsanız onun içinde teknik var. Ama tekniği elimden geldiği kadar hayal gücümün, yaratıcılığımın ve duygularımın hizmetine vermeye çalışıyorum. Ama farklı insanlar, farklı şeyler görebiliyor tabii herkese hitap etme imkanı yok.