Görüşler

Modern devlette millet iradesiyle keyfîlik siyasetin ölümü

Modern devlette millet iradesiyle keyfîlik siyasetin ölümü

Türk Ocakları Üyesi Kutlu Kağan Dalkılıç, iktidar-muhalefet ilişkileri bağlamında “siyasetin ölümü” kavramını ele alıyor. 

Siyaset, hiç şüphesiz tabiatı gereği birtakım olumlu yahut olumsuz sonuçlar doğurabilecek arzu ve ihtirasları içinde barındıran bir yapıdır. Siyasetin ve siyasi unsurların devamlılığı da bu arzuların diri tutulmasına ve her daim yeniden üretilmesine bağlıdır. Arzuları müspet ya da menfi sonuçlar doğursa da siyasette umudun lokomotifi bu arzuların sosyal olarak hayata geçirilmesine bağlıdır. Sosyal ve reel politik karşılık doğuramayan tüm siyasi arzular bir müddet sonra siyaset mezarlığında birer fanteziye dönüşür. Siyasi partileri yaşatan, devamlılıklarını temin eden yegâne umut iktidar olma arzusunun sürdürülebilmesinde saklıdır. Siyasi gerçeklikte iktidar olma arzusunun karşılığı yoksa muhalefetin tüm bu arzularını gözden geçirmesi, iktidarınsa yola devam edebilmesi için bu arzuları bir devamlılık üzere yeniden üretebilmesi gerekir.

Muhalefetin iktidar olmak için gerekli tüm enstrümanları tükenmişse, iktidar olmanın meşru yolları tıkanmışsa; arzular boşa çıkacak, uzun süren bu karşılık bulamayış bir tatminsizlik doğuracak, sürecin sonunda kerhen de olsa bir kabulleniş ortaya çıkmış olacaktır. İktidarın ise arzularını süreklilik haline dönüştürmesi ve bu arzuları yeniden üretmesiyle siyasi ve sosyal tatminler tabii bir hâl alacaktır. Bu durum zaman içerisinde muhalefetin iktidar olma umudunu yitirmesine sebep olur ve iktidar olma arzusunu yok eder. Tatminsizlik siyasi bir kabul haline gelir ve ilahi bir teslimiyetle birlikte çaresiz bir razı oluşla sona erer. Bu durum, insanlık tarihinde iktidarların keyfi bir muktedire dönüşmemesi ve muhalif unsurların da siyasal hak ve taleplerinin yani arzularının devamı adına bir “siyaset üstü otorite”ye ihtiyaç olduğunu gösterdi.

İktidar olmak arzusu Gauchet’ye göre yalnız modern siyasette değil, bundan çok önce insan grupları arasında da vardı. İnsanlar arası ilişkideki adaletsizlikleri ve hiyerarşik devamlılığı sınırlandırmak adına Tanrı, gelenekler ve törelere başvurulurdu. Devlet denilen aygıt sonraları bu iktidar arzusunu resmileştirdi. İlk devletler otoritelerin Tanrı, töre ve gelenekten beslenen anlayışını daha da pekiştirdi. Tanrı’dan ve gelenekten beslenen devlet ile desteklenen bu otoritelerin diğer gruplara adil ve insaflı bir hak sistemi temin etmesi beklenemezdi, artık hukuk mevcut otoritenin vicdanındaydı. İlahi ve gelenekle beraber olan yönetme arzusu, otoritenin teminatı haline gelecek ve diğer grupların iktidar olma arzularını birer fanteziye dönüştürecekti.

Aydınlanma ve modernite süreciyle birlikte birtakım filozoflar devletin kaynağının ilahi ve geleneksel değerler olmadığını tartışmaya başladı. Hobbes, Locke ve Rousseau gibi filozoflar “devletin kaynağının rasyonel insan ihtiyaçları” olduğunu, tüm bunların kökeninde “ilahi bir hükmün olmadığını” dile getirdiler. Modern devlet, rasyonel maddi yasalar ve toplumla yapılan manevi sözleşme üzerine doğdu. Yöneticilerin yani otoritenin Tanrı veya gelenekleriyle değil kendi vatandaşlarıyla bir mutabakata varması esas alındı. Otorite kendi vicdanı ve sınırsız arzuları ile değil, vatandaşıyla yaptığı sözleşmeyle sınırlandırıldı ve yasalarla kontrol altına alındı. Artık yasaya yöneticiler de bağlıydı. Hukuk ve yasaların sonucu olarak “hesap verilebilirlik” de doğmuş oluyordu. Hesap artık Tanrı’ya veya atalara değil; yalnızca toplumun fertlerine verilebilirdi. Bu durum iktidarın arzu edilebilir bir alan olarak keyfilikten çıkarılmasını amaçlıyor ve iktidar arzusunun tüm halka karşı sorumlu olduğunu gösteriyordu.

Modern devlet, tüm bu süreçte yasanın egemenliği anlayışıyla şekillenen, keyfilikten uzak ve hesap verilebilirlik ölçüleriyle ortaya çıksa da; halkın yöneticilerle kurduğu sözleşmenin birincil aktörü olması dolayısıyla “halkın keyfiliği ve denetlenemezliği” sorununu ortaya çıkaracaktı.

Türkiye Günlüğü dergisinin 135. sayısında neşrettiği “Siyasetin Ölümü: Arzu, tatminsizlik ve kabulleniş” makalesinde Burak Bilgehan Özpek, halkın modern devletin ve toplumsal sözleşmenin meşru kaynağı olmasıyla, devletin kurumsal kimliğine yönelik sinsi bir tehlikeyi de gözler önüne serdiğini söylüyordu. Özpek, yine karizmatik bir liderin olağanüstü durumlarda gösterdiği kahramanca duruşun halkı cezbedebileceğini ve keyfiliği halkın menfaati için kullanılabileceği düşüncesini dile getiriyordu. Bu durum popülist siyasetin ilk çıkış kaynağı olarak kendini gösterecektir. Halkın, yasanın egemenliğinin dayandığı gayri şahsi kurumsal yetkiyi, karizmatik bir liderin şahsi keyfiliğine vermesi pekâlâ mümkün olabilecektir. Bu durum kurumsal hiyerarşiyi lidere sadakate çevirebilecek, kanunları karizmatik liderin bilgeliği yanında anlamsız kılabilecekti.

Modernite öncesi devlet anlayışında yöneticinin keyfiliğini Tanrı veya töreye dayandırmasıyla, modern devlet anlayışında karizmatik liderin keyfiliğini halka dayandırması bakımından geleneksel ve modern anlayışın ortak bir çıkmazı olacaktır. Tanrı veya töreye dayanan yönetimin ideal olandan keyfi olarak uzaklaşması nasıl mümkünse, halka dayanan liderin de kurumsal ve yasal bakımdan ideal olandan aynı keyfiyetle uzaklaşması da mümkündür. Modernite öncesi geleneksel olanla modern olan, dayandığı kaynaklar farklılaşsa da ideal formdan uzaklaşmak bakımından “keyfiyetle” imtihan oluyordu.

M. Weber iktidar kavramının bu dönüşümünü, otoritenin tipleri başlığı altında incelemiş ve bir sınıflama yapmıştı: Geleneksel, Yasal ve Karizmatik Otorite. Özpek’e göre Weber, bu üç otoritenin birlikte vücuda gelebileceğini hesaba katmamıştı. Bir popülist lider hem yasal-meşrû hem karizmatik hem de geleneksel olabilir ve böylece sisteme karşı halkın talepleriyle sistemi yasal olmayan bir keyfiliğe çevirebilirdi. Bu üç özelliği bünyesinde barındıran liderlerin modern devlet içerisinde kendi iktidar olma arzusunu sürekli yeniden üretip pekiştirerek; muhalefetin iktidar olma arzularını da fantastik bir ölüme dönüştürebilir, tüm keyfiliğiyle, meşru siyasetin tüm araçlarını muhalefetin ölümü için bir cellat gibi kullanabilirdi. Bu durum yazımızın başında vurguladığımız muhalefetin siyasi bir mezarlığa dönüşmesi, iktidar arzusunu yitirmesi, tatminsizlik, kabulleniş ve tükenişiyle ilişkilendirilebilir.

Geleneksel toplum ve devlet yapısında karşımıza çıkan en büyük problemin yöneticinin keyfi biçimde iktidar etme hakkını Tanrı ve töreye dayandırması iken, modern devlette yasanın egemenliği ve rasyonel ihtiyaçların doğurduğu kanun ve sınırlanmış otoritenin bu “teolojiye dayanan keyfilik” sorunsalını aştığı söylenemez. Zira modern devlet yöneticileri karizmatik, geleneksel ve aynı zamanda meşru yollardan iktidar hakkına sahipse bu teolojik yönetim zemini yeniden ortaya çıkacak, kanunların sınırlamakta zorlandığı bir “kutsal dava” patolojisi karşımıza çıkabilecektir.

Söz gelimi iktidar, kanunları ve anayasal sınırları arsızca katletse, kendi kanunlarını keyfi biçimde dayatsa bile bu Tanrı ve gelenek adına modern devleti dönüştürme çabası olarak kutsal görülecektir. Zaten algıya göre karizmatik ve geleneksel olan lider tüm işlerini, ilahi bir destekle “ubermensch” yani insanüstü sıfatıyla eylemektedir. Bu siyasi bir aktörün, devleti ve toplumu dönüştürecek yeni bir vasî olarak kendnini dayatması anlamına gelir.

Weber’in tanımladığı karizmatik ve geleneksel yönetici özelliklerini üzerinde toplayan liderin yasal olarak çıkılan politik mücadelede, sürecin sonunda, devleti kendi yasalarına göre yeniden yapılandırması da yine mümkün olabilecektir. Devletin kurumsal vesayeti tüm unsurlarıyla tasfiye edildikten sonra yeni vasî tayin etmek ve yeni bir vesayet kurmak bir siyasal aktöre yani siyasi iktidara ve lidere düşmektedir. Burada muhalefetin ve toplumun büyük bir kısmının sorun olarak karşılaştığı en büyük unsur; siyasi rakibin artık devletin sahibi bir vasî olarak karşısına çıkmasıdır.  Siyasi iktidar, hem devletin sahibi olarak gücün toplandığı hem keyfi kanun koyucu bir vasî hem de siyasi yarışın bir aktörü olacaktır. Böyle bir ortamda muhalefetin tüm siyasi arzularının çökmesini, tatminsizliğini ve kabullenişini doğal karşılamak yani “siyasetin ölümü” nü tabii bir süreçle tecrübe etmek mümkün olabilecektir. 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir