Yazar Gülfem Pamuk Osmanlı'daki ilk ve son recm vakasını taşıdığı romanını anlattı: Devlet çözemezse şiddet politik olur

Yazar Gülfem Pamuk Osmanlı'daki ilk ve son recm vakasını taşıdığı romanını anlattı: Devlet çözemezse şiddet politik olur

İkinci romanı ‘Kasâme’de okurunu Osmanlı dönemindeki ilk ve son recm vakasına götüren yazar Gülfem Pamuk: “Recm diye bir uygulama artık olmasa da farklı tezahürleri karanlık dehlizlerde bekliyor. Artık daha sık tanık olduğumuz şiddet olayları karşısında, kötülüğün sıradan bir hal almasının önüne geçmek için sorumluluk almak zorundayız. Elbette öncelikle devlet yükümlülüklerini yerine getirmeli. Yükümlülükler yerine getirilmediği sürece, bu ülkede istismar ve şiddet politik olmaya devam edecek...

Kitab-ı Siyah Kalem romanı ile 2016’da Everest Yayınları 'İlk Roman' yarışmasını kazanan Gülfem Pamuk, Ağustos 2024’te yayımlanan ikinci romanı ile okurun karşısında. Yeni romanı ‘Kasâme’ ile okurunu 1680 Osmanlısına götüren yazar, tarihteki ilk ve son recm vakasını kendi kurgusuyla, diliyle ve anlatımıyla ele alıp, şaşırtıcı sonu ile okurlarını gizemli bir atmosfere çekiyor. Pamuk’un, kapağında klasik minyatür sanatı ve popüler kültür unsurlarını bir araya getiren çalışmalarıyla tanınan Murat Palta’nın illüstrasyonuyla dikkat çeken romanı hakkında KARAR okurları için konuştuk.

GÜLFEM HANIM, ÖNCELİKLE KİTABIN ADINDAN BAŞLAMAK İSTERİM. ‘KASÂME’ KELİMESİ NE ANLAMA GELİYOR?

Uzunca denilebilecek bir süre ceza hukuku alanında öğretim üyesi olarak çalıştım. Suç sosyolojisi, psikolojisi ve suç karşılığında öngörülecek cezalar... Bunlar oldum olası ilgimi çeken konular oldu. Kelime olarak ‘yemin etmek’ anlamına gelen ‘kasâme’ de, Osmanlı Dönemi’nde uygulanmış bir ceza hukuku kurumu. Cinayetin failinin belirlenemediği bazı hallerde kadı, cesedin bulunduğu yer ahalisinden elli kişiyi dinliyor ve katil bulunamazsa o yer ahalisinin belli bir diyet ödemesi gerekiyor.

SİZİ BU İSİMLE BU ROMANI YAZMAYA İTEN TEMEL SAİK NEYDİ?

Kasâme kurumunun, anlatmak istediğim mevzu için iyi bir mecra olabileceğini düşündüm sanırım. Elli kişinin tek tek kadı karşısına çıkarak ‘Ben katil değilim, katili de görmedim’ şeklinde yemin etmesi, bu çok sesli akış, elli kişiden her birini, diğerleri ile ilişkileri aracılığıyla deşifre etmek bakımından bana bir alan açtı. Romanın belli seçeneklerini ve kalıplarını zorlayan ve bütünlük algısını alışılmışın dışında kurmamı gerektiren bir akış oldu bu, ancak aynı zamanda bana özgürce hareket etme imkânı da sundu.

‘17. YÜZYILDA GEÇSE DE ZAMANSIZ BİR HİKÂYE’

Evet, romanınızda da bir kadı cinayetin sırrını çözebilmek için köydeki 50 kişi ile konuşuyor. Köyde bu cinayete kadar her şey çok güzel gidiyormuş gibi bir görüntü var. Romanınızı okurken Kemal Tahir’in köy romanları ve bu romanlar ile köy hayatının gerçek yüzünü gösterme çabası aklıma geldi. Bu romanı Kemal Tahir’e bir selam olarak görebilir miyiz? Sizin hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemindeki köy gerçekliği ile ilgili düşünceniz nedir?

Dar bir alanı mercek altına alıp daha derine inebilmek maksadıyla mekân olarak köy seçtiğimi söyleyebilirim. Bu haliyle ‘Toplumcu gerçekçi’ edebiyat anlayışına yer yer yaklaşmış olabilir ancak ben kafamda Kasâme’yi bu teorik formülasyonun dışında görüyorum. Köy ya da köylü olgusunu idealize etmekten, geçmişe dönük bir iyimserlikten ya da tam tersi topyekûn yermekten uzak, bunları kendine mesele etmeden, insan olma hali üzerinde duran, odağına insanı alan ve insanlığımızı sorgulayan bir metin oldu ‘Kasâme’. Her ne kadar 17. yüzyılda geçse de hep tekerrür edip duran, zulümden ve kokuşmuşluktan dem vuran, zamansız ve mekânsız bir hikâye olduğunu düşünüyorum.

2.jpg

Köye meddah geldiğinde bazı köy sakinleri bu durumdan oldukça rahatsızlar. Sanki köydeki düzenleri bozulmuş gibi davranıyorlar. Bu durum Osmanlı Devleti’ne kahve geldiğinde de sergilenmiş, kadılara şikâyette bulunmuştu. Köy imamı da çok karşı çıkıyor bu duruma. Toplum, düzenin değişmesinden mi korkuyor?

Gücü elinde bulunduran iktidar, durağanlıktan beslenmez mi zaten? Değişime sebep olabilecek farklı seslerden, görüşlerden hoşlanmaz, hatta bunu varlığına bir tehdit olarak algılar ve varlığını korumak için direnç gösterir. Bir ölçüye kadar bütün insanlık tarihini de statükoyu korumak isteyen eski düzenin savunucuları ile yenilikçi reformistler arasındaki gerilimin ve dualitenin tarihi olarak görmek mümkün bana kalırsa.

Romanda bir cinayetin soruşturma sürecini okuyoruz. O zaman bir cinayet çok sık karşılaşılan bir durum olmadığı için oldukça gündem oluyor. Şimdi ise her gün işlenen onlarca cinayet var ve bunlar birkaç gün içinde unutuluyor. Cinayet ekseninde bakarsak nasıl bir sosyolojinin içindeyiz sizce?

Psikolojik, sosyal, ekonomik, kültürel ve politik bileşenleri olan, çok unsurlu bir karanlık içindeyiz bence. Artık daha sık tanık olduğumuz şiddet ve istismar olayları karşısında, kötülüğün sıradan bir hal almasının önüne geçmek için bütün bu bileşenler üzerinde etraflıca düşünmek ve sorumluluk almak zorundayız. Elbette öncelikle devlet, taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden, Anayasa’dan ve yasalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmeli. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı politika üretmek, önleyici ve koruyucu tedbirleri hayata geçirmek, gerekli yasal düzenlemeleri yapmak ve bunları etkili şekilde uygulamakla yükümlü. Bu yükümlülükler yerine getirilmediği sürece, bu ülkede istismar ve şiddet politik olmaya devam edecek...

‘RECM ARTIK OLMASA DA FARKLI TEZAHÜRLERİ VAR’

Romanda bir köylü, kız çocuğuna sahip olmanın toplum içinde ne kadar utanç verici bir durum olduğunu anlatıyor. Kadına şiddetin yer aldığı bölümler de var. Ülkemizde hâlâ kanayan bir yara bu. Yakın zamanda Narin kızımızın öldürülmesi vicdanlarımızı yaraladı. Romanın geçtiği dönemden bugüne baktığınızda bu topraklarda kadın olmakla ilgili nelerin değiştiğini söylersiniz?

Biçimi, kapsamı, amacı, etkileri değişime uğramış olsa da hem geleneksel hem de modern toplumlarda gerek bireyler arasında gerekse toplumsal ilişkilerde tarihin her evresinde ‘şiddet’ varlığını sürdürmüş, sürdürmeye de devam ediyor. İçinde yeşerdiği kültür tarafından şekilleniyor ve toplumdaki iktidar ve güç ilişkileri değiştikçe, şiddet de farklı şekillerde ortaya çıkıyor. Bu sebeple 400 yıl öncesi için yarattığım bir kurgunun, günümüz olayları ile benzerlik göstermesi, insanlık adına üzücü olsa da şaşırtıcı gelmiyor bana. Evet, 2023 yılı içerisinde 438 kadın cinayeti olmuş Türkiye’de. Bir o kadar da şüpheli ölüm var. Recm diye bir uygulama artık olmasa da onun farklı tezahürleri hâlâ her an ortaya çıkabilecek bir potansiyelle karanlık dehlizlerde bekliyor. Sadece kadınlar da değil, çocuklar istismara uğruyor, öldürülüp çuval içinde dere kenarına atılıyor. Hayvanlar ve doğa da istismar edilenler arasında...

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN