Yüz yılı aşkın bir süredir sahhaflık ve yayıncılıkla uğraşan bir ailenin 3. nesil temsilcisi Turan M. Türkmenoğlu’nun anılarının yer aldığı ‘Sahaflar Çarşısı’nda Görüp İşittiklerim’ kitabı Ötüken Neşriyat’tan çıktı. Bu anılar, son bir iki yıl içinde Yahya Erdem’in ‘Müteferrika’nın İzinde’sinden sonra beni mest eden ikinci kitap oldu. Roman tadındaki kitap hâfızamın kilitlenmiş kapılarından pek çoğunu açtı. Benim gibi mecânîn-i kütüplerin ellerinden bırakamayacakları eser 2023’ün en iyilerinden.
TANER AY
Turan M. Türkmenoğlu ağabeyimiz yüz yılı aşkın bir süredir sahhaflık ve yayıncılıkla uğraşan bir ailenin üçüncü nesil temsilcisidir. Kitaplar içinde doğmuştur ve göbek bağını annesi Sahhaflar Çarşısı’na gömmüştür. O da bu aile geleneğini sürdürüp, oğlunun, kızının ve torunun göbek bağlarını üniversitenin duvarındaki deliklere sıkıştırıvermiştir. Geçtiğimiz yılın baharından beri Türkmenoğlu’nun anılarının yayımlanmasını bekliyordum. Kitabın projesinin danışmanı Şaban Özdemir olduğundan, ‘Sahaflar Çarşısı’nda Görüp İşittiklerim’ kitaplaşmadan önce bazı bölümlerini dosyasından okumuştum. Sonunda Türkmenoğlu ağabeyimizin anıları bu hafta başında Ötüken Neşriyât’tan çıktı. Benim gibi mecânîn-i kütüpler için Sahhaflar Çarşısı’nın ve sahhafların yeri çok farklıdır. Çünkü, okuma alışkanlığımızın çocukluğumuzda başlamasına karşın, toplamak ve okumak terbiyemizi sahhaflarda edinmişizdir.
’70 ile ’76 arasında Sahhaflar Çarşısı cân çekişiyordu. Bununla birlikte yine de bir gazete parasına epey kitap bulmak mümkündü. Örneğin, Kemal Ahmet’in ‘Sokakta Harp Var’ının ve İlhami Bekir’in ‘Taşlı Tarladaki Ev’inin ilk baskılarını o yıllarda Sahhaflar Çarşısı’ndan almıştım. En büyük pişmanlığımsa, Reşat Ekrem Koçu’nun ‘İstanbul Ansiklopedisi’nin üst üste dizilmiş fasiküllerini, bazı sayıları eksik olduğundan, edinmememdi. Açıkçası, basîretim bağlanmıştı. Çarşının ’76 ile ’80 arasını bilmiyorum, ’80 sonrasındaysa bir ara hemen her gün oradaydım. ’84 öncesinde Sahhaflar Çarşısı’ndan en net anımsadığım şeyse, bir dükkânın önünde, Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ın Sinan Yayınları baskısından yüzlercesinin durmasıydı. Sanırım onlar bir su basmasından kurtarılanlardı. Rahmetli henüz ‘şöhret’ değildi, ismini az kişi biliyordu ve birkaç kişi dışında ‘Tutunamayanlar’ı okuyan yoktu. Yakın arkadaşlarından Emin Ersoy, onun, dem masasındakilerinin bile romanı okumadıklarından nasıl yakındığını bana ’74 yılında anlatmıştı.
Turan ağabeyimizin kitabını Ötüken Neşriyât’ın artık gelenekselleşmiş olan Çarşamba sohbetlerinin 22 Şubat’ındakinde edindim. Önceki hafta sohbette değerli hocamız Zafer Toprak vardı. Güzel bir tesadüf, Turan M. Türkmenoğlu ise 22 Şubat’taki sohbete gelmişti. O gece sabah 04.17’ye kadar ‘Sahaflar Çarşısı’nda Görüp İşittiklerim’i okuyup bitirdim. Bu anılar, son bir iki yıl içinde Yahya Erdem’in yine Ötüken Neşriyât’tan çıkan ‘Müteferrika’nın İzinde’sinden sonra beni mest eden ikinci kitap oldu. Türkmenoğlu’nun anılarını okuduktan sonra, artık Beyoğlu’ndan Simurg İbrahim’in de Kadıköyü’nden Sakallı Lütfü’nün de anılarını yazmalarını bekliyorum. Turan ağabeyimizin romansı kitabıysa, hâfızamın kilitlenmiş kapılarından pek çoğunu açtı. Örneğin, Oskar Rescher’in kızı mı yoksa yeğeni mi olduğu şüpheli, Ayla König’in intiharından önce cinnet geçirip, evinde beslediği on beş yirmi kediyi bir odaya kilitleyip yaktığı ayrıntısını unutmuştum.
Yine, defalarca dinlememe karşın, Muzaffer Ozak’ın ağabeyinin bir ‘roman kahramanı’ olduğu aklımda kalmamıştı ve kitabı okurken vaktiyle dinlediklerimi birden anımsadım. Deli Zeki de, Güzin Hanım da, Deli Şaziye de, Komünist Yalçın da, unuttuklarımdandı. Kitabın 216’ncı ile 218’inci sayfaları arasındaki bölümündeki Turşucu Deresi’nde oturan kadını iyi biliyorum, çünkü o yıllarda Turşucu Deresi’nden bir önceki sokağın başındaydık. Kırklı yaşlarında olarak anımsadığım o kadınsa, semt-i dildarımızdan kim varsa bir iki nesili yetiştirmiş, hayata hazırlamıştı. Abdullah Tanrıkulu ve Safter Hanım bölümü epey ilgimi çekti. Çünkü, yıllar önce bir müzayededen, Abdullah Tanrıkulu’nun terekesinden çıkma Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ve Safter Hanım’ın birkaç fotoğrafını satın almıştım. Biliyorsunuz, Safter Hanım, muharririmizin yeğeniydi, Abdullah da onun kocası. Uğur Göktaş’ın ‘Ebru Terimleri Sözlüğü’ne ilişkin bölümse maalesef çok acı, benzer bir olayın geçtiğimiz günlerde Oğuzhan Murat Öztürk’ün başına geldiğini anımsayacaksınızdır.
Bana kalırsa, Ötüken Neşriyât 2023 yılının en iyilerinden olacak bir kitabı çıkardı. Ama, bu kitap kapitalist edebiyat pazarında ne kadar ses getirir, şüpheliyim. Olsun, benim gibi mecânîn-i kütüplerin defalarca okuyacağı ve ellerinden bırakamayacakları bir eser yayımlandı ya, Turan M. Türkmenoğlu’na ve kitapta emeği geçen bütün dostlara müteşekkirim...
NAKİ BEY’İN KİTAPLARININ BAŞINA GELENLER ROMAN OLUR
‘Sahaflar Çarşısı’nda Görüp İşittiklerim’de ismi geçenlerden Naki Turan Tekinsav’ı son yıllarında hemen her gün Simurg İbrahim’in Hasnun Galip Sokak’taki dükkânında görürdüm. Pek kimseyle konuşmaz, bir köşede sessizce otururdu. Yanlış anımsamıyorsam, uzun yıllar birlikte yaşadığı emekli öğretmen annesini kaybedeli de fazla olmamıştı. Annesinden sonra neyle ve nasıl geçiniyordu, bilmiyorum. Herkes onu bir iki filmde oynadığı küçük rollerden anımsıyordu ama, aslında son ‘ayaklı kütüphâne’lerimizden biriydi. Şinasi Tekin’in, Erol Şadi Erdinç’in, Cüneyt Kut’un ve Murat Bardakçı’nın ateşli tartışmalara dalıp, Sipahi Çataltepe’nin kızarmış piliçleri mideye indirdiği o günlerde, Naki Bey sesini hiç çıkarmadan onları izlerdi. Sipahi Bey’in ortalıktan kaybolduğu zamanlarda, onun yandaki Gürhan Öztürk’e ‘uğrayıp’ bir kızarmış piliç de orada götürdüğünü biliyordum. Çok kişi Naki Bey’i bir mecânîn-i kütüp olarak tanımlıyor. Oysa, yanıldıklarından eminim. O bizlerden çok daha ‘manyak’ biriydi, çünkü kitap olsun olmasın, her türlü kâğıdın hastasıydı. Sadece kitap ve dergi değil, kâğıttan ne varsa, hepsini topluyordu. Ölümünden önce bir kuruma bağışladıklarının başına gelenlerse, maalesef ‘roman’ olur.