Unutulmuş ya da kâale alınmamış yazarlarla ilgili çabası ile bilinen Taner Ay’dan duyduğum yazarlardan biri olan Sermet Muhtar Alus’un üç kitabı Ötüken Neşriyat’tan çıktı. Yakup Öztürk tarafından hazırlanan kitaplardan ilki bir ‘Kavuklu ile Pişekâr’ oyununu anımsatan ‘Kıvırcık Paşa’ adlı roman. ‘Taksim’den Galatasaray’a’ kitabı da ‘Amcabey’ ile ‘Aydede’ dergilerinde çıkan yazılarının derlenmiş.
BESİM DALGIÇ
Taner Ay’ın unutulmuş ya da kâale alınmamış yazarlarla, kitaplarla ilgili çabası onun yazılarının meftunlarınca bilinir, takip edilir. Taner’i denemeci ya da kültür arkeoloğu olarak nitelendirmek onun edebiyattaki yerini tam olarak tanımlamaz. Romancılığı ise nedense es geçilir, görmezden gelinir. Bence meftunlarını ona bağlayan üslûbudur. Edebiyatla, sinemayla, resim sanatıyla ilgili her yazısı denemeden çok daha fazlasıdır. Onun metinlerini sıcak kılan ‘Meddahça’ anlatımıdır. Yazdıkları gerçek olaylara, gerçek kişilere dayansa da, o gerçekte kurgusal bir yapı oluşturmaktadır. Kaynak peşinde koşan bir takım okurlar ise boş yere zaman harcamaktadır. Dilde sadeleşmeyi savunan devrimci tutuculara ya da harf değişimiyle dilin bozulduğunu söyleyen muhafazakârlara inat o dilimizde yaşayan her kelimeyi çekinmeden kullanmakta, aralarına argonun zarif anlatımını da katarak metinsel bir lezzet sunmaktadır.
Taner’in metinleri de Proust’un ‘Kayıp Zamanın İzinde: Guermentes Tarafı’ romanında tiyatro, resim, uyku ya da büyükannesinin ölümü üzerine deneme tadındaki yazılarına benzer inceliktedir. Argo deyince de yine ayni kitapta Proust’un yazdığına göre III. Cumhuriyet Fransası burjuvalarıyla, sonradan olma görgüsüz aristokratlarının sosyete toplantılarında argo çok yaygınmış.
Taner’in andığı her yazarı okumak olanaklı mı? Bu ancak tarihçilerin ya da edebiyat fakültelerinin uğraşı olabilir ya da Taner Ay gibilerinin... Dünyanın her yerinde kendi dönemlerinde ünlü çok fazla yazar unutulmuştur. Ahvale göre bir kaç yazar bile eklense yüzyıllara meydan okuyan sadece Homeros ya da Shakespeare’dir. Taner’in de yazarlarının büyük bir kısmı kullandıkları dil, hem de değindikleri konular itibarıyla günümüz için demodedir. Sadece Andelîp Faik Es’ad’ı ayırırım. Bizi onlardan uzaklaştıran harf devrimi değil ağdalı dilleri veya evrensel omayan güdükleşmiş konularıdır. Latin harfleriyle bile yazsalardı yine aynı sorun yaşanırdı. Aslında edebiyatımızdaki devrim Ömer Seyfettin’in hikâyeleriyle başlamıştır...
BİR KAVUKLU VE PİŞEÂR HİKÂYESİ: KIVIRCIK PAŞA
İlk kez Taner’den duyduğum, hep merak ettiğim ve onun hatırlattığı yazarlardan biri olan Sermet Muhtar Alus’un kenarda köşede kalmış yazıları çeşitli yayınevlerince gün yüzüne çıkartılıyor. Alus’un üç kitabını da Ötüken Neşriyat yayımladı. Yakup Öztürk tarafından yayıma hazırlanan kitaplardan ilki ‘Kıvırcık Paşa’ adlı roman.
Önce tefrika edilmiş sonra kitap olarak basılmış ama unutulmuş. Roman denilmesine bakmayın. Daha çok bir ‘Kavuklu ile Pişekâr’ oyunu ya da bir Molière vodvili... Osmanlı’nın ‘Kıvırcık’ lakaplı Paşası ‘Kavuklu’, yalakası, kalem efendisi ‘Frankofon’ edasıyla Paşasıyla sadece Arapça tamlamalarla konuşan ‘Şehri’ ise ‘Pişekâr’... Kitapta tamlamaların anlamı dipnotlarda veriliyor. Konusu İstanbul’da bir paşa konağında geçen kitabın yapısı gerçekte ‘durum komedisi’ ya da ‘skeç’ niteliğinde... Konağın gediklisi Hoca Gani Efendisiyle, uşağıyla, Rumuyla, Çerkeziyle, haremiyle, selamlığıyla bir ‘tulûat’ oyunu gibi. Eşi Hüsnücemal Hanım’ın bunaltıcı baskısı ya da azgınlığı nedeniyle Kıvırcık Paşa’nın yalakası Şehri’den esir pazarından civan bir cariye talebiyle başlayan, ‘Tristan ve Isolde’ efsanesindeki Tristan’ın kral amcasına bir eş arayıp bulmasıyla başlayan, herşeyin karman çormana dönmesine benzeyen entrikalar, olaylar...
‘TAKSİM’DEN GALATASARAY’A’ İSTANBUL’UN TOPLUMSAL HAYATI
‘Taksim’den Galatasaray’a’ Alus’un Ötüken Neşriyat’tan çıkan ikinci kitabı.
Onun ‘Amcabey’ ile ‘Aydede’ dergilerinde çıkan yazılarının derlenmiş. Dönemsel olarak İstanbul’un toplumsal hayatını, ünlü kişilerini, giyimini, kuşamını, eğlencelerini anlatan mizah ağırlıklı birçok fıkra var. Hepsi eğlenceli. Kitabın sonuna doğru hikâyeler de var. ‘Dönek Adam’ ile ‘Bir Evlenme Hikâyesi’ yazılarına bayıldım.
ÜÇ KİTABI DA KEYİFLE OKUYACAKSINIZ
‘Alus’un ölümünden dört ay önce doğduğumdan onun yazılarıyla hiç karşılaşmadım. Ancak ‘60’lı yıllarda Klodfarer’deki babamın ‘40’lı yıllarda açtığı kunduracı dükkanına idare damgalı Doğankardeş ile Hayat dergileri yanısıra ‘Akbaba Dergisi’nin de geldiğini biliyorum. Şimdi merak ettiğim, Alus’un veya Taner’in andığı öbür yazarların bir kısmı ısmarlamacı olan babamın müşterileri olmuş muydu? Zira üzerlerine eski yazıyla not edilmiş bir çok ayakkabı kalıbıyla, yine kağıtlara çizilmiş bir çok ayak izi ölçüsünü hatırlıyorum. Merak üzerine tekrar tekrar başa dönülen berbat bir kitabı okumak ya da sıkıcı bir sanat filmini emeğe saygı diye jeneriğinin son damlasına kadar izlemek Sisyphos’un çabasına benzermişçesine boşa kürek çekmektir. Çok şükür Alus’un kitapları keyifle okunuyor. Tavsiyem, bir zamanlar Ahmet Zeki Pamuk’un Cihangir’de Boğaza nazır balkonunda ‘Kerâhat Vakti’ demlenirmişçesine sindire sindire okumak tefrika yayıncılığına uygun düşer. Ama yine de Alus dahil dönemin bu anlamdaki yazarları Ahmet Rasim’in ‘Paltosu’ndan çıkmış gibidir.
YAZI HAYATININ HULASASI
Ötüken’in yayımladığı üçüncü kitap ‘Boğaziçi Uykuda’ ise Alus’un bir dönemin meşhur mizah dergisi ‘Akbaba’da çıkan yazılarından.
‘Akbaba Dergisi’ Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon tarafından 1922’de kurulmuş bazen kesintiye uğramış, 1977’ye kadar yaklaşık iki bin sayı çıkmıştı. Kitabın önemi tanıtım metnindeki şu ifadelerden anlaşılıyor: “Alus’un Akbaba’daki yazıları onun bütün yazı hayatının bir hulasası gibidir. Eski İstanbul hatıralarıyla örülü fıkralarından, portrelerinden, küçük hikâye, piyes ve röportajlarına kadar meşgul olduğu türlerin hepsiyle bu sayfalarda karşılaşırız. Faruk Nafiz ve Ercüment Ekrem’le yapılmış hayalî mülakatlar, yazarın Galatasaray ve Mekteb-i Hukuk’tan arkadaş ve hocalarına dair portreler, ilk gençliğinin meşhur hekim, dişçi ve tüccarları, kaçgöç ve çapkınlık hikâyeleri, piyesleri burada yer alır. Bu eserlerin tamamında eski İstanbul’un gölgesi hâkimdir. Alus, geçmiş zamanların İstanbul’unu ve insanlarını anlatmak için edebiyatın türleri arasında bir salıncak kurmuş gibidir.”