Güz geldiğinde tekrar dönüp okuduğum kitaplar vardır; hepimizin vardır ‘mevsimi gelince’ bizi yeniden heyecanlandıran kitaplar, tutkulu birer okursak. Yazmıştım bunu ‘Kendi Küçük Bahçemiz’de, ziyanı yok tekrarlamanın: “Her yaz başı ‘bu tatil okunacak kitaplar’ listesi hazırlar dergiler; ‘Saçma! Kitabın zamanı mı olurmuş’ derdim. Yanılmışım. Olmaz mı? Gelsin bu mevsime yakışanlar, insin raftan Sait Faik mesela.
ÖMER FARUK
‘Semaver’, ‘Öyle Bir Hikâye’, ‘Lüzumsuz Adam’, ‘Son Kuşlar’ ne güzel hikâyelerdir onlar; temmuz sıcağında mı, ekim serinliğinde mi daha çok içe işler, bizi sarsar? Selim İleri’nin ‘Cumartesi Yalnızlığı’nın alt başlığı ‘Güz Notları’ değil miydi? Peyami Safa’nın ‘Yalnızız’ romanında Mefharet, Besim, Selmin, Aydın ve Samim’in yanında altıncı kişi benim; beraber yaşıyoruz her sonbahar o köşkte...”
Geçenlerde Mubi’de Halit Refiğ’in yönettiği, senaryosunu Nezihe Araz’la birlikte yazdığı ‘Hanım’ filmine rastlayınca ‘Kuşlar da Gitti’yi tekrar okumak istedim. Filmde kanser hastası Olcay Hanım (Yıldız Kenter) kuş kafesinde dolaştırdığı kedisi Hanım’a ‘hayır sahibi bir kapı’ aramaktaydı. Fakat kimsenin gözünün kediyi mediyi gördüğü yoktu. Mahallenin kasabının Olcay Hanım’a dediği gibi, kedi beslemek ‘tahta evler zamanında’ kalmış bir alışkanlıktı. Olcay Hanım, henüz sırtlarını yasladıkları yeşil tepelere ‘gökdelenler’ bindirilmemiş ahşap boğaz yalılarına bakarak kederle mırıldanır bir başka sahnede: “Bir dünya gidiyor, yeni bir dünya geliyor...” Paslanmış aksamı artık su koyuverdiği için çürüğe çıkartılmış ‘kömürle çalışan’ gemisini jilet olmaya götüren, eskiyen şeylerin kadrinin kıymetinin bilinmemesine üzülen Kaptan Necip Bey de (Eşref Kolçak) tamamlar bu sözü: “İnsanlık kayboldu!” Ve yitip giden eski İstanbul’u, yalıları, yalılarda oturan o efendileri, uzun bacalı sarı renkli boğaz vapurlarını, geçmiş güzel günleri anımsarlar birlikte, Boğaziçi’nden ‘değişen’ şehre bakarak. İşin tuhafı, akıp duran İstanbul manzaralarına şaşarken karımla, içine doğduğumuz, filmin çekildiği seksenler sonu/doksanlar başı İstanbul’unu hatırlayıp özledik. Kaptan’la Hanım’ın yadırgadığı bugün, bizim dünümüzdü. Her kuşak ‘yitirilen kendi geçmişinin’ yasını tutuyor demek.
Kimi filmleri kimi kitaplarla ilişkilendiririz bazan. Kaptan’ın “İnsanlık kayboldu” cümlesine Yaşar Kemal’in romanında da rastladığım için mi ‘Hanım’ bana ‘Kuşlar da Gitti’yi hatırlattı? “İnsanlık öldü mü, dedim. Yok, dedi. Ölmedi, ölmedi ama, bir şeyler oldu, başka bir yerlerde sıkıştı kaldı herhalde?” Yoksa film de roman da ‘geleneğin’ zaman karşısında tasfiye oluşunun, modernleşmenin şehri ve insanları teslim alışının muhteşem birer ‘ağıtı’ olduğu için mi? Yaşar Kemal de ‘Kuşlar da Gitti’de yok olan bir ‘İstanbul geleneği’ üzerinden insanların doğaya, şehre, kendilerine ‘yabancılaşmasını,’ yakaladıkları kuşları cami, kilise, sinagog kapılarında ‘maneviyata’ önem veren insanlar azat etsinler diye satmaya çalışan çocuklar üzerinden anlatıyor. Biraz Sait Faik yalınlığında, biraz şiirsel ve derin...
O zamanlar, yani kuşların “azat buzat beni cennet kapısında gözet” denerek satın alınıp ‘azat edildiği’ zamanlarda insanlar, daha iyi değillerdi belki ama daha başkaydılar, anlatıcıya göre: “Belki de kuşları daha çok seviyordular. Belki de yürekleri yufka, daha acımayla, daha sevgiyle doluydular. Belki de doğaya daha yakındılar, kim bilir... Şimdiki insanlara vız geliyor kafeslerde küçücük kuşların ölmesi.” Gerçi bugün ‘sokak hayvanlarına’ karşı daha duyarlıyız, daha merhametli. Birbirimize fazla gördüğümüz şefkati, çok şükür, en azından onlardan esirgemiyoruz; esirgemiyoruz ya kitap da film de ‘tazeliğini koruyor’ kanaatimce. ‘Kuşlar da Gitti’de kuşlar, ‘Hanım’da kediler... birer simge aslında: merhametle birlikte ‘geleneği ve geçmişi’ yani ‘medeniyetimizi’ simgeliyorlar. ‘Sevginin, merhametin’ ana değer olduğu ‘bizim’ medeniyetimizi. Şehirleşmeyle, moderniteyle epriyip dağılan değer yargılarımızı, bize özgü şeyleri, alışkanlıkları...
Ne zaman kent hayatının acımasızlığının, hoyratlığının, ‘şanlı unutuşumuzun’ tarihinin bir anıtı gibi okusam o son sayfayı, gözlerim sulanır ve Behçet Aysan’ın güzelim şiiri düşer aklıma: “...yaralı, dili lâl, kanadı kırık / vurulmuş başında bir yokuşun...” Siz de bu yazıyı bitirince bir kahve koyun kendinize, ‘Kuşlar da Gitti’yi okuyun tekrar, okuduysanız daha önce; okumadıysanız da şanslısınız ki ilk defa... Güz bitmeden! Ve sonra benim yaptığım gibi Ezginin Günlüğü’nden ‘Kuşlar da Gitti’yi dinleyip ‘Hanım’ı seyredin. Siz de ‘kaybedilmiş bir şeylerin acısını’ duyarak içinizde, ‘başka bir mevsime’ geçeceksiniz muhakkak…