Dünyaca meşhur Yunan polisiye yazarı Petros Markaris KARAR’a konuştu: 1960’larda Almanya’ya göç eden Türkler ve Yunanlılar bugünkü göçmenlere kıyasla şanslıydılar. Şimdi bu felaket, Orta Doğu’daki savaş ile daha da büyüyecek.
SEDAT PALUT
Avrupa Birliği ise Yunanlıların deyimi ile ‘gözlere kül dökmekten’ başka bir şey yapmıyor, Türkiye, Yunanistan ve İtalya’yı göçmen kampına çevirerek diğer Avrupa ülkelerinin sınırlarını kapatmasına göz yumuyor. Bunun bedelini yalnız göçmenler değil, tüm ülkeler çok pahalı ödeyecek.
937’de İstanbul Heybeliada’da doğan dünyaca meşhur Yunan polisiye yazarı Petros Markaris’in kitapları Alfa Yayınları tarafından Türkçeye aktarılıyor, dedektif karakteri Komiser Haritos’un maceraları 2022’den beri Türk okuyucuyla buluşuyor. Yazarla, şu ana kadar sekiz kitabı yayımlanan, aynı zamanda günümüzün nabzını tutan ‘Bir Komiser Haritos Hikayesi’ serisinin beşinci kitabı ‘Eskiden Çok Eskiden’diyi ve Türk Yunan halklarının ortak geçmişini KARAR okurları için konuştuk.
Sayın Markaris kitabınızda İstanbul’a atfen şu şekilde bir diyalog var:
“Bütün bunlar çok etkileyici, ama Bizans bir yabancı madde ve Yunanistan’la hiçbir ilgisi yok.
Nereden çıkardınız bunu?
Yunanistan Batı kültürünün beşiğidir. Burası ise doğu. Ortodoks dini bir yana bırakılırsa Bizans biz, Yunanlılardan çok Türklere yakın.”
Yunanların bazılarının İstanbul sevdasını sadece stratejik açıdan açıklayabilir miyiz? İstanbul, kültürel açıdan Yunanlılar için ne ifade ediyor?
Çağdaş Yunanistan’ın temeli antik Yunan tarihi ve kültürüdür. Bizans’la bağlantısı ise sadece dil ve Ortodoks dinidir. Osmanlı devrinde İstanbul’u ziyaret eden Yunanlılar çok azdı. Aynı zamanda, İstanbul Rumları kendilerini antik Yunanlı değil, Bizans kökenli olarak tanıtıyorlar. ‘Rum’ terimi antik Yunanistan’da yoktu. Yeni Roma İmparatorluğu’nda doğdu ve bugüne kadar sürüyor. Yunanlıların Bizans’la yalnız iki ilişkisi vardı, din ve dil. Yunanistan’ın kuruluşundan sonra o devrin aydınları yeni bir Yunan arı dili kurmaya başladılar. Bu dil antik Yunan, Bizans Ortodoks manastırların ve aydınların diliydi. Bu dil Yunanistan’ın resmi dili ve aynı zamanda eğitimin ve aydınların dili oldu, fakat hiçbir dönemde halk dili olamadı. Arı dil ile halk dili arasındaki çarpışma 1974’e, askeri diktatörlüğün sonuna kadar, devam etti. Diktatörlükten sonra ‘Çağdaş Yunan dili’ ile sona erdi. Yunanlılar İstanbul’u son yıllarda turizm ile keşfettiler. İlgileri stratejik değildir. Antik Yunanistan dışında, bir Hristyan Ortodoks kültürü ile karşılaşıyorlar ve coşuyorlar.
PEKİ YA SİZİN İÇİN?
1960 yılında, İstanbul’dan ayrılınca üç dilliydim. Türkçe, Rumca ve Almanca konuşup yazabiliyordum. Yazar olmaya karar verdiğim anda ana dilimde yazmak istedim. Atina’ya yerleşmemin ve Yunanistan’la bağlantımın nedeni buydu. Ama ben yazar hayatımı doğduğum ve büyüdüğüm Heybeliada’ya borçluyum. Heybeliada’nın kış yalnızlığından kurtulmak için tek çıkar yolum kitaplar ve edebiyattı. Heybeliada’nın Rum ilk okulunda öğrendiğim Yunan diliyle Yunan yazarı oldum. Orta okul, lise ve üniversite eğitimim Almancaydı.
YUNANİSTAN HIZLA DEĞİŞİYOR…
Romanda Haritos’un kızının düğünün kilisede mi yoksa nikah dairesinde mi yapılacağına dair eşiyle yaptığı bir tartışma var. Buna benzer gelenek ve modernleşme tartışmaları sanırım tüm dünyada artarak devam ediyor ve insanlar kendilerine doğal olarak bir taraf seçiyor ve karşısındakine karşı bir pozisyon alıyor. Belki ideolojik, belki de dini açıdan. Oysa her iki taraf da yaşadıkları toprakların insanları. Siz geleneksel kültürün devamı için ne düşünüyorsunuz?
Romanı yazdığım yılda kilise dışı sivil nikah birkaç yıl önce resmen kabul edilmişti. Bu gelişme yalnız aile kapsamında değil çiftler arasında da gerginlik yaratmıştı. Bu gerginlik yok artık. Bir taraftan eski gelenekleri ve özellikle din gelenklerini savunanlar, karşı tarafta gelenekleri yıkmak isteyen ve bu anlayışla gelişmeyi savunan gençler… Ancak bu ikiye bölünmüş toplum arasında düzgün bir çizgi çizmek imkansızdır. Yunanistan kuruluşundan beri bakışı geçmişe ve geleneklere bağlı bir ülkeydi. Bu anlayış şimdi hızla değişiyor. Size bir örnek vereyim: Yılbaşından sonra hükümet millet meclisine eşcinsel nikahı mümküm kılan bır yasa tasarısı getirecek. Yunan Ortodoks Kilisesi tasarıyı hemen reddetti. Son bir araştırmaya göre Yunanlıların yüzde 53’ü yasa tasarısını uygun buluyor. Bu gelişme birkaç yıl önce hükümetin değil herhangi bir vatandaşın aklından bile geçmezdi…
Romanda Komiser Haritos İstanbul’da gördüğü her şeyi- lokantaları, tatlıları, yolları, gösteri ve yürüyüşleri- Yunanistan’dakiler ile kıyaslıyor. Bu kıyaslamaların çıkış noktası milliyetçilik olabilir mi?
Hayır, milliyetçilikle bir ilgisi veya bağlantısı yoktur. Aslında Türkler ve Yunanlılar aynı yemekleri yiyorlar, özellikle sebze yemeklerini. Yunanlılar bu yemekleri 1924 mübadelesinde Yunanistan’a taşınan Anadolu Rumlarından öğrendiler. Eşi, Adriani, çok lezzetli yemekler pişirdiği için, Haritos’un yemeklere bir zaafı vardır. Türkler’in aynı yemekleri nasıl değişik lezzetle pişirdiklerini anlamaya çalışıyor. İstanbul’un yollarına ve manzaralarına gelince, Haritos da bütün turistler gibi hayran kalıyor. Son olarak yürüyüşler ve toplantılar… Haritos hemen hemen her gün merkezinde bir yürüyüş veya bir toplantı olan bir kentten, Atina’dan geliyor. Bu yürüyüş ve toplantılar sık sık polis ile çarpışmalarla sona eriyor. Haritos Türk polislerinin bu yürüyüş ve topantılarla nasıl mücadele ettiğini anlamaya çalışıyor.
Türk komiser Murat ise Almanya’da azınlık olarak görüldüğü için Türkiye’ye geldiğini söylüyor. Şimdi Avrupa’ya baktığımızda göçmenlerle birlikte ciddi bir azınlık sorunu kendini göstermeye, bu da farklı sorunların ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor. Azınlıklara karşı bir ön yargı ve düşmanlık ortaya çıkıyor. Bunu günümüz Avrupası’nda ve Türkiye’de görebiliyoruz. Siz yakın vadede bunun sonucunu nasıl görüyorsunuz?
Kısa vadede bu poblemin bir sonucunu değil, daha kötü bir gelişme bekliyorum. Komiser Murat ve geçmiş yüzyılın elli ve altmış yıllarında iş bulmak için Almanya’ya göç eden Türkler ve Yunanlılar bugünkü göçmenlere kıyasla şanslıydılar. Bugünkü göçmenlerin felaketini yaşamadılar. Şimdi bu felaket, Orta Doğu’daki savaş ile daha da büyüyecek. Avrupa Birliği ise aldığı sözüm ona karar ve tedbirlerle, Yunanlıların bir deyimi ile, ‘gözlere kül dökmekten’ başka bir şey yapmıyor. Aslında Türkiye’yi ve Akdeniz’de sınırları olan iki Avrupa Birliği ülkesini, Yunanistan ve İtalya’yı, göçmen kampına çevirerek, İspanya hariç, diğer Avrupa ülkelerinin göçmenlere sınırlarını kapatmasına göz yumuyor. Bu durumun bedelini yalnız göçmenler değil, tüm ülkeler çok pahalı ödeyecekler…
Sizden yakın zamanda Türkçeye çevrilmiş yeni bir polisiye okuyacak mıyız?
Alfa Yayınları’ndan ‘Büyük Ortak’ ve Yunanistan’ın 2010 finans krizini konulaştıran roman üçlememin ilk romanı ‘Batık Krediler’ yayınlandı. Şimdi üçlemenin ikinci ve üçüncü romanı hazırlanıyor. Merak etmeyin, 86 yaşımdayım ama hamdolsun yazmaya devam edebiliyorum. Bana cesaret ve hayat zevki veren budur…
‘İSTANBUL DA ATİNA DA DEĞİŞİYOR’
1950’li yıllarda nüfusun onda birini oluşturan İstanbul’daki Rum nüfusu günümüzde ne yazık ki 2 bin kişi civarında. Romanda da bunu görebiliyoruz. Siz de İstanbul’da doğup büyüdünüz hem bu kültürün kaybolması hem de İstanbul’un fiziksel değişimine dair duygularınız nedir?
İstanbul Rum azınlığı Türkiye ile Yunanistan arasındaki Kıbrıs çekişmesinin 6-7 Eylül olaylarıyla ve yurt dışı edilen İstanbullu Rumlarla çok ağır ve acı bedelini ödedi. Yunanistan’a yerleşmiş olan Rumlar bugüne kadar İstanbul’un özlemi ile yaşıyorlar. Kızım İstanbul’a aşık ama benim büyüdüğüm ve yaşadığım İstanbul’dan değişik bir İstanbul’u seviyor. Size bu değişikliğin bir örneğini vereyim. Ben Avusturya Lisesi mezunuyum. Okuldan çıkınca ve İstiklal Caddesi’nde yürürken aynı anda kulaklarıma Türkçe, Rumca, Ermenice, Yahudice, Fransızca ve İtalyanca, altı dil birden ulaşıyordu ve dönüp kimin konuştuğuna bakmıyordum. Çünkü günlük hayat buydu. Şimdi İstiklal caddesinde ve Beyoğlu’nda o gençlik günlerimin özlemiyle dolaşıyorum. Öte yandan 1960 yılında İstanbul’un nüfusu 2 milyona yakındı. Bugün ise 20 milyona yakın. Kentin değişmesi olağan. 1964’te Viyana’dan Atina’ya yerleşince, Atina’nın nüfusu bir milyona yakındı. Bugün ise 5 milyon. Atina’da değişti…
PETROS MARKARİS KİMDİR?
Rum bir anne ve Ermeni bir babanın oğlu olarak İstanbul’da doğan, eserlerini Yunanca kaleme alan Markaris, 1965’ten beri Atina’da, 2004’ten beri de Kypseli semtinde yaşıyor.