Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nden İsmail Akdoğan, Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretini değerlendirdi.
İSMAİL AKDOĞAN
ABD Başkanı Donald Trump, 20-21 Mayıs tarihlerinde iki günlük resmi ziyaret kapsamında Suudi Arabistan’da son derece önemli temaslarda bulundu. Şüphesiz, Başkan Trump’ın ilk yurtdışı ziyaretini Suudi Arabistan’a gerçekleştirmiş olması, son yıllarda gerilen Washington-Riyad ilişkilerinin geleceği ve ABD’nin yeniden biçimlenmekte olan Orta Doğu politikası açısından oldukça önemli bir gelişme şeklinde görmek gerekir. Riyad’daki diplomatik temasları kapsamında yapılan zirveler ve mutabık kalınan başlıklar dikkate alındığında, yeni Amerikan yönetiminin Orta Doğu politikasının hangi ana sütunlar üzerine inşa edileceği ve bu süreçte bölgesel bir aktör olarak Suudi Arabistan’ın nasıl bir rol oynayacağı hakkında önemli ipuçları vermektedir. Bu sayede, Washington yönetiminin dış politika önceliklerinin ve Orta Doğu politikasının nasıl şekilleneceğinin asgari düzeyde netlik kazandığı bir sürece girildi.
Obama yönetiminin Orta Doğu politikasını bölge meselelerine mümkün mertebe askeri olarak müdahil olmadan siyasi olarak “geriden idare” şeklinde tanımlamak mümkündür. Bu süreçte Obama yönetimi, bölgesel güçlere manevra alanı açmakla kalmadı, aynı zamanda onların güvenlik alanındaki sorumluluklarını artırmış oldu. Dolayısıyla Obama’nın Orta Doğu’ya dair ilgili tutum ve davranışı çeyrek asırlık Soğuk Savaş sonrası süreçte ABD’nin bölgeye yönelik yaklaşımında pek rastlanmayan bir gelişme oldu. Oysa Soğuk Savaş sonrası dönemde Orta Doğu güvenlik düzeni, ABD’nin bölgedeki askeri varlığı ve bu varlığını gerektiğinde çekinmeden kullanması üzerine inşa edilmişti. Her ne kadar, Obama yönetimi Orta Doğu’dan askeri olarak çekilmese de söz konusu askeri varlığını aktif şekilde devreye sokmaması mevcut bölgesel güvenlik düzenini yıkmakla birlikte, bölgesel dengeleri altüst etti. Bu da bölge devletleri arasında güvenlik ikilemi kaygılarının had safhaya ulaştığı yeni bir bölgesel denklemi beraberinde getirdi. Pek çok akademisyenin hemfikir olduğu üzere, bu gün itibariyle Orta Doğu siyasetine rekabet ve çatışmanın hakim olmasıyla beraber güvenlik ve istikrarın görece bozulmasının arkasında Obama döneminde izlenen ikircikli politikalar yatmaktadır. Bu dönemde ABD’nin bölgedeki geleneksel müttefikleri Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye ve İsrail ile stratejik ortaklığının önemini yitirmesi, nükleer anlaşma kanalıyla İran ile ilişkilerde normalleşme sürecine girilmesi, İran’ın bölgede yayılmacı davranışlarına göz yumulması ve Suriye, Yemen ve Libya’nın iç savaşa sürüklenmesi yukarıda bahsedilen politika değişiklinin pratik sonuçlarının en çarpıcı örnekleridir.
Ancak görüldüğü kadarıyla Trump yönetiminin Orta Doğu’da uygulamaya koyduğu strateji Obama’nın izlemiş olduğu stratejiden büyük ölçüde ayrışmaktadır. Her şeyden önce, Orta Doğu’da izlediği politikalarla güç boşluğuna/güvenlik ikilemine sebep olan ve bu nedenle bölgesel rekabet ve çatışmanın artmasına yol açan Obama yönetiminin aksine, Trump yönetimi bu problemi gidermeye gayret göstermektedir. İkinci olarak, bölgedeki geleneksel müttefikleriyle ilişkilerini ivedilikle tamir etme ve stratejik ortaklığı yeniden canlandırma Trump yönetiminin dış politika öncelikleri arasında yer almaktadır. Üçüncü olarak, yeni yönetim Orta Doğu’da terörle mücadele ve İran yayılmacılığını önleme olmak üzere iki stratejik hedef belirlemekte ve bu hedeflere ulaşma noktasında bölge devletleriyle yakın işbirliğine gideceğinin sinyallerini vermektedir. Bölge devletlerinin kahir ekseriyetinin mutabık kaldığı gibi, Beyaz Saray da bölgesel güvenlik ve istikrarı bozan iki büyük problem olarak terörizm ve İran yayılmacılığını görmekte ve bu hususta bazı somut adımlar atmaktadır. Bu nedenle, Başkan Trump’ın Orta Doğu gezisini ve Suudi Arabistan’daki zirveleri temaslarını yukarıda sayılan stratejik hedefler bağlamında okumakta fayda var.
HEDEFTEKİ ÜLKE: İRAN
Başkan Trump’ın Suudi Arabistan’daki iki günlük temasları kapsamında ABD-Suudi Arabistan Zirvesi, ABD-Körfez Ülkeleri Zirvesi ve ABD-İslam/Arap Zirvesi olmak üzere üç ayrı zirve yapıldı. ABD-Suudi Arabistan Zirvesi ziyaretin ilk günü olan 20 Mayıs’ta gerçekleştirildi. Bu zirvenin temel amacı, Obama döneminde bozulmuş olan Riyad-Washington ilişkilerini tamir etmek, ikili ilişkileri rayına oturtmak ve iki ülke arasındaki geleneksel stratejik ortaklığı yeniden canlandırmaktı. Bu amaçla, başta Başkan Trump ve Kral Selman olmak üzere her iki ülkeden üst düzey temsilcilerin katıldığı zirvede ikili ilişkiler siyasi, ekonomik ve askeri yönleriyle masaya yatırıldı ve bir dizi anlaşmaya imza atıldı. Örneğin, iki ülke arasındaki stratejik ortaklığın yeniden canlandırılması amacıyla Başkan Trump ve Kral Selman, Ortak Stratejik Vizyon Belgesi imzaladılar. Ayrıca, 10 yıllık süreye yayılan toplam 350 milyar dolarlık silah tedariki üzerinde mutabık kalındı ve bunun 110 milyar dolarlık kısmının derhal yürürlüğe girmesi için anlaşma imzalandı. Buna göre ABD, ordusunun modernizasyonu ve güç kapasitesinin artırılması amacıyla Suudi Arabistan’a F-15 savaş uçakları, THAAD ve Patriot hava savunma sistemleri, savaş gemileri, tanklar, zırhlı personel taşıyıcılar ve diğer askeri teçhizatlar temin edecek. Yine bu anlaşma uyarınca, Suudi ordusuna teslim edilmek üzere Skorsky tipi helikopterlerin Suudi Arabistan’da ortak üretimi üzerinde anlaşıldı. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, söz konusu silah anlaşmasıyla İran tehdidi karşısında Suudi Arabistan’ın güvenliğinin artırılmasının hedeflendiği ve Suudi ordusunun güç kapasitesi tahkim edilerek terörle mücadelede ABD’nin yükünün azaltılmasının amaçlandığı belirtildi. Aynı konu hakkında Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ise bu silah anlaşmalarıyla İran’ın bölgedeki nüfuzunun geriletilmesi ve İran bağlantılı tehditlerin üstesinden gelinmesi noktasında Suudi Arabistan’a yardımcı olunduğunu ifade etti. Öte yandan, bu ziyarette ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri güçlendirmek amacıyla bir dizi anlaşmaya da imza atıldı.
Yeniden şekillenen Orta Doğu denkleminde ABD’nin daha müdahil olacağı ve Suudi Arabistan’ın ise bölgesel konumunu güçlendireceği yeni bir döneme girilmiş oldu.
Trump’ın Suudi Arabistan temaslarının ikinci gününde ABD-Körfez Ülkeleri Zirvesi yapıldı. Altı Körfez ülkesinin katıldığı zirvede Basra Körfezi’ndeki mevcut güvenlik tehditlerine dikkat çekildi ve bunların üstesinden gelinmesinde ortak hareket edileceği üzerinde duruldu. Bu kapsamda ABD ile altı Körfez ülkesi arasında terörle mücadelede işbirliğini öngören Mutabakat Zaptı imzalandı. Ticari ve ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesi noktasında görüş birliğine varıldı. Riyad’daki üçüncü zirve olan ABD-İslam/Arap Zirvesi, uluslararası boyutta dikkatleri en fazla üzerine çeken gelişme oldu. Radikal ideolojiler ve terörizmle nasıl mücadele edileceği ve bölgesel güvenliğin nasıl sağlanacağı söz konusu zirvesinin temel gündem maddesini oluşturdu. Kral Selman’ın daveti üzerine toplam 55 ülke devlet ya da hükümet başkanı ve daha farklı düzeylerde olmak üzere zirveye katılım gösterdi. Daha doğrusu, İran ve Suriye dışındaki bütün Müslüman ülkeler zirvede bir şekilde temsil edildi. Zirvede hem Kral Selman hem de Başkan Trump katılımcı ülkelere hitaben birer konuşma yaptılar. Her iki lider de bölgeyi etkisi altına alan terörizm ve yayılmacı davranışlar sergileyen İran’ı bölgesel güvenlik ve istikrarın meydan okuyan iki büyük tehlike olarak tanımladı. Yaptığı konuşmada Kral Selman, İran’ı küresel terörizmin bir numaralı destekçisi olmakla suçladı ve onun bölgede terör örgütleriyle işbirliği yaptığına dikkat çekti. İran destekli Hizbullah ile DEAŞ arasında bir fark olmadığını ileri sürdü. Öte yandan, bölgede güvenliğin sağlanması amacıyla ortaklık teklif etmeye geldiklerine değinen Başkan Trump, radikal ideolojiler ve terörizmle mücadelede ABD’nin bölge ülkelerine somut destek vereceğini belirtti. Aynı zamanda Başkan Trump; Irak, Lübnan ve Yemen’de terörist militanları ve aşırı grupları finanse etmek ve silah temin etmekle suçladığı İran’a karşı birlik olma ve İran’ı izole etmek için birlikte çalışma çağrısında bulundu.
Zirve sonunda Orta Doğu’da barış ve istikrarının sağlanması noktasında atılacak ortak adımları belirleyen ve katılımcı ülkeler arasında yakın işbirliğini öngören 18 maddelik Riyad Deklarasyonu yayımlandı. Bir bakıma Riyad Deklarasyonu, terörizm ve İran yayılmacılığının önüne geçme hususunda müşterek sorumluluklar ve görevler hakkında imzacı devletlere yol haritasını belirledi. Örneğin, katılımcı ülkeler başta medya bağlantıları, fikri temelleri ve finansal kaynakları olmak üzere terörizmin her yönüyle mücadele edecekleri konusunda güçlü taahhütte bulundular. Ayrıca, bölgesel güvenliğin sağlanması amacıyla Ortadoğu Stratejik İttifakı adında yeni bir askeri örgütlenmeye gidileceği açıklandı. Merkezi Suudi Arabistan’da olacak bu askeri ittifakın kurulma sürecinin 2018 sonuna kadar tamamlanması kararı alındı. Bununla birlikte, Irak ve Suriye’de terörist örgütlerle mücadelede kullanılmak üzere 34 bin kişilik İslam Koalisyonu’nun hazır bulunduğu belirtildi. Öte yandan bu deklarasyonun toplam dört maddesi doğrudan İran ile ilgiliydi. Bunlardan birinde İran’ın bölgesel güvenlik ve istikrarı bozan davranışlarının ve terörizme desteğinin kesinlikle kabul edilemez olduğu vurgulandı. Diğerinde, İran’ın uluslararası hukuku, devletlerin egemenliği ilkesini ve iyi komşuluk prensibini ihlal ederek bölge devletlerinin içişlerine müdahil olması ve saldırgan davranışları kınandı. Diğer bir maddede katılımcı ülkelerin İran’ın bu tür davranışlarına karşı ortak hareket edileceği ifade edildi. Son olarak, İran’ın balistik füze programının ciddi bir tehlike arz ettiğine dikkat çekildi.
Genel olarak değerlendirildiğinde, yeni Amerikan yönetiminin Orta Doğu politikasını gözden geçirmesi ve buna dair bazı somut adımlar atmasıyla Orta Doğu’da dengelerin yeniden değiştiği ve kartların baştan karıldığı bir sürecin başladığını söylemek mümkün. Bu yeni dönemin bölge devletlerinin dış politikaları ve diğer bölge devletleriyle ilişkileri üzerinde önemli pratik yansımaları olacaktır. Yeniden şekillenen Orta Doğu denkleminde ABD’nin daha müdahil olacağı ve Suudi Arabistan’ın ise bölgesel konumunu güçlendireceği yeni bir döneme girilmiş oldu. Diğer yandan, İran’ın Obama zamanında ortaya çıkan manevra alanında fırsatları değerlendiği ve bölgesel güç dengesini kendi lehine çevirmeye çalıştığı dönemin Trump yönetimiyle sona erdiği anlaşılmaktadır. Sorumsuz davranışları ve yayılmacı politikalarıyla diğer devletlerin güvenlik kaygılarını oldukça artıran İran’ın kendi sınırlarına doğru geri itileceği yeni bir Orta Doğu denklemi giderek şekillenmektedir. Ancak bu yeni bölgesel iklimde Orta Doğu’nun güvenlik ve istikrar ortamına kavuşup kavuşmayacağı hususunda öngörüde bulunmanın henüz çok erken olduğunu da söylemek gerekir.