Ortadoğu analisti Hasan Mesut Önder, tanker saldırı sonrası ısınan Hürmüz Boğazı’ndaki gelişmeler üzerinden değerlendirmede bulunuyor.
HASAN MESUT ÖNDER YAZDI
Dünya petrol ticaretinin yüzde 30’u Hürmüz Boğazı’ndan yapılmaktadır. Bundan dolayı bu geçiş yolu jeo-ekonomik açıdan önemli bir bölgedir. Japonya’ya gitmekte olan ve petrol taşıyan iki tankerin saldırıya uğraması, dünya kamuoyunun gözlerini bu bölgeye çevirmesine neden oldu. Bu bölgede; Norveç, Tayvan ve İngiltere’ye ait gemilere de saldırı yapılmıştı. Bu saldırılar neticesinde ABD, F-15 ve F-35 uçakları ile bölgede uçuşlar gerçekleştirdi ve halihazırda Amerikan 5. Filosu bölgede seyrüsefer halinde gelişmeleri yakından izlemeye devem ediyor. Amerikan devlet yetkililerinin yapmış olduğu açıklamalarda son saldırılarda kullanılan silahların menşeinin İran olduğu ve dolayısıyla saldırının sorumluğunun onlara ait olduğu belirtildi. İran ise bu açıklamaya karşı çıkarak suçlamaları reddetti.
Ekonomik ambargolar nedeniyle halkta memnuniyetsizliğin had safhaya çıktığı bir dönemde, İran devletinin olası bir savaşın fitilini ateşleyebilecek bir eylemi yapması akla yatkın görünmüyor. Ancak İran ekonomisindeki kötü gidişin asıl sorumlusu olan Devrim Muhafızları halkın dış düşman karşısında kenetlenmesi için bu saldırıları yaptıysa, bu süreci kontrol edebilmesi mümkün değildir. Elimizde net ve somut veriler olmadığı için gazetelere yansıyan haberler üzerinden bir analiz yapmaya çalıştığımızda, bu yaşanan olayların, 2008 ve 2018 yılında sokağa dökülen İran halkına bir mesaj olduğunu söylemek mümkün. Körfezdeki Amerikan askeri varlığının İran’a karşı daha saldırgan bir tutum aldığı bir dönemde, bu saldırıların yapılması, rejim muhalifleri ve hayal kırıklığı yaşayan halkın daha organize bir şekilde sokağa dökülmesi için bir dış sinyal olma ihtimalini güçlendirmektedir. Bu saldırılar neticesinde doğan reaksiyon iç karışıklıklar için bir sinyal ise ABD-İsrail ve Suudi Arabistan’ın başını çektiği İran karşıtı bloğun ülke içinde güçlü bir istihbarat alt yapısı kurduğu söylenebilir. Bu eylemde de kullanılan silahların İran mahreçli olması, İran karşıtı blokun, İran içinde sabotaj ve yıkıcı faaliyetlerde kullanabileceği insan unsuruna sahip olduğunu gösteriyor. Peki, neden 2008’de ve 2018’de İran‘da bir rejim değişikliğinin fitilini ateşlenmedi de bugün bu yapılıyor? ABD’nin Irak ve Afganistan işgali ile bölgede İran’a alan açılması, Körfez Araplarının İran tehdidi karşısında İsrail ile ilişkilerini geliştirmesine neden olduğunu söylemek mümkün.
İsrail ve Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin açık hale geleceği, gizli yürütülen ilişkilerin açık bir hal alması gerektiği İsrail devlet ricali tarafından yüksek sesle dile getirilmektedir. Mayıs aynın sonunda, Suudi Arabistan’ın Mekke kentinde gerçekleşen Körfez İşbirliği Konseyi ve olağanüstü Arap Zirvesi’nin sonuç bildirgesinde İran tehdidinin birinci gündem maddesi olması, ABD ve İsrail ekseninin İran tehdidini kullanarak İsrail’i jeopolitik öteki olmaktan çıkarıp yerine öteki olarak İran’ı koyduğu söylenebilir. Afganistan işgalinden bu yana ABD’nin uyguladığı Ortadoğu stratejisinin meyvelerini verdiği görülmektedir. İran’ı bir tehdit olarak kullanıp, Körfez ülkelerinin İsrail’le olan ilişkilerini geliştirme stratejisi başarıya ulaştığı görülmektedir. Yakın gelecekte bu ilişkilerin resmiyet kazanıp, daha da gelişeceğini görülmektedir. Bundan dolayı İran tehdidi artık kullanışlı bir argüman olmaktan çıkmıştır. Ancak İran’ın Ortadoğu’da kazandığı mevzilerin geri alınması için rejime içten müdahaleyi zorunlu kılmaktadır. Suriye’den İran’ın çıkarılması için ABD, Rusya ve İsrail’in görüşmeler yaptığı bilinmektedir. Rusya her ne kadar İran ile işbirliği içinde görünse de, İran’ın Suriye üzerindeki etkisinden rahatsızdır.
Yüzyılın anlaşması ile Arap–İsrail arasındaki ilişkilerde belirleyici unsur olan Filistin meselesi bu proje ile bir ihtilaf alanı olmaktan çıkarılmakta ve ilişkilerin normalleşmesine engel olan en büyük neden ortadan kaldırılmaktadır. İran’ın 2003 yılından bu yana dış politika kapasitesini aşan bölgedeki faaliyetleri ABD ve İsrail’i kısmen kaygılandırsa da aşırı genişlemenin ekonomik ve siyasi maliyetlerinin İran devletinin sıklet merkezine olumsuz etkileri olacağını da hesaplamaktadırlar. Her devletin maksimum düzeyde kurabileceği etki alanı vardır ve bu alanı daha da genişletmeye çalıştığında devletin iç iktidar halkalarında görüş farklılıkları ve hizipleşmeler oluşur. Bu hizipleşmeler ve görüş farklılıkları ekonomik ambargo ve askeri kuşatma ile desteklendiğinde rejimde bir çözülmenin gerçekleşmesi güçlü ihtimaldir. ABD, Saddam döneminde Irak’a uyguladığı ambargo ile rejimin çözülebileceğini ve hatta rejimin Saddam’ı tasfiye ederek, aynı iktidar halkası içinden başka bir lideri çıkaracağını hesaplamıştı; ancak bu hesap hiçbir zaman tutmadı. Çünkü Irak, kendi içinde hapsedilmişti ve her baskı Saddam’ın iktidar tabanını konsolide ediyordu. Salt ekonomik ambargo ile İran‘da bir rejim değişikliği mümkün değildir. Ancak Hürmüz Boğazı’ndaki bu gelişmeler, ABD, İsrail, Körfez Ülkeleri ve ekonomik çıkarları riske girmesi muhtemel Batılı ülkelerin rejim değişikliği için ikna etmeye çalıştığı kuşkusunu güçlendirmektedir. Bunun bir sıcak savaşa dönüşme ihtimalini dillendiren birçok analist olmasına rağmen İran gibi bir ülkenin tasfiyesi ile Şii jeopolitiğinde doğacak boşluğu dolduracak bir aktör olmadığı için bu seçenek zayıftır.
Teknik olarak rejim değişikliği bir-iki yılda yapılacak bir iş değildir. Böylesine bir operasyonun yönetilmesi için hedef ülkeye yakın üçüncü bir ülkede üs kurulmak zorundadır. Toplumun bütün katmanlarını sokağa dökecek, farklı gerekçeler yaratılır. Güçlü istihbari, lojistik ve ekonomik alt yapının olması gerekir. Halkın sokağa dökülmesi için sürekli ve güçlü nedenlerin kamuoyunda işlenmesi ve eylemci grupların dinç tutulması gerekir. Örneğin Amerikan 5. Filosunun bölgedeki varlığı ve İran karşıtı bloğun konsolide bir şekilde aldığı karşıt pozisyon, olası sokak olaylarında muhalefetin dinç kalması için güçlü bir motivasyon olabilir. Halkı bilinçli bir şekilde sevk ve idare edecek görüş önderlerinin yetiştirilmesi, konuşlanmaları gerekmektedir. Ayrıca, İran güvenlik sisteminin kitlesel hareketlere karşı nasıl mücadele ettiği, hareket tarzı, toplum içindeki istihbarat ağı gibi hususların yakından izlenmiş olması gerekmektedir. 2018‘deki sokak hareketlerinde, İran güvenlik aygıtının hareket tarzının İran karşıtı ülkeler tarafından dikkatle takip edilmiştir. Hürmüz Boğazı’ndaki gelişmeler ve yakında yaşanması muhtemel olaylar, İran iktidar halkası içinde ciddi görüş ayrılıkları ve hizipleşmeler doğurursa, bu olaylar bir rejim değişikliğine yol açacak gelişmelere sahne olabilir. Önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmeler resmin bütününü görmemizi kolaylaştıracaktır. Şuan ki mevcut veriler ışığında böyle bir senaryo mümkün gözüküyor. Hürmüz Boğazı’ndaki olaylar böyle okunamaz mı, siz ne dersiniz?
Bu yazıyı hayatımıza katılması ile bize yeni bir mutluluk getiren canım kızım Deniz Ülkü’ye ithaf ediyorum.