FSMVÜ’den Doç. Dr. Hasip Saygılı, mükellef olup da bedelli beklentisiyle askerliği erteleyenlerin sayısının I. Dünya Savaşı sonundaki firari sayısından fazla olduğuna dikkat çekiyor.
Osmanlı’nın son yüzyılında devleti uğraştıran kronik problem sahalarından biri de sürdürülebilir, adil ve etkin bir asker alma sistemi kurma çabaları olmuştur. Bu çabalar maalesef istikrarlı ve maksada uygun bir yapılanmaya yetmemiştir. Bunda imparatorlukta devlet nüfuzunun merkezkaç etkilerin yanında sönük kalmasını öncelikle görmeliyiz. Diğer bazı faktörleri göz ardı edersek kabaca askerlik yükümlülüğünün devletin söz geçirebildiği bölgelerle sınırlı kaldığını görebiliriz. Cumhuriyet rejimi prensip olarak erkek vatandaşların tamamını askerlik hizmetine aldı. Bölgelere göre farklı uygulamalara izin vermedi. Buna rağmen 1930’lu yılların sonlarına kadar bazı vilayetlerde tüm erkek mükelleflerin askere alınması mümkün olmadı. Eldeki raporlara göre bazı yörelerde azımsanmayacak bir oran askerlik yapmadı. Tunceli’de meydana gelen hadiselerin de bölgeye yol, köprü, mektep, karakol yapılması ile mükelleflerin mahallî nüfuz sahiplerinin kabul ettiği bir kısmının değil, tamamının askere alınması girişiminden kaynaklandığı bilinmektedir.
Yakın dönem asker alma serencamında İkinci Dünya Savaşı sırasındaki zorluklara işaret edilmesi gerekir. Bu dönemde tam seferberlik ilan edilmeden bir milyonun üzerinde mükellefin silah altında tutulması altyapı ve yetişmiş insan sermayesindeki zayıflıklar sebebiyle büyük güçlükler yarattı. Harp silah ve teçhizatlarındaki yetersizlikler yanında askerin iaşe (beslenme), ibate (barındırma), melbusat (giyindirme) problemleri kendini hissettirdi. Kışla yetersizliğinden ötürü askerler bazen camilerde yatırıldı. Bazı menzil merkezlerinde buralar bugünkü “Kabul Toplama Merkezi” diyebileceğimiz sevkiyathane olarak hizmet verdi. Anılan dönemde subay adaylarının yer yokluğundan düzenlenmiş tavlalarda yemek yediklerin biliyoruz (Türk Subaylarının İkinci Dünya Savaşı Hatıraları, Genelkurmay Başkanlığı, 1999). Bu tarz yetersizliklerin ağır bir maliyet doğurduğunu tahmin etmek güç değildir. 1939-1945 yılları arasındaki dönemde, daha sonra yapılan resmi açıklamaya göre subay, astsubay, askeri öğrenci ile silah altına alınan mükelleflerin 22 bin 663 kadarı iaşe, bakım ve sıhhi yetersizlikler sebebiyle hastanelerde vefat etmiştir. Hava değişimi ve izindeyken vefat edenler bu sayının dışındadır. Zayiat toplamı, emekli general Ali İhsan Sabis’e göre 100 bin, tarih araştırmacısı Cahit Kayra’ya göre 57 bin seviyesindedir (İlgili kaynakları paylaşan Sn. Erhan Çifci’ye teşekkür ederim). İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden bir müddet sonra iktidarın el değiştirmesinde subaylar dâhil askerlerin yaşadıkları güçlüklerin de önemli bir etkisi olabildiği tahmin edilebilir.
1950’lerden itibaren prensip olarak tüm erkek nüfusu kapsayan askerî mükellefiyet sisteminin uzun süre büyük bir tıkanma olmadan devam ettiğini iddia edebiliriz. 1980’li yılların başına kadar sistem işledi. Ekonomik gerekçelerle bütçeye katkı sağlama amaçlı kısa dönem bedelli askerlik uygulaması yurt dışında çalışan/okuyan/yaşayan vatandaşlarımız için başlatıldı. Belli bir miktar döviz ödeyenler kısa süreli bir acemi (başlangıç) eğitimine tabi tutularak askerlik mükellefiyetini yerine getirmiş kabul edildi. Tabii bazı dönemlerde de er öğretmenliği gibi uygulamalara başvuruldu.
Mesleği öğretmen olan yükümlüler bazen acemi eğitiminden sonra bazen buna da gerek görülmeden doğrudan Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir okulda öğretmen olarak hizmet ettiler. Bu hizmetler ile bazı kamu kurumlarında belli bir süre çalışma da askerlik mükellefiyetine sayıldı. Bu ara yüksek eğitimli mükellefleri için kısa dönem askerlik ihdas edildi. Bu durum üniversite eğitimi bazı mükellefler tarafından kısa dönem askerlik için vasıta olarak görülmeye başlandı. Daha garibi, aralarında uzman hekimlerin de bulunduğu bazı mükellefler kısa dönem askerlik yapmak için yedek subaylık yerine nefer olmayı tercih ettiler.
Bu uygulamalar bir sistem bütünlüğünden yoksun şekilde devam ederken bedelli askerlik için yurt dışında yaşama/çalışma şartı da kaldırıldı. Belli bir miktar meblağı ödeyenler bedelli askerlikten faydalanır oldular. Tabii iş sonunda parayı yatıranların tek bir gün dahi askerliğin havasını teneffüs etmeden terhis olmalarını yönünde evrildi. Bedelli askerlik uygulamaları da artık mükelleflerin her birkaç bir yılda tekrarını bekledikleri bir fırsat haline geldi. İktidar ve muhalefet partileri arasında mükelleflerin bu beklentilerine yaklaşımda bir farklılık görülmedi. Hatta bu konularda hükûmeti eleştiren ana muhalefet lideri bedeli ödeme gücü olmayan mükelleflerin yerine devletin ödeme yapması gerektiğini söyledi.
Kısa dönem, bedelli, öğretmen veya bir kamu kurumunda çalışma gibi uygulamalarda ihtiyaç fazlası mükellef bulunduğu gerekçesi ileri sürülegelmiştir. Ancak günümüzde askerlik süresinin kısaltılmasına rağmen kaynak fazlalığı değil, yetersizliği söz konusudur. Bunda nüfus artış hızının düşmesi yanında, askerlik yükümlülüğünü yerine getirme eğiliminin düşmesinin rolü büyüktür. Fiilen askerlik yapması gerektiği halde bedelli askerlik beklentisi ile bu yükümlülükten kaçınanların sayısı kaba bir hesapla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hâlihazır mevcudundan aşağı değildir. Başka bir ifade ile Birinci Dünya Savaşı’nın son döneminde büyük çoğunluğu açlık ve yokluklar sebebiyle birliklerinden firar eden yarım milyon neferimizden daha fazlası bugün askerlik mükellefiyetini yerine getirmeye yanaşmamaktadır. Bunların bir kısmı siyasi makam sahiplerine “… bizi Afrin’e götür…” diye slogan atarak görevini yerine getirdiğini kabul etmektedir. Ancak bedelli uygulamasını tercih edenlerin önemli bir kesiminin, işini kaybetmeme ve ekonomik zorunluluklar gibi kolayca göz ardı edilemeyecek gerekçeleri olduğunu da teslim etmeliyiz.
Diğer taraftan bölücü etnik terör örgütüne karşı sürdürülen harekât son yıllarda profesyonel askerlik tartışmalarını gündeme getirmiştir. Ana hatlarıyla general, subay, astsubay, uzman erbaş yanında neferlerin de mükellef olarak değil, alacakları özlük haklarına karşılık bu işi uzun süreli yapan personelden teşkil edilmesi demek olan bu sistem kamuoyunda teknik olarak yeterince tartışılmış değildir. Daha ziyade iç güvenlik harekâtında askerlik mükellefiyetiyle silahaltına alınmış olan personelin şehadet, maluliyet ve yaralanmasının yaratacağı tepkileri azaltma düşüncesi öne çıkmaktadır. Karar vericiler muhtemelen Vietnam Savaşı’nın yarattığı tepkileri söndürmek için Amerika Birleşik Devletleri’nin er ve erbaş olarak zorunlu askerlik mükelleflerini değil, sözleşmeli personeli istihdama başlamasını model almış görünmektedir.
Bu çerçevede Afrin harekâtının ilk safhasında er olarak sadece askerlik mükelleflerinin görevlendirilmemesi dikkat çekmektedir. Şüphesiz bu tercihin gerekçeleri mevcuttur. Ancak bu uygulamanın ülkemiz için tek seçenek olarak kabulünün önemli sakıncaları olduğunu da görmeliyiz. Öncelikle Zeytin Dalı harekâtı bazı hamaset dillerinin söylediği şekilde teknik anlamda bir savaş değildir. Sınırlı bir sahada yürütülen bir operasyondur. Diplomasi ile kahraman güvenlik güçlerimizin cesaret ve dirayetini küçümsemeden, soğukkanlılıkla gelecekte savaşa dönüşebilecek daha şiddetli ve geniş kapsamlı fiilî çatışma durumlarını göz ardı edemeyiz. Sınırlı bir sahada, herhangi bir devlete karşı yapılmamış olan Afrin harekâtının tartışmasız başarısı bizi diğer ihtimalleri düşünmekten alıkoymamalıdır. Yetkili makamların uzun süreli bölgede çatışma ve mukavemet hazırlığı yapan paramiliter terörist yapılanmanın niçin geri çekilmeyi tercih ettiğini de değerlendirdiğini tahmin ediyoruz. “Zayiat verince çekilmeyi tercih ettiler” demenin işi çok basite indirgemek olacağı kanaatindeyiz.
Zeytin Dalı harekâtında asker dışında diğer güvenlik kurumlarımızın personelinin de görevlendirilmesinin, harekât alanında sadece sözleşmeli neferlerin sayıca yeterliliklerini akla getirdiğini söylemek gerekir. Nitekim harekâtın temizlik safhasında sözleşmeli olmayan askerlik mükellefi erlerimizin de bölgedeki birliklerimize tertip edildikleri bilinmektedir. Bu çerçevede, geniş kapsamlı muhtemel bir harpte sadece sözleşmeli erlerle işi kotarma imkânı düşünülemez. “Şimdilik kısa vadeli münhasıran sözleşmeli erlerle devam edelim. İleride harp çıkarsa ihtiyaç duyulduğunda zorunlu mükellef askerleri de riskli bölgelere sevk ederiz” düşüncesi fikrimizce çok iyimser bir varsayıma dayanmaktadır. İlgili mercilerin bu tarz beklentilerin yaratacağı riskleri sorumlu makam sahiplerine arz etmesi gerektiğine inanıyoruz.
Fiilen askerlik yapması gerektiği halde bedelli beklentisiyle bu yükümlülükten kaçınanların sayısı kaba bir hesapla TSK’nın hâlihazır mevcudundan aşağı değil.
Tabii bu riski karar vericilere sunarken sözleşmeli personel temininde karşılaşılan güçlükler varsa bunları da açık, anlaşılabilir bir dille ifade etmelidir. Bu güçlüklerin kamuoyu önünde tartışılması uygun görülmese de, siyasi makamlara her yönüyle ifade edilmesi vicdani bir görev sayılmalıdır.
Siyasi öncelikler bedelli askerlik uygulamasını devam ettirecekse, belli bir meblağ ödeyenlere terhis tezkeresi vermeden önce hiç olmazsa iki hafta gibi kısa bir süre askerlik programı uygulanmasını karar vericilere teklif ediyoruz. Bu iki haftalık program sıkıştırılmış acemi eğitimi olmayacaktır. Bedelli gençlerimiz 10 mesai günü boyunca asker üniforması giyip içtimaa çıkma, selam verme, esas duruş gibi basit usullere yakınlık kazanmalı, karavanaya kaşık sallamalıdır. Etkin bir programla yavrularımıza belki piyade tüfeği ile üç mermi atışı bile yaptırılabilecektir.
Bu tarz bir programdan geçen bedelli ile doğrudan terhis belgesi alan bedelli arasında Kâtip Çelebi’nin işaret ettiği hendese bilen kadı ile bilmeyen kadı arasındaki fark vardır. Daha basit söyleyelim: Sayı olarak 1 (bir) küçüktür ancak 0 (sıfır) ile karşılaştırılınca aradaki fark hayat ile ölüm, varlık ile yokluk arasındaki fark kadar büyüktür. Bahsettiğimiz iki haftalık programdan geçen bedellilerimiz ihtiyaç duyulup yurt savunması için silah başı çağrısı aldıklarında biz bu işi biliriz diyerek görev yerlerine koşarak gideceklerdir. Aksi takdirde ileride benzeri bir zorunluluk olursa kriz yaşanacaktır.
Engelli yavrularımız bile birkaç saatliğine asker üniforması giyip sembolik olarak askerlik mükellefiyetlerini zevkle yerine getirirken nispeten hali vakti yerinde bedence sağlam çocuklarımız bu şereften yoksun bırakılamaz.
“Zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir” başka bir yazının konusudur.