Fatih Sultan Mehmet Vakfı Üniversitesi’nden Doç. Dr. Hasip Saygılı, Türkiye’de asker alma sisteminde yaşanan tıkanıklığa işaret ederek mevcut sistemin sürdürülebilir bir çerçeveye kavuşturulması gerektiğini belirtiyor.
Seçim kampanyası çerçevesinde Başbakan Binali Yıldırım hâlihazırda 5.5 milyon civarında askerlik mükellefinin hizmete gitmediğini açıkladı. Bu kadar yüksek rakamın ilk defa dile getirildiğini sanıyoruz. Bu rakamın daha önce Milli Savunma Bakanlığı’na atfen kamuoyuna yansıyan haberlerdeki rakamlardan da farklı kompozisyonlarda olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan açıklamaya göre öğrencilik gerekçesiyle yaklaşık 2 milyon olmak üzere toplam 4 milyon 815 bin küsur yükümlü askerliğini ertelemiştir. Bu sayıya ilaveten ayrıca askerlik yükümlüsü olduğu halde yapılan yoklama çağrısına uymayan 570 bin kişi mevcut. Askerlik şubesi tarafından sevk edilmesine rağmen gönderildiği birliğe gitmeyen ve birliğinden firari olanlar bu sayının dışındadır.
Bu rakamların Türkiye’de asker alma sisteminde bir tıkanıklığın hatta krizin habercisi olarak ciddiye alınması gerektiğini düşünüyoruz. Meselenin kısa vadeli siyasi mülahazaların ötesinde istikrarlı, sürdürülebilir, etkin ve adil bir çerçeveye kavuşturulması lüzumu kendini hissettirmektedir.
Siyasetçilerin yılda 350 bin civarında yükümlünün askere alınacağı gerekçesiyle beş buçuk milyon yükümlünün eritilmesini esas mesele olarak görmekte olduğu anlaşılmaktadır. Sözleşmeli er ve erbaşlarla beraber 350 bin yükümlünün ordunun iç güvenlik ve hudut dışı görevlerini aksaksız yerine getireceği yüksek askeri makamlar tarafından tespit edilmişse buna diyecek bir şeyimiz yoktur. Bu durumda askerlik yapan yavrularımızın erbaş ve er yetersizliğinden birliklerde kadro mevcutlarının çok altında personelle çetin şartlarda hizmeti yürüttüklerinden endişeye gerek yoktur. Ancak Türk tarihinin en ağır bozgunu olarak gördüğümüz, Avrupa Türkiye’sinin kaybı ile sonuçlanan Balkan Harbi (1912-1913) felaketinin en önemli sebeplerinden birisinin 120 eğitimli taburun savaştan önce terhis edilerek saldırgan küçük bölge devletlerine cesaret verildiğini hatırlamadan edemiyoruz.
ANA MESELE BİRİKMİŞİ SIFIRLAMA DEĞİL
Beş buçuk milyon askerliğini erteleten yükümlünün seçim sonrası eritileceği tahmin edilebilir. Avrupa’daki yükümlü vatandaşların 1000 (bin) avro gibi küçük bir bedel mukabili askerliklerini yapmış kabul edileceğine ilişkin beyanlardan aşırı yığılan yükümlü sayısının kısa bir sürede ortadan kaldırılacağı öngörülebilir. Yığılan yükümlü sayısını eritmek bizce meselenin esası değildir. Esas konuşulması gereken asker alma sisteminin her seçim dönemi gündeme getirilmesinin önüne geçecek istikrarlı, verimli ve adil bir sistemin nasıl tesis edileceği olmalıdır. Ancak bu hususta konuya ilişkin fikri olanların ağızlarını açmadıklarını acı da olsa tespit olarak ifade etmeliyiz. Milli Savunma Bakanlığı Asker Alma Genel Müdürlüğü’nün konuda tecrübe ve fikir sahiplerinden görüş alması faydalı olacaktır. Bu görüşlerin ana hatlarıyla tasnif edilerek kamuoyu ile paylaşılmasının da sağlıklı bir sistem oluşturulmasına anlamlı katkı sağlayacağını düşünüyoruz.
Bu çerçevede kısa vadeli günübirlik çözümler dışında ele alınacağını umduğumuz asker alma sistemine ilişkin şahsi görüşlerimizi de kamuoyu önünde ifade etmek istiyoruz.
Öncelikle, 1980 yılından itibaren asker alma uygulamalarının bedelli, dövizli, uzun dönem, kısa dönem farklılıklarıyla halen bir yamalı bohça görüntüsü verdiğini itiraf etmeliyiz. Sistemin sonuçta birçok ülke nüfusundan fazla askerliğini erteleten şişkin bir nüfus oranı yarattığı ortadadır. Daha vahimi sözleşmeli er ve erbaşlık dâhil askerlik hizmeti ağırlıklı olarak orta alt ve en alt tabakaların omzuna yüklenmiş manzarası göstermektedir. Bu açık bir adaletsizliktir. Er eğitim merkezlerinde yemin törenine gelen ziyaretçilerin ezici çoğunluğunun köhne binek araçlarıyla gelen orta alt sınıf mensupları olması vicdanları rahatsız edecek boyuttadır. Askerliğin fakir fukaranın borcu olduğu, hali vakti yerinde olan aile çocuklarının fiilen askerlik yapmadıkları algısı maalesef her geçen gün yaygınlık kazanmaktadır. Er ve erbaş seviyesinde şehit ve yaralıların büyük çoğunlukla toplumun en alttaki gruplarından olması başlı başına bir zafiyet sahasıdır. Ülkenin nimetlerinden sınırsız faydalananların askerliğe subay, astsubay, erbaş ve er olarak yanaşmamaları bir problem sahası olarak varlığını hissettirmektedir. 19. yüzyılda devletin güçsüzlüğü sebebiyle başvurulmuş asker yükümlüsünün yerine başka birini gönderme uygulaması olan adalet ve hakkaniyet duygusunu mahveden bedel-i şahsi usulünün sosyal statü ve sınıf esaslı olarak devam ettiği izlenimine fırsat verilmemesi gerekir.
Askerliğin neredeyse münhasıran orta alt ve en alt sınıflara yüklendiği bir ortamda, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaç duyduğu yükümlü eğitim ve formasyonlarının hakkıyla karşılanamayacağı açıktır. Bu durumda yetenek havuzunun kısıtlı olmasının yarattığı zafiyetin idari tedbirlerle giderilmesi pek mümkün olamayacaktır. Refah, eğitim imkânları, meslek vb. açılardan beşeri sermaye vasfı daha yüksek bir kitlenin asker ocağına katkısının göz ardı edilmesi makul olamaz.
SÖZLEŞMELİ İÇİN POTANSİYEL YOK
Konu ile ilgili dikkat edilmeyen bir başka husus da er ve erbaş ihtiyacının tamamını sözleşmeli personel ile tedarik etme anlamında profesyonel ordu potansiyelinin sayı ve seviye olarak yetersizliğidir. Yetkililerin bir yıl süreyle askere alınabilecek yeterli ihtiyaç miktarı olarak söyledikleri 350 bin erbaş ve er bugünkü ortamda tedarik edilebilir görünmemektedir. Başka bir ifade ile lise eğitimi şartını bile kaldırsanız ve Türkiye ortalamasında üniversite mezunu bir kamu çalışanına verilen kadar aylık ve özlük hakkı verilse dahi bu açığın kapatılması zor görünmektedir. Nitekim uzman erbaşların büyük çoğunluğunun öncelikli tercihlerinin polis memuru olmak olduğu, bu mümkün olmadığı için orduya girdikleri tahmin edilebilir. Dahası polis özel harekâta başvuran gençlerin uzman erbaşlığı pek düşünmedikleri çevremizde de kolayca gözlemlenebilir bir eğilimdir. Sözleşmeli er olarak ilk aylığını peşin alan bir kısım personelin bir iki hafta içinde görevlendirildiği birliği terk ettiği şeklindeki söylentilerin tekil olaylardan ibaret olmasını temenni ediyoruz. Diğer taraftan subay yetiştirilmek üzere kursa alınan bir kısım adayların da daha baştan sözleşmeli/muvazzaf asker olmaya niyet etmedikleri, birkaç aylık eğitim ve oryantasyon süresinde verilen 4 bin lira civarındaki aylık ödemeye tamah ettikleri anlaşılmaktadır.
Sözleşmeli subay, astsubay, erbaş ve erlerimizin üniforma ile yurt savunmasına koşmalarını şüphesiz her zaman takdir etmeliyiz. Ama kamuoyunda askerliğin sadece maişet mecburiyetinden tercih edildiği şeklindeki bir algının tahripkâr olduğunu ifade etmeliyiz. Özellikle rütbeli personel söz konusu olduğunda yaptığı işi sadece geçim için yapanların kayda değer bir başarı göstermeyecekleri açıktır. İşine yürekten bağlanmayan rütbeli personel seferberlik, savaş, darbe ve isyan bastırma gibi olağanüstü çetin zamanlarda birliklerine sahip olamayacaktır. Bu durumda ordunun gücü, sevk ve idare kadrolarını çapı kadar olacaktır. Kısaca bu da kurucu liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün on yıllık harp döneminde ifade ettiği “Bir ordunun kudreti zabit ve kumanda heyetinin kıymeti ile ölçülür” önermesinden başka bir şey değildir. Tabii orduda statü ve sınıfların birbirine alternatif değil, tamamlayıcı oldukları gerçeğini de burada bir daha not etmeliyiz. Bu çerçevede kastettiğimiz profesyonel ordu için elzem olan moral ve motivasyon kaynaklarının görevin gerektirdiği seviyede olup olmadığının ilgili makamlarca değerlendirilmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.
ZORUNLU ASKERLİK KAYNAŞTIRMA POTASI
Diğer taraftan halen prensip olarak uygulanan zorunlu askerlik sisteminin eleştirilen taraflarına rağmen olumlu yönlerinin de yeni bir usul benimsenirken dikkatten uzak tutulmaması gerektiğine işaret edilmesi gerekir. Her şeyden önce mevcut sistem bir kaynaştırma potası olarak çok önemli bir işlev görmektedir. Yurdumuzun farklı coğrafyalarından, farklı sosyal tabakalarından insanlar bir arada yaşama ile bir nevi sosyalleşme ve müşterek milli manevi değerlerin benimsetilmesi sürecinden geçmektedir. İsrail ordusu için söylenen bir Amerikalı için üniversite eğitimi neyse orduda askerlik yapmak da İsrail vatandaşı için aynıdır benzetmesi asker ocağının sosyalleşme ve olgunlaşma katkısını vurgulamaktadır. Zorunlu askerliğin halen daha eğitim süreçleri bitmemiş gençlere farklı mizaçtaki insanlarla bir arada bulunma, ilişki kurma, çalışma ve problem çözmeyi öğrettiği söylenebilir. Bütün bunların iş hayatında başarı için gerekli nitelikler olduğundan ekonomiye dolaylı bir katkı olduğu da savunulabilir.
Zorunlu askerlik tamamen kaldırılırsa kriz zamanlarında ağır güvenlik hatta beka riskleri ile karşılaşmak mukadder olacaktır.
Zorunlu askerlik tamamen kaldırılırsa kriz zamanlarında ağır güvenlik hatta beka riskleri ile karşılaşmak mukadder olacaktır. 1948 yılında zorunlu bedelli tartışmasına girmeden ordusunu dağıtarak kışlalarını mektep yapan Kosta Rika 10 gün içinde komşusu Nikaragua tarafından işgal edilivermişti. Bu örnek, haysiyet ve siyasi varlığınızı tehlikeye sokmak için komşunuzun küresel güç veya bölgesel güç olmasının gerekmediğini göstermiştir. Hak ve çıkarlarınızı koruyacak askeri varlığınızı ihmaliniz düşkünlüğünüzü garanti edebilmektedir. Birkaç yıl önce ise Rusya, Kırım’ı ilhak ettiğinde Ukrayna’nın daha önce zorunlu askerlik sistemi kaldırılmış olduğundan Sovyet rejiminde Afganistan’da askerlik yapmış vatandaşlarını aradığını hatırlamak uyarıcı olacaktır. Dahası Rus Çarlığı çökerken zorunlu askerlikten muaf tutulmuş olan Azerbaycan Türkleri askerlik tecrübesi ve formasyonu bulunan saldırgan Ermenilerin katliamlarında ırz ve namuslarının çiğnenmesi dâhil ağır bir bedel ödemişlerdi…
Bir kısmına değinebildiğimiz parametrelerden hareketle yeni asker alma sisteminin caydırıcılık ve etkinliği tartışılmayacak bir ordu için zorunlu ve sözleşmeli karma bir sistem olmasını teklif etmekteyiz. Bunun ayrıntıları müstakil yazıların konusu olabilecek önemdedir.
Ancak profesyonellik deyince münhasıran erbaş ve erlerin sözleşmeli olarak hizmette bulunmalarını anlamanın doğru olmadığını da bu kısa yazıda ifade etmeliyiz. Profesyonel ordu deyince günlük siyasetin dışında, iç güvenlik, yurtdışı görevler ve savaşta da görevini etkin bir şekilde yapabilecek niçin ölmesi ve öldürmesi gerektiğini bilen, moral değerlere sahip normları sağlam bir ocak aklımıza gelmelidir. Yoksa söz gelimi 2009 yılında domuz gribi aşısı gibi teknik bir konuyu kendi ikbal beklentisi ile hükümet karşıtlığı üzerinden günlük siyasi polemik konusu yapmak için astını telefonla 15 dakika meşgul eden komutanlar değil…