Görüşler

Halil Turhanlı yazdı: Münzevi hayat ve demokratik toplum

Halil Turhanlı yazdı: Münzevi hayat ve demokratik toplum

‘Gerçekliğe ve Geleneğe Karşı’ kitabının yazarı Halil Turhanlı, Amerikalı filozof Stanley Cavell’in eserlerinden yola çıkarak demokratik toplum meselesini ele alıyor.

Bu yıl haziran ayında hayata veda eden Amerikalı filozof Stanley Cavell sistem inşa etmekten uzak durmuştu. Onun eklektik düşüncesinde Kıta Avrupa’sı geleneği ile New England Aşkıncıları birarada bulunuyorlardı. Dil konusunda özellikle dilin sadece düşünceleri açıklayan, duyguları ifade eden ve nesneleri tanımlayan bir araç olmadığın; dilin aynı zamanda eylem gerçekleştirdiğini, konuştuğumuzda sözcüklerle belirli bir eylem icra ettiğimizi savunan J.L.Austin’den etkilenmiş, onun gündelik hayatın içinde başvurduğumuz dilin eylemliliğine dair düşüncelerini benimsemişti.

Cavell’in düşüncesi salt değişik felsefi gelenek ve eğilimleri içerdiği için değil, aynı zamanda başka disiplinlerle, edebiyatla, hatta sinema başta olmak üzere popüler kültürün değişik formlarıyla kurduğu yakın ilişki nedeniyle de eklektiktir. Felsefenin bu değişik disiplinlerle, kültürel formlarla kesişme noktaları aradığı için akademilerin felsefe bölümlerinden gelen sert eleştirilerin hedefi oldu. Bütün yaşamı boyunca “felsefe mesleğiyle tartışma halinde” olduğunu söylemesinin nedeni budur.

Demokratik hayat toplum içinde mümkündür; çünkü demokrasi bir yönetim biçiminden ziyade bir yaşam biçimidir ve ilişkiseldir.

Cavell, Shakespeare’i, Wordsworth’u ve diğer İngiliz romantik şairlerini, Beckett’ı özgün okumalarından dolayı edebiyat eleştirmen ve kuramcılarından da hayli tepki aldı. Felsefe ve edebiyatı kaynaştırma girişiminde bulunmuyor, ama verili ayrımları sorgulamaktan geri durmuyordu. Ona göre felsefi ve edebi metinler arasındaki ayrıma kütüphane raflarını düzenlerken kütüphaneciler ihtiyaç duyabilirlerdi. Cavell yine de bu iki disiplini, iki metin türünü kaynaştırmıyor, onları diyalog içine sokuyordu. Çalışmalarında felsefe ve edebiyat karşılıklı olarak birbirlerine açılıyorlardı. Felsefenin kavram ve metodolojilerini edebiyata empoze etmiyor, ikisini hiyerarşik olmayan bir ilişki içinde ele alıyor ve kurduğu bu ilişkiyi “yeni edebi-felsefi eleştiri” olarak adlandırdı.

Cavell’in yeni eleştirisinin yapısökümcülük, yeni tarihselcilik gibi eğilim ve akımlara belirli bir yakınlığı olmakla birlikte farklılıkları ağır basar. O akademilerde etkili olan yapısökümcülüğün metnin okunmasını sonuçta sistematik bir edebiyat teorisine ve okumayı sınırlayıcı bir yönteme, “karar verilemezlik”in güvenceli bir temele dönüştüğünü belirtiyordu. Cavell, Ralph Waldo Emerson’ın “yeni ve henüz yaklaşılamayan Amerika” sözü üzerinde duruyor ve Emerson’ın yeni Amerika’nın içinde olduğu için ona yaklaşamadığını, insanın içinde bulunduğu bir şeye yaklaşmasının mümkün olmadığını, yaklaşabilmek için arada bir mesafe olması gerektiğini belirtiyordu. Bunun okuma eylemi açısından da geçerli olduğunu ileri sürüyordu. Daha açık bir ifadeyle ona göre yakın okuma için metne belirli bir uzaklıkta durmamız, araya mesafe koymamız gerekiyordu. Metne yaklaşmak için öncelikle metinden uzaklaşmalıyız. Cavell’in okumanın paradoksu” sözüyle ifade etmek istediklerinden biri buydu. Cavell’e göre aslında metni nasıl ele alacağımızı, nasıl okuyacağımızı bize metnin kendisi söyler, ipuçları verir. Shakespeare’in oyunları tarih, felsefe ve teatrallik konusunda pek çok şey anlatırlar. Wordsworth’un şiiri şiirsel dil anlayışı, Poe’nun kimi öyküleri ise yazma eylemi konusunda söz söyler.

Cavell, 1972 yılında yayımlanan Senses of Walden’e (Walden’in Anlamları’na) bu düşünceyle yaklaşır (kendi anlayışıyla ifade edildiğinde, bu düşünceyle Walden’den uzaklaşır). Buna göre Walden hem doğada yeni bir hayat kurma hem okuma eylemi üzerinedir. Nasıl yazıldığının ve nasıl okunabileceğin ipuçlarını verir. Thoreau doğanın bağrındaki, göl kıyısındaki deneyimini anlatırken aslında Walden’in nasıl okunacağına dair ipuçları da verir. Walden’den öncelikle öğrenebileceğimiz onu nasıl okuyabileceğimizdir. Şu halde Cavell’e göre okumak önemsediğimiz metinlerin bizi yönlendirmesine, bize öneriler sunmasına izin vermektir.

18-07/28/28krt11a_tum-copy.jpg

Walden tek bir kategoriye dâhil edilebilecek bir metin değil. Deneme, otobiyografi, meseller içeren ve sembolik bütünlüğe sahip kutsal bir metin… Cavell Walden’i öncelikle politik düşünceler içeren felsefi bir metin olarak okuyor. Bu okumadan kendi felsefi metnini oluşturuyor. Şöyle de denilebilir: Walden bir başka felsefi metni doğuruyor, doğumuna aracılık ediyor. Cavell’e göre aynı zamanda “heroik bir kitap” çünkü Thoreau kitapta kendi mitini yaratıyor. Bu anlamda Walden’in konusu insanın farklı bir çevreye yerleşerek kendini yeniden oluşturması ve yeniden tanımlaması. Yeni bir hayat kurması, bunu aynı zamanda bir mit yaratarak yapması. Thoreau gölün kıyısında bir kulübe yaparken aynı zamanda yeni bir hayat da inşa ediyordu.

Cavell’e göre Thoreau Walden’de okuruna bir teklifte bulunur, ona belirli bir okuma önerisi sunar. Thoreau 1845 Mart’ında bir balta ödünç alarak ormana ağaç kesmeye gittiğini, o günlerde fiziksel olarak çok çalıştığı için kitap okuyamadığını, ancak o gün ormanda yemeğini yerken yere serdiği gazete sayfalarını okuduğunu yazar. Parçalar halinde yırtılmış gazete sayfalarını okumaktan büyük keyif almıştır. Sözünü ettiği koşullarda gazeteleri okumanın kendi açısından İlyada’yı okumakla aynı amacı taşıdığını, aynı niyetle okuduğunu ekler. Thoreau gazetelerin gündelik olayları epik boyutlarda sunduklarını, gazetelerin epik şiir/destan gibi okunabileceğini söylemek istiyordu. Cavell şöyle özetler: Eğer metnin nasıl okunacağını bilmiyorsanız İlyada’nın sayfalarını koparıp yemek yerken yiyeceğinizin altına koyabilirsiniz. Ama nasıl okunacağını biliyorsanız gazetelerde yazılan, haber olan gündelik olayların epik boyutlarını fark edebilirsiniz.

David Rudrum, Stanley Cavell and the Claim of Literature (Stanley Cavell ve Edebiyatın Talebi) başlıklı incelemesinde Cavell ve edebiyat eleştirmeni Harold Bloom’un okuma anlayış ve tanımları arasındaki benzerliğe ve farka dikkat çekiyor. Bloom’a göre okuma bir yalnızlık deneyimi. Okur ıssızlığa çekilmiş bir münzevidir, Şu halde okuma eylemi yalnız kalma isteği ve özgürlük arayışıyla ilişkilidir. Bloom’un okumanın yalnızlık deneyimi olduğunda ısrar etmesinin nedeni ise okumanın politik ve ahlaki sonuçları olmadığını kanıtlamak. Oysa Cavell’e göre okuma bütünüyle yalnızlık deneyimi değildir. Yazılı metinler okunur ve okuma deneyimi paylaşılır. Cavell’e göre estetik yalnızlık politik münzeviliğe dönüşme  riskini elbette taşır, ancak  okumanın yalnızlık deneyimi olması mutlaka politikadan soyutlanma anlamına gelmez, böyle bir soyutlanmayla sonuçlanmaz. Thoreau bu savı doğrulayan mükemmel bir örnektir. Thoreau’nun yalnızlığı esasında kendini yeniden oluşturma projesiydi, dolayısıyla politik bir eylemdi. O koruluğa, göl kıyısına çekilerek orada kendini geliştirmeyi, yeniden yaratmayı seçmişti, fakat bu mahrem bir hayat değildi.

Cavell açıklamalarını derinleştirebilmek için Ralph Waldo Emerson’a, onun “ahlaki mükemmellik” anlayışına başvurur. Emerson “gerçek ben” kabul etmez, onun açısından ancak bir sonraki ben söz konusu olabilir.  Bunun nedeni kişinin “eleştirel tatminsizliği”dir. Dünyanın varolan halinden hoşnut olmayan birey “şimdiki ben”inden de hoşnutsuzluk duyar, kendini yeniden oluşturma arayışına girer. Thoreau’nun göl kıyısına çekilmesi böyle bir arayışın sonucuydu. Kendini sürekli olarak yeniden oluşturma çabası kuşkusuz insanın faniliğinin, sonlu ve sınırlı oluşunun bilincinde olması bununla başa çıkmaya çalışmasıdır.

Biliyoruz ki demokratik hayat toplum içinde mümkündür; çünkü demokrasi bir yönetim biçiminden ziyade bir yaşam biçimidir ve ilişkiseldir. Başkalarıyla ilişki içinde doğar, gelişir ve yaşar. Kamusal hayatının varlığını, böyle bir hayata aktif katılımı gerektirir. Kısacası, demokratik hayat toplum içinde mümkündür. O halde şunu sormak kaçınılmaz oluyor: Göl kıyısındaki kulübede yaşayan bir münzevi demokratik bir hayat hakkında bize ne önerebilir? Onun seçtiği toplumdan geri çekilme demokratik politik hayatla bağdaşır mı? Cavell bize Thoreau’nun neden Walden’e çekildiğini, neden orada yalnız yaşamayı seçtiğini hatırlatıyor. Thoreau’nun toplumdan uzaklaşmasının nedeni yurttaşlarının politikaya sırt çevirmeleri, sorumluluklarını yerine getirmemeleriydi. Cavell’in sözleriyle yaygın hale gelmiş olan “politik depresyon duygusu”nu, yani demokratik hayatı tehlikeye atan kayıtsızlığı protesto ediyordu. Onun göl kıyısındaki yalnızlığı hem devlet adı altında örgütlenmiş politik güce hem de konformist bireylerden oluşan topluma bir tepkiydi. Demokratik yurttaş yerine tüketici olmayı seçecek Amerikan toplumunun insanlarına daha o günden yalın bir hayatı öneriyordu. Kendini liberal bireyden farklı bir özne olarak oluşturuyordu. Daha doğrusu, gölün kenarındaki hayatıyla piyasa ekonomisine, tüketim toplumuna, ekonomik çıkarlarını gözeten ve bu çıkarlar doğrultusunda rasyonel davranan bireye bir alternatif yaratıyordu.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir