Haksız yakalananların tazminatı hesaplanıyor mu?
İçişleri Bakanlığı, her hafta rakamları gururla güncelliyor. Sonuncusu: “Sosyal medyada son 42 günde, asılsız ve provokatif Koronavirüs paylaşımları yapan 6362 sosyal medya hesabı incelendi, 855 şüpheli şahıs tespit edildi, 402 şahıs yakalandı.”
‘Asılsız ve provokatif’ten kastı daha önce açıklamıştı bakanlık: Tedbirler yetersiz, halktan bilgi saklanıyor gibi iddialarla halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek, devlet görevlilerini hedef göstermek...
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da yargılandığı, mahkum edildiği madde bu. Düşünce suçunu düzenliyor.
Eski TCK’nın 312. maddesindeydi, bugün 216. madde. Herkesin beğenmediği fikri koşup savcılığa ihbar etmesini sağlayan ayrımcılık suçlaması.
Kimsenin ötekine düşünce, inanç hürriyeti istemediği bir ülkenin eskimez, vazgeçilmez modası. Tüm zamanların en harcıalem, en klasik suçlaması.
En son, Ankara Barosu ‘homofobik’ bulduğu Diyanet’e, Diyanet de ‘İslamofobik’ dediği Ankara Barosuna karşı kullandı. İki suç duyurusunun dayanağı da aynı madde.
Sayelerinde biraz da Homofobi ile İslamofobi, din düşmanlığı ile din istismarı arasında kutuplaşmayı denerken hatırıma geldi de...
Ankara Barosunun aklına, Diyanet’e bildiri yetiştirmekten önce İçişleri’ne şunu hatırlatmak gelmeli değil miydi:
Anayasa Mahkemesi, 19 Haziran 2019 tarihli basın duyurusuyla bir karar açıkladı. Gözaltına alınıp bir gün sonra bırakılan kişinin bireysel başvurusu üzerine...
M.E., takipsizlikle sonuçlanan soruşturmadan haksız tutuklandığı gerekçesiyle 150 lira tazminat kazanmış. Yetersiz bulduğu miktarı ilk mahkemede ve istinafta düzelttiremeyince AYM’ye gitmiş.
Buyurun size, benzer davalarda emsal teşkil edecek o içtihat:
“150 TL’lik manevi tazminat, Anayasa Mahkemesinin benzer davalarda belirlediği tazminat miktarına göre kayda değer ölçüde düşüktür.
AYM, Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ve başvurucuya 5 bin TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir...”
İçişleri’ne sorulacak soru şu: 402 kişi yakalamışsınız, sonra ne oldu? Kaçının ifadesini alıp hemen bıraktınız, kaçını gözaltında ne kadar tuttunuz?
Sayı da her hafta artıyor. Hesaplıyor musunuz, gün başına 5 bin lirayla çarpıldığında doğabilecek toplam manevi tazminat yükü şimdilik ne kadar? Bir de maddisi var, onu da ekliyor musunuz tahmini yeküne?
400 kişiyle birer günden 2 milyon lirayı geçiyor sanırım kabataslak.
Yoksa, kararı verenlerle uygulayanlara nasıl olsa döndürülmüyor faturası, milletin kesesinden ödeniyor diye umurunuzda bile değil mi?
AVM’ler açılsa ne olur, açılmasa ne?
Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Altaş, bir an önce açtırmak için hükümete bastırıyor.
Perakendecileri temsilen Birleşmiş Markalar Derneği Başkanı Sinan Öncel de şartlar koşuyor.
İki lobi, kamuoyu ve hükümeti etkilemek için kıyasıya bir mücadele içinde.
Onları karşı karşıya getiren şeyse, dükkan kiraları...
AVM sahipleri, “Bir buçuk aydır kapalıyız, kira da almadık, hem halka hem perakendecilere karşı görevimizi yaptık, fedakarlık sırası onlar da” diyor.
Bilim Kurulu’nun onayı ve hükümet kararıyla, 11 Mayıs’tan başlayarak AVM’leri kademeli açmak istiyorlar.
Perakendecilerse ancak 3 ay daha kira almamaları şartıyla olur veriyor. Yoksa hazır ve razı değiller.
Aralarına giren kara kedinin adı, kira!
Erken mi, değil mi tartışmasının arkasında, halk sağlığına oluşturacağı riskin ortadan kalkıp kalkmadığından çok bu var.
Ama perakendeciler daha haklı görünüyor...
Uçuş ve seyahat kısıtlamaları sürerken, yeme içme ve eğlence yerleri kapalı kalmaya devam ederken, mağazalar nasıl iş yapacak?
Turist yok, takılacak yer yok, korku var, kim gelecek? Satış olmazsa kiralar nasıl çıkarılacak?
Kira kaybı canlarını yakıyor olabilir ama perakendeciler kira ödeme güçlüğüne düşürülürse, dönüp yine AVM’cileri vurmayacak mı?
İki tarafın da ayakta kalacağı ve halkın sağlığından fedakarlık istemeyecek bir formülle ancak olabilir.
Doğru şartlarda açılmazsa AVM’leri açsanız ne, açmasanız ne!