Karikatürist M.K. Perker sanat, edebiyat ve bilim tarihimize damgasını vuran kadınları ‘Asi Kızlar, Bilge Kadınlar’da resmetti. Kitapta Halide Edip Adıvar’dan Adile Naşit’e, Tezer Özlü’den Afife Jale’ye kadar 35 kadının illüstrasyonunu yapan Perker “Hepsi geçmişten umut verebilecek kadar güçlü” diye konuşuyor.
RÖPORTAJ: ERKURT TEZERDİ
Çizgi roman sanatçısı, karikatürist M.K. Perker yine eşsiz bir çalışmaya daha imza attı. Çizimleri bugüne dek Türkiye’de birçok gazete ve mizah dergisinin yanı sıra The Washington Post ve The New York Times gibi uluslararası alanlarda da yayınlanan Perker, Türkiye’nin sanat, edebiyat ve bilim tarihine damgasını vuran kadınların illüstrasyonlarını ‘Asi Kızlar, Bilge Kadınlar’da sıralıyor. Bu kişiler, Perker’in deyimiyle “Hepsi geçmişten umut verebilecek kadar güçlü” kadınlar… 35 kadının resmedildiği kitapta kısa hayat öyküleri de yer alıyor: Halide Edip Adıvar, Cahide Sonku, Adile Naşit, Bahriye Üçok, Afife Jale, Leyla Gencer, Tezer Özlü, Bedia Muvahhit... Peki kitaptaki kadınlara nasıl karar verildi ve bunlar nasıl çizildi?
KARAR’a konuşan Perker kitaptaki kişilerin akıllarda kalan en ikonik hallerinin düşünülerek çizildiğini belirterek, çizimlerin altı aylık bir çalışmanın ardından tamamlandığını, sonra da 30 gün boyunca renk ve tasarım sürecine girildiğini söylüyor. Perker, kişilere nasıl karar verildiğini ise şu sözlerle açıklıyor: “Siyaset, edebiyat, bilim, sanat gibi alanlarda birbirinden farklı sınıflardan ve kültürlerden gelen kadınların hikâyelerini anlatmak istedik. Bu kadınlar, hem içinde yaşadıkları, yetiştikleri normlarına hem sonradan karşılarına çıkan duvarlara karşı mücadele vermiş ve bazıları çabasının sonucunu kendi görmese de başarmış, her biri kadınların yolunu açan birer ikon haline gelmiş kadınlar.”
Kitaptaki kadınların önemi için “Hepsi, koşulların moralsiz bırakmak üzere olduğu günümüz kadınına bile, geçmişten umut verebilecek kadar güçlü” diyen Perker, bu umuda ilişkin şunları anlatıyor: “Afife Jale’den Cahide Sonku’ya kadar o dönemin kadın oyuncuları hem bedenleriyle hem de duygularıyla her açıdan yıpratıldılar. Yasaklara, baskılara rağmen sahneye çıkışlarında sadece yasalara değil formal düşünceye karşı da aykırı ve inatçıydılar. Afife Jale’nin hikâyesini düşünürsek, belki onlar da sahnede ve sahne arkasında çok ağladılar ama eğilip bükülmediler. Sonları nasıl olursa olsun bugünün kadın oyuncularının haklarında büyük payları var.”
Halide Edip Adıvar (1882-1964): İlk eserlerinde kadınların yaşadıkları tutkulu aşkları merkezine koyarken, tanıklık ettiği birbirinden farklı koşullar ve olaylar sonucu, sonraki eserlerinde kadını sosyal konumuyla ele almaya başladı. Harbin insan hayatı üzerindeki etkilerini anlattığı eserleriyle tanındı. İzmir milletvekili oldu ama kısa süre sonra siyaseti bırakıp, hayatını yalnızca eğitimci olarak noktaladı.
Afife Jale (1902-1941): 1918’de Darülbedayi’de stajyer oyuncu kadrosuna alındı. Türk ve Müslüman kadınların sahneye çıkmasının yasak olduğu o dönemde kadroya alınan beş arkadaştılar ama Refika ve Afife dışındakiler, sahneye çıkamayacaklarını düşünerek vazgeçtiler. Afife 1920’de Hüseyin Suat’ın Apollon Tiyatrosu’nda sergilenen ‘Yamalar’ adlı oyununda Jale takma adıyla ilk kez sahneye çıktı ve Emel karakterini canlandırdı.
Tezer Özlü (1943-1986): Erkek egemen dünyanın yalnızca görünür bir şekilde değil, incelikli ve dolaylı bir biçimde ona kaba davrandığını, onun bir kadın olarak hayatı özgürce yaşamasına izin vermediğini söylerdi. İstanbul’dan Paris’e Ankara’dan Zürih’e kadar gittiği her yerde, onu zapt etmeye çalışan hoyratlıkla kavga ederek yaşadı: “Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz.”
Adile Naşit (1930-1987): Asıl adı Adela Özcan’dı. Tiyatrocu eşi Ziya Keskiner’le birlikte Naşit Tiyatro Topluluğu’nu kurdu. 1970’lerde dönüş yaptığı sinema filmleriyle giderek ünlendi. ‘Hababam Sınıfı’, ‘Neşeli Günler’, ‘Bizim Aile’, ‘Gülen Gözler’ gibi pek çok filmle gülerken dolarken gözleri, kahkahası, enerjisi ve sempatisiyle toplumun anne figürü oldu. 15 yaşındayken kalp yetersizliğinden kaybettiği oğlu dahil, en sevdiklerinin, eşlerinin ölüm haberini sahneye çıkmak üzereyken aldı ve kimseye belli etmeden oyuna devam etti.
Leyla Gencer (1928-2008): Türkiye’ye ziyarete gelen devlet adamlarının huzurunda verdiği konserler sayesinde yıldızı parladı ve daha 20’li yaşların başında, batıdan teklif üzerine teklif almaya başladı. Gittiği ülkelerde, afişte kendi isminin önüne mutlaka ‘Ankara Devlet Opera Sanatçısı’ yazdırıyordu. Ancak uzun yıllar yurt dışında zaman geçirince Ankara Devlet Operası onun kontratını feshetti. Ölümünün ardından The Guardian’da 20’nci yüzyılın en önemli sopranosu olarak tanımlandı.