ABD Başkanı Joe Biden ve eski Başkan Trump, Kasım ayındaki seçimlere giderken televizyondaki ilk tartışmalarını dün gerçekleştirdi. Trump Biden’ı ABD’nin gücünü azaltmakla suçladı, Biden, Trump’ınn pek çok sözünü yalanladı. Bu düellonun detayları merak edenler okumuştur zaten. Bu tartışmaların seçmen üzerinde ne kadar etkili olduğunu görmek için tarihçesine bakalım...
GÜLAY ERDEMLİ
ABD’de Başkan adaylarının TV’de bir araya gelerek tartışma geleneği 1960 yılında başladı. Senatör John F. Kennedy, bronz teni ve fotojenik görünümüyle dikkat çekiyordu. Richard Nixon ise bitkin gibiydi ve sürekli terliyordu. Yıllar sonra Kenndy ve Nixon ile ilgili geleneksel bir kanı oluştu. İmaj galip gelmişti, bu Kennedy için ödüldü, Nixon ise cezalandırılmıştı. En büyük etken imajlarıydı yani. Ancak iletişim profesörü Joseph Campbell’in The Conversation’daki makalesine göre Nixon ile JFK arasında televizyonda yayınlanan ilk başkanlık tartışması hakkında bugün insanların söyledikleri, 1960’daki tepkilerle örtüşmüyor.
Time dergisi 2016’da, siyasi tartışmalardaki en büyük yanlışları anlatırken, TV’deki tartışma olmasaydı Kennedy’nin şansı olmadığını yazmıştı ve makale şöyle devam ediyordu “Görünüşe göre Nixon’ın ölümcül hatası imajın gerçek gücünü fark edememesiydi.”
Makalenin devamında NewYork Times’ın eski genel yayın yönetmeni Max Frankel’ın Nixon’ın 1994’teki ölümünden birkaç ay sonra alaycı bir şekilde yazdığı şu cümlelere de yer verilmiş: “Nixon üst dudağının terli olması nedeniyle 1960’ta bir televizyon tartışmasını ve Başkanlığı John F. Kennedy’ye kaptırdı.”
Joseph Campbell, Nixon’ın sıcak stüdyo ışıkları altında terlediğini ancak o zamanlar çok az analistin başkan adayının görüntüsüne odaklandığını söylüyor. Pek çok uzman her iki adayın da gergin olduğu konusunda hemfikirdi. Hatta bazıları Nixon’ın daha iyi olduğuna inanıyordu.O döneme hakim olan görüş tartışmanın 1960 başkanlık yarışıyla ilgili hiçbir şeyi çözüme kavuşturmadığı yönündeydi. Tartışma berabere bitmişti!Şikago’daki bir TV stüdyosunda, izleyici olmadan gerçekleşen, türünün ilk örneği olan bu tartışma hakkında bugünlerde kamuoyuna yansıyanlar, o dönemdeki tepki ve algılarla örtüşmüyor.
Campbell, ‘Medya Odaklı Mitler’ adlı kitabında yer alan ‘Yanlış Anlamak’ bölümü için araştırma yaparken tartışmanın hemen ardından gazetelerde yer alan makaleleri, yorumları incelemiş. Görünüşe göre günümüzde konuşulduğunun aksine Nixon’ın performansının berbat olduğu, Kennedy’nin ise çok çekici olduğununa dair genel bir kanı yok.
Örneğin Washington Post, tartışmadan iki gün sonraki başyazısında şöyle diyor, “İki performanstan Nixon’ınki daha iyiydi. Kendisi profesyonel bir tartışmacı. Bir öğrenciye ders veren ustanın biraz kibirli havasını aktarmayı başardı.”
ABC News’dan Howard K. Smith de Nixon’ın Kennedy’den ‘çok az daha’ iyi olduğunu düşünmüştü. The Assosciated Press’in yazarlarından biri Nixon’a samimiyetinden yüksek puan vermiş. Liste böyle devam ediyor...TV’deki ilk tartışmada iki liderin benzer bir peformans gösterdiği, hatta Nixon’ın ‘daha iyi’ olduğu inancı yıllar yıllar sonra nasıl değişti? Seçimlerde Kennedy başkanlığı 0,2 yani 118 bin oy farkla kazanmıştı. Siyaset yazarı, Pulitzer ödüllü Theodore White, ‘The Making of The President, 1960’ adlı kitabında iki adayın TV’de tartışmasının çok önemli olduğunu savunuyordu. White’ın yorumu etkileyici: “Kameralar senatör Kennedy ve dönemin başkan yardımcısı Nixon’ın üzerine dönene kadar, Kennedy olgunlaşmamış, genç ve deneyimsiz olduğu için başkan yardımcısının saldırısına maruz kalan bir çocuktu. TV’de hem vücut şekli, hem de davranışlarıyla başkan yardımcısının eşitiydi.”
Televizyondaki tartışmaların ne kadar etkisi olduğu elbette kesin değil. Üstelik şimdi sosyal medyasından yapay zekasına seçimleri yönlendirebilecek malzeme çok. Biden ve Trump’ın TV’deki yarışının sonuçlarını şimdiden kestirmek zor. Ben sadece günün birinde bizim buralarda da iki rakip televizyonda tartışır mı onun merakındayım.
TIPIŞ TIPIŞ KUTUPLAŞMAYA
Algıda seçicilik mi bilmiyorum ama kitabı karıştırdıktan sonra önceki gün de ‘Psychology Today’ dergisinde bir makale okudum. 2023 Edelman Güven Barometresi’nin de ortaya koyduğu gibi Batı toplumları giderek daha fazla kutuplaşıyormuş. Çok dert etmesinler biz onlara anlatırız durumu. Deniyor ki ABD ciddi şekilde kutuplaşmış durumda; İngiltere, Fransa ve Hollanda da aynı tehlikeyle karşı karşıya. Kanada, İrlanda ve Avustralya’nın yolu yol değilmiş, kıyın kıyın gidiyorlarmış kutuplaşmaya.Frontiers in Psychology dergisindeki yakın tarihli bir makalede James Shyah-Tau Wu ve meslektaşları kutuplaşmanın bilişsel esnekliği azalttığını, insanları yeni bilgiler üzerine inançlarını güncelleme ve farklı düşünme biçimleri arasında geçiş yapma konusunda daha az yetenekli hale getirdiğini savunuyor. Bilişsel katılık da kutuplaşmayı artırıyor. Bu kısır döngü, insanların yalnızca kendi gibi düşünenlerle etkileşime girmesine yol açıyor. Başka bir grubun bakış açısıyla yüzleşmemek alışkanlık haline gelince diğer insanlarla yapıcı bir etkileşim kurulamıyor.Hatırlarsanız ‘Kızıl Goncalar’ dizisi üzerine yaşanan tartışmalarda da bunun bir örneğini görmüştük.
Dizide yaşamları bir şekilde kesişen laik doktor Levent ile bir dini cemaat içinde yaşayan Meryem ve çevrelerinin yaşadıkları anlatılıyordu. Yapım şirketi “Farklı dünya görüşleri olan insanların hayatın içinde iyi niyetlerle nasıl ortak bir dil bulabildiklerini resmetmeyi amaçladık” diye bir açıklama yapmıştı. ‘Psychology Today’deki makalede de kutuplaşmadan kurtulmak için insanları etiketlemenin ve sınıflandırmanın cazibesinden kurtulmak gerektiği yazıyordu. Hızla gelişen bir dünyada, insanları derinlemesine tanımak, inançlarını ve motivasyonlarını anlamak belki zor ama empati kurmaya çalışmak imkansız da değil. Tek bir adım atmak bile önemli. Nezaket, bağışlama, empati, merak ve karşısındakinin içindeki iyiyi görme niyeti bile hiçbir şey yapmamaktan daha iyi. Benim değil uzmanların fikri bu. Tedavisi mümkün bir hastayı öldürmeye gerek yok!
TEŞHİS: KUTUPLAŞMATEDAVİ: BİLİNMİYOR (MU?)
Ne siyaset bilimciyim, ne de siyaset hakkında ahkam kesecek kadar donanımlı. Sadece öncelikle bir vatandaş ve elbette bir gazeteci olarak gündemi takip edip aklım yettiğince de iki kelam edebilirim ortamlarda. Zaten kimse kusura bakmasın öyle kocaman kocaman konuşup politik yorum yapanların bir kısmının da laf kalabalığı yaptığını gördüğümü söyleyebilirim. Hepimizin bildiği gibi Türkiye’de bir kutuplaşma var. Pazardaki teyze de, üniversitedeki akademisyen de kendi lügatlarıyla bunu anlatıyor. Haa bir de ‘normalleşme’miz var. Siyaset ne kadar normalleşir bilmem ama bir çoğumuz ‘normal’ kelimesinin sınırlarını zorlamaya başladık.Kutuplaşma sorunu sadece bize ait değil. Artık bu gönlünüze su serper mi bilmem. Şahsen yalnız değiliz duygusu beni rahatlattı. Dünyaca kutuplaşa kutuplaşa takılırız artık.
The Global State of Democracy Initiative (IDEA)/ Küresel Demokrasi Girişimi Platformu, Nisan ayında demokratik toplumlara ilişkin küresel değerlendirmesinde ABD’yi ilk kez ‘geriye giden demokrasi’ sınıfına soktu. Rapora göre geriye gidişin en temel nedeni 2020 Başkanlık seçimlerinde ‘seçimde sahtekarlık yapıldığı’ iddialarının Cumhuriyetçiler arasında devam eden popülerliği.
Ancak örgütün genel sekreterine göre ABD demokrasisinin en endişe verici yönü ‘kontrolsüz kutuplaşma.’ Bizde ‘kontrollüsü’ var diyeceğim ama taze bitti!ABD’de bazı araştırmacılar geri dönüşü olmayan kutuplaşmanın ‘taşma noktasına’ yaklaştığı konusunda uyarıyor.
Geçenlerde ABD’li filozof, siyaset teorisyeni ve akedemisyen Robert B. Talisse’in ‘Sustaining Democracy/ Demokrasiyi Sürdürmek’ kitabını karıştırdım. İlginç tespitler var. Talisse kitapta iki tür kutuplaşmadan söz ediyor, biri doğası gereği tehlikeli değil, diğeri ise tehlikeli olabilir. İkisi bir araya gelince kombo yapıyormuş ve toplumlar için son derece yıkıcı olabiliyormuş.
Siyasi kutuplaşma karşıt partiler arasındaki ideolojik mesafe. Her ne kadar sinir bozucu olabilse de, tamamen işlevsiz değil. Hatta seçmenlere ve politika yapıcılara doğru seçimler sunup faydalı bile olabilir. “Görüşler çatışırsa gerçeği bulmak daha kolay olabilir” diyor Talisse. Üstelik siyasi partiler arasındaki ideolojik farklılıkların yaygarası vatandaşlara siyasi seçimler yapmaları için kısayollar sağlıyormuş.
Kitapta diyor ki ‘grup kutuplaşması’ olarak da adlandırılan ‘inanç’ kutuplaşması farklı! Benzer düşüncelere sahip kişilerle etkileşim, insanı kendilerinin daha uç versiyonlarına dönüştürme riski de taşıyormuş. Bu ‘daha aşırı’ benlikler kendilerine aşırı derecede güvenli olup riskli davranışlara girişmeye daha yatkınmış.
İnanç kutuplaşması aynı zamanda kişilerin farklı görüşlere sahip olanlara karşı daha yoğun olumsuz duygular benimsemesine de yol açıyor. Aşırılığa yöneldikçe kendilerini ve başkalarını öncelikle partizanlık çerçevesinde tanımlamaya başlıyorlar. Sonunda politik fikirlerinin ötesine geçip tüm yaşam tarzlarını kapsayacak şekilde davranabiliyorlar. Ben demiyorum, işin uzmanı diyor. Tüm bunlar size de tanıdık geliyor mu?
Durun hepsi bu değil. Talisse kitabında, toplumu ‘liberal’ ve ‘muhafazakar’ yaşam tarzlarına göre sınıflandırdıkça, insanların ‘biz’ ve ‘onlar’ arasındaki sınırların güvenliğine daha fazla yatırım yaptığını anlatıyor. Bu döngü devam ettikçe insanlar anlaşmazlıklarını aşma konusunda daha az becerikli hale geliyor ve sonunda demokrasinin ancak herkes kendileriyle aynı fikirdeyken mümkün olduğuna inanan vatandaşlara dönüşüyorlar. Bu duruşun antidemokratik olduğunu söylemeye sanırım gerek yok.İnanç kutuplaşması vatandaşların birbirleriyle ilişkileri açısından çok zehirli ancak politikacıların işine yarayabiliyor. Toplum birbirlerine karşı düşmanlığa odaklanan iki klana bölündüğünde politikacılar rakiplerine karşı düşmanlığı artırmak için seçmenlerini daha kolay teşvik etmeyi başarıyor. Sadece kutuplaşmalara dayanarak yeniden seçilen politik liderlerin olduğunu söylüyor Talisse.