Bektaşi Devleti projesi Aleviliği İslam'dan ayırma çabası mı? "Bektaşiliğin merkezi Türkiye, ayrı bir devlet talebimiz yok"

Bektaşi Devleti projesi Aleviliği İslam'dan ayırma çabası mı? "Bektaşiliğin merkezi Türkiye, ayrı bir devlet talebimiz yok"

Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, Tiran'da Bektaşi tarikatına ait 27 dönümlük bir arazide, Vatikan benzeri bağımsız bir mikrodevlet kurma planını duyurdu. "Bektaşi Tarikatı Egemen Devleti" olarak adlandırılan bu proje, ılımlı İslam'ı dünya çapında tanıtmayı amaçlıyor. Rama'nın bu çıkışını, Alevi Bektaşi Federasyonu'ndan Mustafa Aslan, Siyaset Bilimci Sinan Baykent ve İHH İnsani Yardım Vakfı Mütevelli Heyeti üyesi Osman Atalay, 'Bektaşi Vatikanı' fikri üzerinden KARAR'a değerlendirdi.

SEMA KIZILARSLAN

Arnavutluk'ta kurulması planlanan ve Vatikan'ın dörtte biri büyüklüğünde olacak yeni devletin adı “Bektaşi Tarikatı Egemen Devleti” olacak. Projenin amacını açıklayan Başbakan Edi Rama, Arnavutluk'un hoşgörü temelli İslam anlayışını ön plana çıkarmak istediklerini belirtti.

Rama, "Dini hoşgörü bizim en değerli hazinemizdir. Bunu asla hafife almamalı, aksine korumalıyız," dedi. Ayrıca, "Müslümanların damgalanmasına izin vermeyelim. Kim olduklarını tanımlayacak olanlar kendileridir," ifadelerini kullanan Rama, bu ılımlı İslam mikrodevletiyle dünyaya güçlü bir mesaj vermeyi hedeflediklerini vurguladı.

BU PROJE ARNAVUTLUK BEKTÂŞÎLERİNİN DİLLENDİRDİĞİ BİR İHTİYAÇ DEĞİL

Siyaset Bilimci Sinan Bayket, "Egemen Bektâşî Devleti" planının organik bir yapıya sahip olmadığını ve bu planın Arnavut halkının taleplerine dayanmayan, tamamen Rama'nın inisiyatifiyle ortaya konmuş bir girişim olduğuna dikkat çekti.

ekran-resmi-2024-09-27-14-49-15.png

Baykent’e göre Rama’nın bu planının Bektâşî toplumu tarafından dillendirilmiş bir ihtiyaç değil, bu sebeple de bu projenin arkasındaki gizli aktörlerin kim olduğu mutlaka sorgulanmalı:


“Arnavutluk Başbakanı Edi Rama’nın açıkladığı ‘Egemen Bektâşî Devleti’ planı organik bir karakterde değil. Başka bir deyişle, Arnavutluk halkının yarattığı bir toplumsal basıncın yahut siyâsî talebin neticesi değil. Tamamıyla Rama’ın inisiyatifi ve kararıyla ilgili. Hâl böyle olunca soru işâretleri de çoğalıyor. Şâyet bu, Arnavutluk Bektâşîlerinin dillendirdiği bir ihtiyaç değilse - ki değil - o zaman bu ‘sipariş’ kim veya kimler tarafından verildi? Uzunca bir süredir, bir kısım Arnavutluk elitinde bir görüş var. Bu görüşe göre Arnavutluk’un veya daha geniş anlamıyla Arnavut havzasının Avrupa’yla entegrasyonu İslâm kimliği-aidiyeti-kültürü tarafından baltalanıyor ve bunun giderilmesi lazım.

Bu elitin bilhassa ‘İtalofil’, yâni ‘İtalya-sever’ olduğu not düşülmeli. Aralarında ciddi bir etkileşim var. Dahası aynı sınıfın bir de Soros’la derin bağları mevcut. Soros, Batı Balkanlar’da önemli bir aktör - hem yatırımları hem de siyâsî nüfuzu itibarıyla. Ve Arnavutluk ile Arnavut havzasının geri kalan kısmının ‘vatanî’ bağlarını her fırsatta örseledi, örseliyor. Rama’nın açıkladığı bu plâna ilişkin de Arnavut muhalefeti Soros pramağına atıf yapıyor nitekim. Bilindiği üzere, Arnavut havzasının (Arnavutluk da buna dâhil) çoğunluğu Hânefî-Mâtürîdî çizgide Sünnî anlayışa sahip. Üstelik bu oran Kosova ve Kuzey Makedonya’da Arnavutluk’a nispetle çok daha yüksek.”

ARNAVUT ULUSUNU BÖLMEYE YELTENENLERİN ‘KÜRESEL MANEVRASI’

Arnavutluk elitlerinin bir kısmında, Arnavut havzasının Avrupa ile entegrasyonunun İslam kimliği nedeniyle baltalandığı görüşü olduğunu belirten Baykent, bu elitin özellikle İtalya'ya sempati duyan bir kesim olduğu ve George Soros ile derin bağlarının bulunduğuna dikkat çekti. Bektâşîlerin Arnavut ulusal hafızasında önemli bir yere sahip olduğunu anlatan Baykent, bu planın onları küresel bir manevranın parçası haline getirip Arnavut ulusunu bölmeye çalıştığını ifade etti:

“Bu adım Arnavutluk’un bölgedeki diğer Arnavut unsurlarla arasına mesafe koyar. Zaten yeterince parçalı ve dağınık bir yapıdaki Arnavutlar iyice bölünürler. Korkunç bir strateji (veya stratejisizlik). Arnavutluk’ta kimse memnun değil, Bektâşîler bile. Ve rahatsızlar. Çünkü Bektâşîler Arnavut ulusal hafızasında sembolik değeri yüksek bir topluluktur, kıymetlidirler. Kendilerini ‘paravan’ yapıp Arnavut ulusunu bölmeye yeltenen bir ‘küresel manevra’ya âlet edilmekten dolayı üzgünler. Şu ifâde edilmeli: Arnavut havzasında (diğer her yerde olduğu gibi) Bektâşilik, İslâm dairesindedir. Şimdi bu adımla birlikte ‘bu çizgi değiştirilmek mi isteniyor?’ sorusu doğuyor. Kıta Avrupa’sındaki hâkim İslâm düşmanlığı malum. Keza ‘İslâm reforme edilmeli’ tezlerinin yaygınlığı da. Neye göre, kime göre, nasıl, niçin? ‘Egemen Bektâşî Devleti’ plânına bu zâviyeden de bakmak gerekir.

Bu karardan Avrupa statükosu, Avrupa’daki yeni paradigmanın ‘nakkaşları’ konumundaki ulusal-sağlar eşit derecede memnun olmuştur. Belgrad’ın himâyesindeki Büyük-Sırp şovenistleri de öyle. Eğer Rama’nın nihaî hedefi bu idiyse turnayı gözünden vurdu diyebiliriz. Ama ne pahasına? Bu sorunun etraflıca irdelendiğinden çok şüpheliyim açıkçası. Türkiye dâhil bölge ülkelerinin birçoğu ve bilumum İslâm ülkeleri/halkları belli ölçüde ‘irite’ olacak. Tiran bu kapsamda bir diplomasi ve müzakere trafiğine girişecek mi, yaşayarak göreceğiz.”

BU PROJEYLE BİRLİKTE TÜRKİYE'DE ALEVİLİK ÜZERİNDEN KİN NEFRET SÖYLEMİNİN ARTIRILMASI KAYGISINI TAŞIYORUZ

Alevi Bektaşi Federasyonu'ndan Mustafa Aslan, Siyaset Bilimci Sinan Baykent’in de dikkat çektiği Alevi-Bektaşi topluluğunun ayrı bir devlet veya toprak talebi olmadığı noktasına değindi. Aslan, "Vatikan benzeri bir Bektaşi Devleti" söyleminin gerçeği yansıtmadığını aktardı:

“Vatikan vari bir Bektaşi Devleti söylemi gerçeği yansıtmıyor. Bektaşiliğin ana toprağı Türkiye. Yıllardır bir geleneğimiz var ve Bektaşiliğin merkezi burasıdır. Kosova'da Yunanistan'da yaşayan Bektaşilerin devletle zaten sosyal sorunu yok. Devlet tam anlamıyla seküler. Laik bir yaşam tarzı var. Bektaşilik kabul görülüyor. Yalnızca selefi gruplar tarafından dergahları işgal edilmiş durumda. Bu yüzden devlet söylemi suni bir gündem. Bektaşilerin ana toprağı burası. Bu söylem üzerinden kaygımız şu; Türkiye'de alevilik üzerinden kin nefret söyleminin artırılması kaygısı duyuyoruz. Aleviler birlikte yaşama dustürü edinmiştir. Ayrı bir devlet, toprak ve bayrak talebimiz yok. Türkiye'de Alevi Bektaşi topluluğunun yaşadığı hak ihlalleri ortada. Vatikan vari bir gündem olacaksa bile son sözü söyleyecek olan biziz. Çünkü bizim zaten bir liderimiz ve topluluğumuz var.”

ALEVİ-BEKTAŞİLERİN BU KONUDAKİ ÇEKİNCELERİNİ HAKLI BULUYORUM

İHH İnsani Yardım Vakfı Mütevelli Heyeti üyesi, araştırmacı yazar Osman Atalay ise Türkiye’deki Bektaşi ve Alevi derneklerinin konuya dair açıklamalarının değerli olduğunu ifade etti. Atalay, Avrupa’da, özellikle Almanya’da, Aleviliğin İslam’dan ayrı bir inanç olarak tanıtılmaya çalışıldığına dikkat çekti:


“Son bir hafta içerisinde Türkiye'deki Bektaşi ve Alevi derneklerinin yapmış olduğu açıklamaları çok değerli ve önemli buluyorum. Bektaşiliğin merkezi kesinlikle Arnavutluk değildir, Türkiye'dir. Çünkü Bektaşilik buradan, yani Orta Asya ve Anadolu topraklarından çıkmıştır. Bu doğru ve kabul ediyorum. Ayrıca bu derneklerin sağduyulu bir şekilde destek vermeleri de çok anlamlı. Ancak bazı Batı'daki, özellikle Avrupa'daki Alevi ve Bektaşi derneklerinin bu konuda sessiz kaldığını görüyoruz. Destekleyenlerin sayısı az olsa da bir tepki de var. Ama bu tepkiler zayıf.

Bu konudaki çekincelerini de haklı buluyorum. Çünkü Alevi toplumu, hem Türkiye'de hem Avrupa'da, bir ayrılık tohumlarının ekilmeye çalışıldığını hissediliyor. Avrupa'da, özellikle Almanya'da Aleviliğin İslam'dan ayrı bir şey olduğu gibi fikirler yayılıyor. Bu görüşler Türkiye'den değil, Avrupa'dan kaynaklanıyor ve bunun merkezinin Almanya olduğunu görüyoruz.”

TÜRKİYE, BALKANLAR VE AVRUPA'DA YAŞAYAN BEKTAŞİ VE ALEVİ TOPLULUKLARIYLA DAHA AÇIK BİR POLİTİKA İZLEMELİ

Sorunun çözümünün Türkiye’deki ilahiyatın Bektaşi ve Alevilik üzerine daha derin çalışmalar yapması ve diyalogların geliştirilmesinden geçtiğini aktaran Atalay, Balkanlar'da yeni bir sosyolojik yapının geliştiği ve bu ülkelerin NATO üyeliği ve AB’ye katılma süreciyle birlikte değişim yaşandığını anlattı:

“Ancak bu sorunun çözümü bellidir. Türkiye'deki ilahiyatın Bektaşi ve Alevilik konusunda daha derinlemesine çalışması ve bu mesele üzerine diyaloglar geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bektaşiliğin Anadolu'dan çıktığı ve Türkiye merkezli olduğu doğru, ancak Arnavutluk'ta bugün bağımsız bir Bektaşi devleti gibi bir proje ortaya çıkıyorsa, bu konuda da ciddi bir şekilde çalışmamız gerekiyor. İhmâl ettiğimiz bir şeyler var gibi görünüyor. Bu meseleleri yüksek sesle tartışmamız gerekiyor. Bektaşi felsefesi, ilahiyatı, siyaseti ve edebiyatı bir araya getirip çözüm üretebilir.

Akademik ve siyasal anlamda orta ve uzun vadede disiplinli bir şekilde çalışılması gerektiğine inanıyorum.

Sonuç itibariyle Balkanlar'da yeni bir sosyoloji oluşuyor, bir değişim süreci yaşanıyor. Bu ülkeler NATO üyesi oldular ve Avrupa Birliği'ne katılma yolunda ilerliyorlar. Böyle durumlar doğal olarak karşımıza çıkacaktır. Eğer biz ‘Bektaşiliğin merkezi Türkiye'dir’ diyorsak, o zaman Türkiye, Balkanlar ve Avrupa'da yaşayan Bektaşi ve Alevi topluluklarıyla daha açık bir politika izlemeli. Bu konuda felsefe ve ilahiyat ön planda olmalı, çünkü mesele siyasetin bir aparatı haline gelmiş durumda. Bugün Arnavutluk'ta sembolik bir ‘Bektaşi Vatikan’ projesi var. Şu an sembolik olabilir ama 5-10 yıl sonra bu proje sembolik olmaktan çıkabilir. Özellikle Arnavutluk'ta Bektaşiliğin büyük bir ağırlığı var. Cumhurbaşkanından bürokrasiye, ticaretten sanata kadar birçok önemli isim kendisini Bektaşi olarak tanımlıyor.”

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN