Endonezya’daki darbe girişiminin 57’nci yıldönümünde ülkedeki kıyımın arka planını irdeleyen Araştırmacı Yazar Muhsin Altun, egemen din anlayışı ile yüzleşmeye çağırıyor.
ABANGAN
"Santriler Arap dini taşırlar, biz öyle değiliz. Önemli olan Kur’an okumak değil doğru şeyler yapmak; çalmamak. Santriler, onlar gibi yapmazsak cehenneme gideceğimizi söylüyorlar sürekli.”
Bu sözleri, antropolog Clifford Geertz’in Java adasındaki “Abangan” köylülerle yaptığı mülakattan (1976) alıntıladık. Alıntıdaki “Santri” sözcüğü, Java dilinde “yatılı dini okul” (Pesantrén) öğrencisini ifade ederken zamanla İslam’ın zahirî yorumlarına bağlı dindar Müslümanlar için de kullanılır olmuştur.
Kırsalda toprak ağası, kentlerde tefeci-bezirgân olarak gördüğümüz Santriler, kendilerini “Beyazlar” (Putihan) olarak nitelerken pagan geleneklerini İslam’ın bâtıni varyantlarıyla bağdaştırmış yoksul ve topraksız köylüleri “Kızıllar” (Abangan) diye çağırırlar. Sünni bakış açısıyla Abangan, “yeterince dindar olmayan” günahkâr müminleri ifade eder.
Abanganlarda, toplumsal üretim ve ritüel etkinlikler “komünal dayanışma” (gotong-rojong) temelinde icra edilir. Abangan inanışında, insanın çevresi ve bedeni iyi ve kötü ruhların çatışma alanıdır: İnsanın içine giren ve ona egemen olan ruhlara Lelembut; bunların iyi huylu olanlarına Djim denir. Danjang denilen koruyucu ruhlar ise geçmişte yaşamış gerçek kişilerin ruhlarıdır; insanları korumak için vardırlar.
SELAMETAN
Kötü ruhları etkisiz hale getirip iyi ruhların korumasından yararlanmanın yolu Selametan düzenlemektir. Arapça “selam” sözcüğünden türetilen Selametan, Java dilindeki “kimseye bir şey olmasın” (gak ana apa-apa) dileğine karşılık gelir.
Selametan, bireyin yaşamında önemli olduğu varsayılan olaylar (doğum, ölüm, sünnet, evlilik, hac vs.) vesilesiyle düzenlenir. Peygamberin doğum günü, Ramazan ve Kurban bayramları da bu kapsamda değerlendirilir. Geertz’in tasviriyle, arkadaşlar, komşular, işçiler, akrabalar, yerel ruhlar, ölmüş atalar ve artık unutulmuş tanrılar aynı sofrada toplanarak “karşılıklı destek ve işbirliğini taahhüt eden” tanımlı bir sosyal gruba dönüşürler.
Selametan genellikle akşam namazından sonra düzenlenir. Etkinlikten beş-on dakika önce, çoğunlukla ev sahibinin çocuklarından biri yakın çevredeki bütün komşuları davet eder. Komşular o anda bütün işlerini bırakıp davete katılmak zorundadır. Bu son dakika haberine karşın hemen herkes davete yetişir. Javalılar, bir işten diğerine vakit kaybetmeden geçmelerini mümkün kılan keskin bir zaman duygusuna sahiptirler.
Her Selametan etkinliğinde tütsü yakılır, ilahi ve Kur’an okunur. Tütsü ve yemek kokusunun kötü ruhların müdahalesini engellediğine inanılır. Ev sahibi udjub (övünç) denilen ve davetin amacını bildiren bir açılış konuşması yapar. Konuşmasını, yemekteki kusurlardan dolayı özür dileyerek, Hz. Muhammed ve yoldaşlarının da davete katılımlarını umduğunu belirterek tamamlar.
Ardından, bilen biri tarafından Arapça dua okunur. Her bir erkek konuk, yiyeceklerden adeta gizlice birkaç lokma alır ve kalanını muz yapraklarından mamul bir sepete koyup ailesiyle paylaşmak üzere evine döner. Ev sahibi kendi yemeğinden yiyemez. Dua eden kişiye de zahmetinden dolayı wadjib adı verilen küçük bir ödeme yapılır.
Çoğunluğu yoksulluk sınırında yaşayan topluluk üyelerinin gıda paylaşımı üzerinden dayanışması, onları birbirlerine karşı kötü fiillerde bulunmaktan alıkoyar ve böylece bir güven toplumu inşasına hizmet eder. Nitekim yaşlı bir Abangan, Javalıların neden Selametan düzenlediklerini soran Geertz’e şu yanıtı verir: “Bir Selametan verdiğinizde kimse kendisini diğerlerinden farklı hissetmez ve ayrı durmaya çalışmaz. Dahası, Selametan sizi rahatsız edici kötü ruhlardan korur.”
Bu tür adetleri bid’at sayma eğilimindeki Santrilerde ise topluluk dayanışması, camide cemaat halinde namaz kılarak gösterilir. Bu yönüyle Selametan, İslam’ın dışlamacı ve bağdaştırmacı yorumları arasındaki zıtlığın maddi arka planı hakkında da fikir verir; deneyime dayalı Abangan imanı ile taklide dayalı Santri imanını birbirinden ayırır. Suudi Râbıta örgütünün başkan yardımcısı, Endonezya ulemasından Muhammed Natsir, Selametan âdeti için “onları bu hurafelerle baş başa bırakamayız… Eski çağlarda İslam’a giren bütün bu şeyleri temizlemek zorundayız” demekle bu ayrımı teyit etmektedir.
Abangan topluluklar ise diğer inanışlara karşı hoşgörülüdür. Bir Abangan için farklı öğretiler aynı amaca giden farklı yolları temsil eder. Başka bir inanıştan söz edildiğinde “hepsi de yoldur” derler; onlar için bütün dinlerin “maksûdu” aynıdır. Abangan anlayışında, eğer bir kimse Ramazan’da iftar verirse bu onun kâfir olmadığını gösterir. Keza, bir kimse “köyün [kötü ruhlardan] temizlenmesi” (bersih désa) sırasında bir tepsi yemek gönderirse o kimse sapkın değildir. Eğer birisi ruhlara inanmaz ya da örneğin tanrının güneşte yaşadığını düşünürse bu onun kendi bileceği iştir.
Özetle, Abangan topluluklar özgün bir kozmolojiye, ritüellere ve Santrilerden farklı bilgi kaynaklarına sahiptirler. Onların bilgi ve inanışları, doğa ile ilişkilerinin ve içinde yaşadıkları maddi koşulların ürünüdür.
KOMÜNİST
Özetlediğimiz farklılıkların iki topluluk arasında karşılıklı güvensizlik ve korkuyu beslediğini tahmin etmek zor değildir. Abangan-Santri farklılığının dinsel bir karşıtlığa dönüşme süreci, kabaca 19. Yüzyıl sonlarında başlar. Ülkenin sömürgen Hollanda’dan bağımsızlığını ilan ettiği 1945 yılını izleyen Soğuk Savaş koşulları bu karşıtlığı siyasal düzleme taşıdı. Soğuk Savaş döneminde Endonezya, tefeci-bezirgân ve toprak ağalarının doğal olarak Santri; köylü ve işçilerin tipik Abangan sayıldığı bir siyasal bölünmeye sahne oldu: Santriler, Nahdlatul Ulama (NU) ve Muhammadiya örgütlerinin uzantısı İslamcı partileri desteklerken Abanganlar din karşısında tarafsız görünen Endonezya Komünist Partisi’ni (PKI) tercih ediyordu.
Santri bir ailede yetişmiş olsa da Abangan kültürüne yakın duran Ahmad Aidit önderliğindeki PKI, kısa sürede Sovyet ve Çinli emsallerinin ardından dünyanın üçüncü büyük Komünist partisi haline geldi. 1955 seçimlerinde (%16.4 oy oranıyla) ülkenin dördüncü büyük partisi olarak meclise giren PKI’nin 1957’deki yerel seçimlerde oylarını artırması (%27.4), Santrileri ve antikomünist generalleri huylandırdı. Ülkenin kurucu lideri Sukarno, 1959’da yapılacak genel seçimleri erteleyerek “Güdümlü Demokrasi” dönemini başlattı.
1960 yılında yürürlüğe giren “Temel Tarım Yasası” toprak ağalarının direnişiyle karşılaştığında, PKI kadrolarının yasanın uygulama sürecine müdahil olması gerilimi yükseltti. NU ve İslamcı partiler, Komünistleri ateist ya da müşrik olmakla suçlarken PKI de Santri dindarlığının sömürgen ve fanatik doğasını ifşa etmeye girişti.
1 Ekim 1965 günü yaşanan darbe girişimi, karşıtlığın Santri lehine çözülmesini sağlayan kanlı süreci başlattı. Komünistleri himaye eder görünen ve Çin ile yakın ilişkiler kuran Sukarno’nun muhafız alayında görevli bir grup asker, altı üst düzey generali kaçırıp öldürmüştü. Kalan generallerin en kıdemlisi olan Suharto, aynı gün darbecileri tek kurşun atmadan dağıttı ve usta manevralarla Sukarno’yu kenara itip Komünistlerin “kökünü kazıma” işini üstlendi. Elindeki “kanıtlar” darbeci askerlerin PKI ile bağlantılı olduğunu gösteriyordu.
Ordunun başlattığı seri tutuklama ve infazlar PKI kadrolarıyla sınırlı kalmayacaktı. NU sözcülerinin başını çektiği “cihat” temalı kışkırtıcı kampanyalar, Açe’den Bali’ye uzanan geniş bir alanda kitlesel kıyımların önünü açtı. Kelime-i şahadet getirseler bile Komünistlerin “kanı heder” sayılmıştı.
Abangan bir ailede yetişmiş olsa da General Suharto onların kültürüne siyasal anlamda sempati duymadı. Abangan kültürü fazlasıyla bağımsız ve Yeni Düzen’in otoriter mimarisi için fazlasıyla sol eğilimliydi. Doğrudan kendisine bağlı Kırmızı Bereliler’i (RPKAD) PKI’nin güçlü olduğu Orta ve Doğu Java’ya sevk etmesi, bölgedeki Santri azınlığı Abanganlara yönelik bir kıyıma teşvik etti. NU’nun gençlik kolu Ensar’a bağlı çeteler, çoğu ordu tarafından hazırlanmış listeler üzerinden vahşi infazlar gerçekleştirdi.
Ordunun 1966 yılında hazırlattığı rapora göre, altı ay gibi kısa bir sürede Java’da 800.000, Bali’de 100.000 ve Sumatra’da 100.000 olmak üzere asgari bir milyon Komünist öldürülmüştü. RPKAD komutanı Albay Sarwo Edhie ise Java ve Bali’de yaklaşık üç milyon Komünistin öldürüldüğünü söyleyerek övünmektedir (Edhie, 2015 yılında hükümet tarafından “Milli Kahraman” ilan edildi).
1967’de devlet başkanlığına seçilen Suharto bunlarla yetinmedi; Abanganlara yönelik geniş çaplı bir “sünnileştirme programı” başlattı: 1973’te ilkokullarda din dersi zorunlu kılındı. Abangan köylerine imamlar atandı. Muhammed Natsir’in kurucusu olduğu “Endonezya İslami Davet Konseyi” Abanganlar arasında “ihtida amaçlı tebliğ çalışması” başlattı; köylerde camiler inşa edip ücretsiz Kur’an dağıttı; Seyyid Kutub ve Mevdudî gibi yazarların kitaplarının ücretsiz yayın ve dağıtımını gerçekleştirdi.
Suharto’nun Yeni Düzen’inde, PKI amaçlarına hizmet ettiği varsayılan Abangan sosyal yaşamını karakterize eden başlıca kurumlar birer birer çözüldü. PKI ile ilişkili görülen folklorik-teatral sanat formlarının (Ludruk, Reog, Gandrung dansı gibi) icrası yasaklandı. Koruyucu ruh kültü ve diğer kadim Java gelenekleri dindarların şirk suçlaması üzerinden saldırıya uğradı. Dinagyang gibi yerel bayramlar kutlanmaz oldu; kutlandığı yerlerde de dindarların tepkisini çekmemek için açılış duaları Arapça yapılmaya başlandı. 1980’lerin sonuna gelindiğinde, antropolog ve gazeteciler Java’da Abangan kültürü gerilerken İslam’ın normatif ve dışlamacı formlarının hızla yayıldığını gözlediler.
İronik biçimde, bir Santri olarak dünyaya gelen Aidit, Abangan kültürünü PKI’nin siyasal gündemiyle birleştirirken Abangan kökenli Suharto, Santri çıkarlarının koruyucusu olmuştu.
SONUÇ
İslam dünyasından diğer güncel örneklerle birlikte değerlendirildiğinde, Endonezya’nın Kızıl Müslümanlarına yönelik kıyım, dini otoritenin potansiyel tehlikelerine işaret eden eleştirileri doğrulamaktadır. Kendimizi “dindar” olarak tanımlıyorsak, özellikle baskıcı iktidar tekniklerini ve toplumsal eşitsizlikleri kutsadığı durumlarda egemen din anlayışı ile yüzleşmeliyiz.