Kültür Tarihi Araştırmacısı Taner Ay, İstanbul’da yüzyıl başında geçen ilgi çekici bir hikayeye mercek tutuyor.
Bir zamanlar Erenköyü’nde, Mithat Paşa’nın 13 kapı numaralı köşkünün hemen altında 11 kapı numaralı Şarapçı Herter’in, onun altında da 9 kapı numaralı Şarapçı Ekerlin’in bağları ve köşkleri vardı. Bunlar Yıldız Sarayı’nın bahçelerinin bakımı için yıllar önce Almanya’dan gelip Erenköyü’ne yerleşen yabancılardı. Saray’dan ayrıldıktan sonra, Erenköyü’nde Ethem Efendi’nin uçsuz bucaksız arazîsinden topraklar satın alarak bağcılığa ve şarapçılığa başlamışlardı.
Memet Fuat, Mithat Paşa’nın köşkünün veya dedesi Mehmed Ali Paşa’nın köşkünün bahçelerinde oynarken, Şarapçı Herter ailesinden sadece Elza, Şarapçı Ekerlin ailesinden ise sadece Keti kalmıştı. Elza’nın ve Keti’nin ebeveynlerinin öldüğünü, kardeşlerininse Almanya’ya döndüklerini biliyoruz. Küçülmüş bağlarında hâlâ biraz üzüm vardır ama, Kadıköyü’nde artık şarapçılık yapılmıyordu. Şarapçılık işi bittiğinden, Elza Herter ve Keti Ekerlin, topraklarından parça parça satarak, yaşamaya çalışıyorlardı.
Elza şarap mahzeninin üstündeki küçük bir kârgir evde oturuyordu. İkinci Dünya Savaşı başlayınca, Elza, Adolf Hitler’i savunmaya başlar ve her ay bir yiyecek paketi hazırlayarak Alman çocuklarına gönderir (Gölgede Kalan Yıllar, s.197, 1997). Buna karşın komünist Nâzım Hikmet’i pek sevmektedir. Mahzenindeki yıllanmış şaraplardan ara sıra komşusu Nâzım’a gönderir. Kırşehir sürgününden İstanbul’a döndükten sonraysa, Erenköyü’ndeki mülkünü satıp Almanya’ya gidecektir.
Keti vatandaşı Elza’dan daha farklıydı. Burhan Arif Ongun 1970 yılında yayımlanan “Üç Bahriyelinin Sevgilileri”nde Keti’nin öyküsünü yazmıştır ama, olaylarda, tarihlendirmelerde ve isimlerde bazı hatalar bulunduğundan, bu kitabın sıhhatli bir kaynak olduğunu düşünmüyorum. Keti 1868 doğumluydu. Babasından ve annesinden sonra, muhtemelen 1886 yılında, 18 yaşındayken, İstanbul’a gelmişti. Ekerlin ailesinin Erenköyü’ne temelli yerleşimiyse 1887 yılında olmalıdır. Keti Erenköyü’nü çok sever, burada isminin Misket olduğunu söyleyecek kadar Türkleşir. Babası ve annesi öldükten sonra hayatını sokak kedilerine adar. Memet Fuat’ın “Gölgede Kalan Yıllar”ının 200’üncü sayfasında Keti Ekerlin’in bir fotoğrafı bulunuyor. Keti, geçimini ders vererek, toprak satarak ve arka bahçedeki şarap mahzeninin üstüne yaptırdığı evinin odalarını kiraya vererek sağlıyordu. Bu evde Memet Fuat’ın büyükannesi Nurhayat Hanım, Fahamet ve Vedat uzun yıllar boyunca kirada otururmuşlardır.
Almanya’da Naziler iktidara gelince, Keti’nin huzuru kaçar. Türkiye Cumhuriyeti hükûmeti, Nazi Almanyası’nın baskıları yüzünden, Türkiye’deki Alman vatandaşlarının ülkeyi terk etmelerini istemiştir. Bunun üzerine 672 Alman Türkiye’den ayrılır. Diğer Alman vatandaşları ise Almanya’ya dönmeyi redderek “vatansız” durumuna düşerler. Bunlar 23 Ağustos 1944 gününden 30 Ağustos 1944 gününe kadar dört kafile halinde Çorum, Kırşehir ve Yozgat kentlerine gönderilerek, göz altına alınırlar. 23 Ağustos 1944 günündeki ilk kafiledeki 113 Alman’ın 34’ü Kırşehir’e, 25 Ağustos 1944 günündeki ikinci kafiledeki 134 Alman’ın 50’si Kırşehir’e, 27 Ağustos 1944 günündeki üçüncü kafiledeki 147 Alman’ın 3’ü Kırşehir’e gönderilmiştir. 28 Ağustos 1944 günü de 27 Alman daha gönderilerek, “vatansız” durumuna düşmüş toplam 418 Alman’ın göz altına alınma işlemleri 30 Ağustos 1944 günü tamamlanmış olur.
Kırşehir’e gönderilenler arasında Elza Herter ile Keti Ekerlin de bulunuyordu. Kırşehir’de Ahi Evren Mahallesi’ne yerleştirilirler. Sadece bu muamele değil, Erenköyü’nden ve kedilerinden ayrılmak hassas Keti Ekerlin’e pek dokunmuştur. Kırşehir’e gelişinden birkaç gün sonra sağlığı bozulur. Yemeden içmeden kesilir, hızla zayıflar. Yüksek tansiyon ve kalp yetersizliği nedenleriyle hastahâneye kaldırılır.
Dönemin Kırşehir Valisi, Keti Ekerlin’in Ankara Numune Hastahânesi’ne nakli için talimat verir. Bir başka ağır hastayla birlikte ambulans ile Ankara’ya nakledilir. Orada bir ay kadar yattıktan sonra, tedavisine Kırşehir Hastahânesi’nde devâm edilmek üzere yeniden Kırşehir’e gönderilir. Ancak, daha bir hafta bile geçmeden, 76 yaşındayken vefât eder. Onu Kırşehir’de toprağa verirler. Mirasçısı olmadığından, Kadıköy 2’nci Sulh Hukuk Mahkemesi Hakimliği’nin 1945/11 Tereke sayılı dosyası kapsamında terekesine el konulur. 26 Şubat 1955 günlü Milliyet gazetesinin 7’nci sayfasında yayımlanan kararla, Keti Ekerlin’in Ethem Efendi Caddesi üzerindeki 9 numaralı, çam ağaçları ile kaplı büyük bir bahçe içerisindeki sekiz odalı ve iki mutfaklı köşkü kiraya, bahçede bulunan 12 adet devrik ve dikili kurumuş sedir ağaçları da kereste yapılmak üzere satışa çıkartılır. Bu sedir ağaçlarını ve Halep çamlarını, Erenköyü’ne yerleştiklerinde, babası yetiştirmişti.
Elza’nın ve Keti’nin köşklerinin karşı sırasındaysa Mehmed Ali Paşa’nın köşkü bulunuyordu. Köşkün 32 dönümlük arazîsi, Bağdat Caddesi’nden İstasyon’a çıkarken Ethem Efendi Caddesi’nin sağ tarafından başlayıp, Erenköyü’nün tren istasyonuna kadar uzanıyordu. Mehmed Ali Paşa’nın oğlu Vedat Örfi’ydi. Sinema yönetmeni, senaryo ve oyun yazarı, romancı, hikâyeci ve çevirmen. On parmağında on marifet biri. Ama, edebiyatımızda hakkı yenenlerin en başındadır. Bütün kabahatı, Piraye’nin ilk kocası ve Memet Fuat’ın babası olmasındandır. Şâyet Nâzım Hikmet Piraye’nin ikinci kocası ve de Memet Fuat’ın üvey babası olarak kayda geçmeseydi, Vedat Örfi unutulmazdı.
Piraye, Mehmed Ali Paşa’nın köşküne gelin geldiğinde 16 yaşındaydı. Paşa’nın oğlu Vedat’ın ise ne bir işi ne de bir geliri vardı. Gün görmüş Paşa, Piraye’yi kızı gibi sevmesine karşın, oğlu Vedat’a hiç güvenmiyordu. Vedat’ı bir gün kenara çekip, “Yazık bu güzel kıza, oğlum, sen evlenecek adam değilsin, harcama bu kızı,” diyor. Ama,Vedat’a söz geçirmek ne mümkün! Kızı köşke getiriyor. Piraye önce Suzan’ı, ardından da Memet’i doğuruyor. Ama, Vedat bir deli fişektir, gencecik karısını bırakıp Paris’e gidiyor. Piraye de kocasını köşkte dört yıl boyunca kucağında ve eteğinde iki küçük çocukla boşuna bekliyor. Memet Fuat dedesinin köşkünde doğup büyümüştü. Bahçedeki hurma ağaçlarının alt başındaki enginar tarlasını ve istasyon tarafındaki dut ağaçlarını yaşamı boyunca hep özlemle anımsamıştır. Bir ara anne tarafından ninesinin evinde kalsa bile, aklı hep Erenköyü’ndeki köşktedir. Sonunda Kafadar ismindeki erkek ve kavgacı kedisiyle birlikte yeniden Erenköyü’nde yaşamayı başaracaktır. Mehmet Ali
Paşa 1950 yılında kalp yetmezliğinden vefât edince mirâsçıları bu köşkü Kâni Nâzım Bey’e satarlar. 1960 ile 1970 arasında bu köşkte çok sayıda film çekilir. Memduh Ün, bu köşkü özellikle Kemal Film’in set olarak kullandığını belirtmişti. Onun 1963 yapımı “Bire On Vardı” filminin bir çok sahnesi bu köşkte çekilmiştir. Filmde köşk güzel bir bahçe içinde çam ağaçlarının arasında görünüyor. Hulki Saner’in 1963 yılında çektiği Ayhan Işık’lı “Şaşkın Baba”, “Maceralar Kralı” ve 1964 yapımı “Fıstık Gibi Maşallah” filmleri de bu köşk açısından belge değerindedirler. Mehmed Ali Paşa’nın Köşkü’nün hemen karşısında, ablası Adile Hanım’ın Köşkü vardı. Memet Fuat’ın yazdığına nazaran, bu köşk, kedileri ve köpekleriyle ünlüymüş. Herkes kurtulmak istediği kedi veya köpek yavrularını bahçeye atıp kaçıyormuş.
Kocası Murat Bey öldükten sonra köşkte bir aşçısı, bir hizmetçisi ve bir de Emiş isimli emektar bakıcısıyla birlikte yaşamaya başlayan Adile Hanım’ın kocasından kalan emekli maaşı ile birkaç dükkânın kirasından başka geliri yoktur. Bu kiraların da pek düzenli ödenmedikleri anlaşılıyor. Adile Hanım’ın köşkünün bahçesi sanki bir edebiyat mahfilidir. Mithat Paşa’nın köşkünden Nâzım Hikmet, Mahmut Yesari ve Naci Sadullah, hemen her gün, Adile Hanım’ın veya Keti Ekerli’nin bahçesinde dolanıp dururlar. Adile Hanım’ın köşkünün yanında Mithat Paşa’nın köşkü vardı. Derinliğine uzanıp giden bir bahçenin içindedir. Köşk çam ağaçlarının arasındadır. Mithat Paşa’nın vefâtından sonra bu köşk uzun süre metrûk kalmış olabilir.
Mirâsçılarının burayı 1932 ilkbaharında iki aileye aylığı 50 liradan kiraladıklarıysa kesindir. Ailelerden biri, Nurhayat Hanım ile kızları Fahamet, Piraye ve Selma’ydı. Diğer aile ise, Nâzım Hikmet ve kızkardeşiyle kocasıdır. Piraye ile Vedat 13 Eylül 1932 günü boşandıklarına göre, Nâzım ile Piraye’nin ilişkisi boşanmadan önce başlamıştı. Piraye boşanma aşamasında olduğu kocasının ailesine bu defa komşu olmuştur. 1932’nin yazında bu köşkte ve bahçesinde Muhsin Ertuğrul’un “Bir Millet Uyanıyor” filminin bazı sahneleri çekilir. Köşkten ve bahçesinden günümüze en ufak bir iz bile kalmadığından, “Bir Millet Uyanıyor” filmi de artık belge değerindedir. Köşkün önündeki havuzun yanındaki çam ağacının altına, yaz mevsimiyse, her akşam mutlaka masa kurulurdu. Nâzım’ın içkiyle arası pek yoktur ama, Mahmut Yesari ile Naci Sadullah ayık gezenlerden değildirler. Onlar sarhoşken, Nâzım da bahçe bahçe dolaşıp, yüksek sesle düşünür, şiirler okurmuş. Nâzım’ın bu hâline en fazla da Adile Hanım’ın bahçevanı Ahmet Ağa üzülür. Adamcağız Nâzım’ın kafayı yediğini düşünmektedir. Bir gün Adile Hanım’ın yanına gelip, Nâzım için şunu söyler:
“Çok üzülüyorum hanımım... Genç, yakışıklı, aslan gibi bir adam ama, bahçelerde bir aşağı bir yukarı dolaşıp, bütün gün kendi kendine konuşuyor.”