Görüşler

Düşerken yönetmek...

Düşerken yönetmek...

Siyaset Bilimi Doktoru Emre Erdoğan “Karamsar bir bakış açısıyla sanayi devrimiyle beraber içine girdiğimiz küresel büyüme döneminin sonuna geldik. İşte bu noktada, gelecek tahayyülümüzü büyümeye değil, küçülmeye ve belki de düşmeye çevirmemiz gerekiyor” diyor.

İnsanlar olarak deneyimle iflah olmaz bazı düşünce kusurlarımız, yanılgılarımız var. Bunlardan en önemlisi de tarihin doğrusallığı, bugünün dünden iyi ve yarından kötü olduğuna dair kör inancımız. Steven Pinker ve Matt Ridley gibi düşünürler her gün daha iyi ve hatta atalarımızla karşılaştırılmayacak kadar iyi bir yaşam sürdüğümüzü öne sürüyorlar. Ortalama yaşam süresinin uzaması, çocuk ölümlerindeki düşüş, mutlak yoksulluk süren nüfusun azalması, dünya ekonomik üretimindeki artış ve genel olarak gelir dağılımındaki eşitsizliğin azalması gibi göstergelerdeki değişimler bu düşünürlere hak vermemizi de kolaylaştırıyor. 1820’de dünya nüfusunun %94’ü “mutlak yoksulluk” içerisinde yaşarken, bu rakam 2017’de %9.3’ün altına düşmüş. Oldukça muhafazakâr olmakla eleştirilen Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ni incelediğimizde bile sayılan 17 hedefin çoğunluğunda son çeyrek asırda başarılı olduğumuzu görüyoruz. Bu açıdan kötümser olmak için bir sebep yok diyebilirdik, son iki yıla kadar.

2020’den beri karşı karşıya kaldığımız COVID-19 pandemisi bu iyimserliğimizi oldukça sarstı. Salgının ilk başladığı günden itibaren 209 milyon kişi bu hastalığa yakalandı ve 4.4 milyon kişi yaşamını yitirdi. İşin iktisadi tarafına bakarsak, dünya ekonomisinin 2019’a göre %20 küçüldüğü, pandemi yüzünden 114 milyon kişinin işini kaybettiği, 95 milyon kişinin “aşırı yoksulluğa” düştüğü, bu süreçte ülkeler arası ve ülke içi eşitsizliklerin arttığı söyleniyor.

Birçok ülke ve hane için salgın öncesindeki ekonomik durumlarına erişmek uzun sürecek. Bu iktisadi etkilere ilave pandeminin insanların sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimini engellediğini, yoksul ülkeler ve yoksul ailelerin çocukları üzerinde daha da olumsuz etkileri olduğunu da eklemek lazım.

PANDEMİ SONRASI DÖNEM

Pandemi sonrası dünyayı düşündüğümüzde, önceki statükoya dönüleceğini ve her şeyin eskisi gibi olacağını düşünmek beyhude bir iyimserlik gibi gözüküyor. İyimserlik; mücadelemizi sürdürmemiz için gerekli, ancak “aklın kötümserliğine” da ihtiyacımız açıkça var çünkü pandemi ne karşılaştığımız son pandemi, ne de mücadeledeki başarısızlığımız, yegâne başarısızlığımız.

Hem küresel ölçekte, hem de ülkemizde yaşadığımız bir dizi kriz, eski güzel günlerin geride kaldığını bize açıkça gösteriyor. 2008 finansal krizinin önce ekonomik, daha sonra da siyasal bir krize dönüştüğünü gördük. Avrupa Birliği’nin çatırdamasını, Güney ve Doğu Avrupa sağ radikal partilerin yükselişini, Brexit’i ve Trump’ın kısa süren saltanatını büyük oranda bu krizin yarattığı sorunları çözememiş olmamıza borçluyuz. Suriye iç savaşı ve takip eden siyasal istikrarsızlık hem küresel terörün yükselmesine hem de ülkelerinde yaşayamayacak duruma gelen mültecilerin önce komşu, daha sonra da merkez ülkelere akışına yol açtı. Bugün 26 milyon kişi mülteci durumunda.

Uluslararası camia olarak başta Suriye olmak üzere ne bu huzursuzlukları sona erdirebildik ne de mültecileri hak ettikleri insanca yaşama kavuşturacak olanakları sağlayabildik. Daha da uzun soluklu bir sorun olarak küremizin yaşadığı iklim değişikliği sorunu da masamızda duruyor. Yeni açıklanan bir rapora göre son yüzyılda ortalama sıcaklıklar 1 derece yükseldi ve bu yükselişin temel sebebi de insanların faaliyetleri. İklim değişikliği sorununun farkına varmamızın üzerinden yaklaşık bir yüzyıl geçmesine rağmen, dünyaya verdiğimiz zararın önüne geçebilmiş değiliz.

Ülkemize gelince, birçoğu küresel krizlerle ilişkili olan, bir kısmı da tamamen bizim yönetemememizden kaynaklanan bir dizi krizle son üç ayda karşılaştık. COVID-19 pandemisiyle mücadelemizi bir kenara bırakıyorum. Önce, Marmara Denizi’nde son yirmi beş yılın eseri olan ama bizim yeni öğrendiğimiz “müsilaj” sorunuyla karşılaştık ve denizin üstünü süpürmek gibi palyatif tedbirlerin yetmeyeceğini idrak ettik. Ülke nüfusunun %25’ini ağırlayan bu deniz, yaşamsal niteliklerini kaybetmiş gibi gözüküyor, bugün en radikal tedbirleri alsak bile iyileştirmemiz onlarca yıl sürebilir deniyor.

KRİZLERİN BİR KISMI YÖNETEMEME KRİZİ...

Müsilaj sorunu bitmeden, karşımıza Akdeniz bölgesindeki orman yangınları çıktı. Neredeyse aynı anda başlayan yüzlerce yangın binlerce metrekare alanı yok ederken, ülkemizde bu büyüklükte bir felaketle savaşmaya yetecek uçak olmadığını öğrendik. Orman yangınları doğal olarak küresel iklim değişikliğiyle ilişkili, ancak komşularımız bizden çok daha tedbirli gözüküyor.

Orman yangınlarının acısı geçmeden, Karadeniz bölgesinde yoğun yağış ve yanlış yapılaşma nedeniyle yetmiş dokuz kişinin yaşamını kaybetmesine ve onlarca binanın kullanılmaz hale gelmesine yol açan bir sel felaketi yaşadık. Dere yataklarına ev yapılmaması gerektiğini öğrenemediğimizi de bu vesileyle öğrendik. Bu arada 17 Ağustos 1999 depreminin yıl dönümü nedeniyle de hala beklenen büyük depreme hazırlıklı hale gelemediğimizi de hatırladık. Bu krizlere yaklaşık 2018’den beri süregelen, pandemi dolayısıyla da olumsuz etkisi artan ekonomik sorunları da ekleyebiliriz. Türk Lirası değer kaybediyor, enflasyon yükselmeye devam ediyor; işsizlik, özellikle de genç işsizliği can yakıcı bir sorun halinde. Gençlerin kayda değer bir kısmı yaşamlarından umutsuz ve başka bir ülkede yaşamına devam etmek isteyenlerin oranı her geçen gün artıyor.

Ülkemizde insanlararası ilişkiler konusunda da başarılı bir sınav vermiş durumda değiliz. Olası bir Afgan göçüne karşı alarma geçmiş durumdayken, oportünist siyasetçilerin de gaz vermesiyle Suriyeli mültecilere yönelik bir dizi şiddet eylemine, hatta bir “pogrom” girişimine şahit olduk. Ülkede yabancılara karşı hoşgörü, dezenformasyon kampanyalarının da etkisiyle son derece azalmış durumda ve bu durumu kendisine fırsat olarak gören siyasetçiler de eksik değil. Afganistan’da Kabil’in Taliban’ın eline düşmesinin tetikleyeceği yeni bir Afgan mülteci akışının bu huzursuzluğa daha da fazla katkıda bulunacağı kesin. Üstelik siyasal duygusal kutuplaşmanın egemen olduğu siyasal ortamımızda, her kriz kamplaşmaların artmasına ve duvarların yükselmesine yol açıyor; bu da sağlıklı bir diyalog kurmamızın önündeki en büyük engel.

İKTİDARDAKİLERİN DEĞİŞMESİ KRİZİN ÇÖZÜLMESİNE YETMEZ

Gündelik ekmeğinin peşinde olan muhalif siyasetçi için bu sorunların çözümü kolay: “O gitsin de, ben gelince çözerim!”. Muhaliflik zaten böyle bir şey, iktidardaki rakibinizden daha iyi yöneteceğinize inanmasanız bu işe girmezsiniz bile. Bu görüş, yaşananların iktidarın beceriksizliği ve krizleri yönetememesinin yanı sıra neredeyse 20 yıllık AK Parti iktidarının devletin kurumsal kapasitesini imha etmesinden kaynaklandığını söyleyenlerce de destekleniyor. Bu bakış açısıyla iktidarın ilk seçimde değişmesiyle yaşanacak bir “restorasyon” dönemi, bu krizlerden kolaylıkla ve en az zararla çıkılmasını sağlayacak, yeter ki seçmen ilk seçimde doğru bir tercih yapsın.

Bu görüşlerin kayda değer bir haklılık oranı taşıdığını not edelim. Karşılaştığımız krizlere daha hazırlıklı olmak ya da daha etkin –daha az zararla diye okuyun- bir biçimde yönetmek mümkün. Ancak, görüldüğü üzere bu krizlerin büyük bir kısmı küresel faktörlerle ilişkili.

Finansal kriz, pandemi, mülteci akını, iklim değişikliği ve siyasal istikrarsızlıklar içinde yaşadığımız kürenin ortak sorunu. Sanayi devrimiyle beraber içine girdiğimiz, 1945 sonrası kurulan küresel düzenle de tadını çıkardığımız küresel büyüme döneminin sonuna geldik. Küremizin doğal kaynaklarını, insan sermayemizi ve kapitalizmin motoru olan insanların tüketim aşkının sağladığı olanakları tükettik. Artık, sürekli büyümenin olduğu, Pinker ve Ridley gibi filozoflara ilham veren ilerleme döneminin sonuna gelmiş olabiliriz ve içinde bulunduğumuz küreselleşmenin de etkisiyle krizlerimiz de küresel, tek başımıza çözüm bulmamız mümkün değil. Gerçekten de Afrika’da kanat çırpan bir kelebek, ABD’de fırtınaya yol açabilir. İşte bu noktada, gelecek tahayyülümüzü büyümeye değil, küçülmeye ve belki de düşmeye çevirmemiz gerekiyor. Kaynakların ilelebet artmadığı bir ortamda, nasıl bir dünya, nasıl bir Türkiye olacak? Gerçekten de basit bir yönetim değişikliği sayısı artan küresel sorunlarla mücadele etmemizi sağlayabilecek mi? Sorunların çoğu küreselken, bizzat bu sorunların kaynağı olan ABD ya da AB liderliğinde küresel çözümler geliştirebilecek miyiz? Batı’nın kendi sınırsızlık hayalinden sıyrılmasını öneren “degrowth” –“küçülme” hareketi bir alternatif sunuyor, ancak bu reçetenin gelişmemişliğin sorunlarını yaşayan Güney’e de bir çözüm sunduğundan pek emin değilim.

Sonuçta, bir “düşüş” içerisinde olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. Dünya vatandaşları olarak düşüyoruz ve bazılarımız –yoksullar, mülteciler, azınlıklar, kadınlar – daha hızlı düşüyor. İşte yanıtlamamız gereken soru bu, düşerken, nasıl yöneteceğiz? Kaynaklar sınırsız gibiyken/gözükürken, geleceğin refahını bugünden harcayabilirken, yönetmek kolay. İktidara aday olan muhalefet unsurlarının da toplumsal reaksiyon dalgalarında sörf yapmak yerine bu sorulara yanıt vermesi, ya da yanıt verebileceklerin önünü açması gerekiyor.

Emre ERDOĞAN KİMDİR?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirmiş, aynı bölümde doktorasını tamamlamıştır. 1996’dan itibaren kamuoyu araştırmaları yapan Erdoğan, 2003 yılında bağımsız araştırma şirketi Infakto RW’yu kurmuştur. Emre Erdoğan dış politika ve kamuoyu, siyasal katılım, genç ve çocuğun iyi olma hali; gönüllülük, sosyal sermaye ve sosyal gelişim konularında çok sayıda araştırma yürütmüş ve yayın yapmıştır. Son kitapları “Biz”liğin Aynasından Yansıyanlar: Türkiye Gençliğinde Kimlikler ve Ötekileştirme”, “Fanusta Diyaloglar: Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları” ve “Siyaset’teki Gölge: Korku” adlarını taşımaktadır.

d1106b16-107a-4363-9ee9-85fa15e7ee9c.jpg

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir