Görüşler

Bizimki referans onlarınki kayırma

Bizimki referans onlarınki kayırma

Ondokuz Mayıs Üniversitesi eski rektörü Hüseyin Akan Hüseyin Akan, akademik dünyanın bilim insanı yetiştirme, ehliyet, liyakat gibi konulardaki zamanın değişmesiyle değişmeyen ve böylece üniversitelerimizdeki kalitesizliğin sebebi haline gelen kriterlerine ironik bir dille yaklaşıyor.

Aşağıda, bütün derdi akademik özgürlük ve özerklik olan seçkin, ayrıcalıklı bir topluluğun yakınmalarını okuyacaksınız.

Üniversitelerde özerklik ve ‘akademik özgürlük’ vazgeçilmezdir. Özerklik, üniversitenin öğretim, araştırma, yönetim ve malî olarak kendi kararlarını kendinin alması, dışardan müdahaleyi kabul etmemesidir. Akademi siyaset üstüdür. Ülkenin yöneticileri üniversitelere alt yapıyı ve araştırma, öğretim yapmak için gerekli malî kaynakları sağlamakla yükümlüdür. Ama, kaynakları sağlamak ülke yöneticilerine en alttan en üste hiç bir birimde yönetsel işlerimizde, kararlarımızda söz hakkı vermez. Biz akademisyenler, özerklik ve akademik özgürlüğün gereği olarak yıllardır olduğu gibi, yüksek lisansa, doktoraya kabul edeceğimiz öğrenciyi kendimiz seçeriz; kimin araştırma görevlisi olacağına biz karar veririz. Uygun olmayan (bulmadığımız) birisini yüksek lisansa, yüksek lisanstan sonra doktoraya kabul etmez ve bir şekilde araştırma görevlisi olmuş ise mezun olur olmaz görevini sonlandırırız. Uygun gördüğümüz araştırma görevlisini doktorası bittikten sonra öğretim üyesi kadrosuna intisap ettiririz. Yüksek lisansa, doktoraya öğrenci seçerken; araştırma görevlisi, öğretim üyesi alırken dışımızdan hiç kimse bize tavsiyede, hele dayatmada bulunamaz. Böyle bir tavsiyeyi izhar etmek bile akademik özgürlüğe aykırıdır. Elbette, bir akademisyen birlikte çalışacağı doktora öğrencisini, araştırma görevlisini, öğretim üyesini seçebilmelidir. Yoksa, tanımadığı, bilgisini, yeteneklerini ve kişiliğini bilmediği kimselerle bilim üretmek, araştırma yapmak mümkün olmaz. İlkelerimize uymayan, tasvip etmediğimiz birisi hasbelkader doktoraya girmişse, araştırma görevlisi veya öğretim üyesi olarak atanması gibi vahim bir durumu birbirimizi uyararak engelleriz. Maksat üniversitelerin bilimsel-eğitsel-yönetsel ve zihinsel üniformitesi bozulmasın.

Pek çok vesileyle gerçekleştirdiğimiz anabilim dalı veya bölüm toplu yemeklerinde ve kokteyllerde; bölgesel veya ulusal ölçekte yapılan bilimsel toplantılardaki balo, kokteyl ve yemeklerde ülkemizin akademik işleri, ülkenin sosyoekonomik meseleleri üzerinde mütalaalarda bulunmaktayız. Bu yemek ve kokteyllerde yeni lisansüstü öğrenci ve akademisyenlerin duygu ve düşünceleri ile yaşam tarzları hakkında malumat sahibi oluruz: İlerici mi, çağdaş düşünce ve yaşam biçimini özümsemiş mi, bilimsel olarak gerçekliği kanıtlanmadığında ittifak edilen inançları var mı? Kılık-kıyafetleri, yiyip içtikleri (veya içmedikleri), konuşmalarındaki fütur ve pervaları doğru karineler sunar bize. Aslında, bu hususları çoğunlukla doktora veya ihtisasları sırasında saptıyor, böylece büyük bir hatadan hem kendi bölümümüzü, üniversitemizi hem de başka akademik camiaları koruyorduk. Her şey çağdaş, ilerici, aydınlanmacı, bilimsel, siyaset üstü(!), özgür bir akademi ve ülke içindir.
Eskiden bütün akademyamız bu şekilde özgür, özerkti.

Üniversiteler Üst Kurulu (ÜÜK) da bizim gibi akademik özerklik hususunda hassas, bizimle aynı normları ve ilkeleri paylaşan arkadaşlarımızdan oluşuyordu. Üniversitelerde anabilim dalı ve bölüm başkanlarında olduğu gibi dekanlar ve rektör adayları da demokratik biçimde, seçimle belirleniyordu. (Gerçi arkadaşlarımızdan birkaç oyla atanan rektörler oldu, ama onlarda da camianın ve ülkenin karanlığa yönelmemesi gibi mücbir sebepler vardı.) Seçen öğretim üyeleri arasında bütün titizliğimize, hassasiyetimize rağmen bir şekilde sızmış, ilkelerimizi özümsememiş ve yaşam biçimi ilkelerimize bütünüyle uymayan tek tük kişiler olmuşsa da demokratik uygulamalarımızda onların bir kıymet-i harbiyesi yoktu.

Doçentlik komisyonu ilerici/çağdaş düşünce ve yaşam tarzını özümsemiş arkadaşlarımızdan oluşuyordu. Jüri üyelerinin belirlenmesinde de bizim akademik ölçütlerimiz işliyordu. Ayrıca, doçentlik sınavlarında birbirimizi uyarırdık, bizim gibi özgürlükçü, ‘çağdaşlıkçı’, ilerici olmayanların yanlışlıkla başarılı sayılmamaları için. İlkelerimizi özümsemiş, düşünce-duygu ve yaşamına sindirmiş kısaca bizim gibi olan adaylar için ise, bir yanlışlığa kurban gitmesin diye referans olurduk.

Ne güzeldi o günler! Akademik kurum ve kuruluşların hepsi özerkti. Hepimiz modern, aydınlanmış ve ilerlemeci kimselerdik. Farklı düşünen yoktu; hepimiz kaynaşmış bir bütündük. Örneğin, Ülke Bilimler Akademisi (ÜBA) kurulmuştu bir kanun hükmünde kararnameyle. Kararnamedeki geçici madde 1’de 10 üyenin ‘bilim ve teknoloji araştırma kurumu’nun teklifi üzerine atanacağı ve bu on üyenin 10 üye daha seçeceği belirtilmişti. Böylece ilk üyelerin tamamı çağdaşlıkçı, ilerici, pozitivist bilimciler arasından belirlenmiş oldu. Sonraki üyelikler için bir asli üye tarafından akademi konseyine yazılı olarak başvurulmak suretiyle aday gösterilmesi ve adayın diğer iki üye tarafından da desteklenmesi gerekmekteydi. Akademi konseyi tarafından uygun görülen aday genel kurulca onaylanmalıydı. Bu uygulamayla çağdaşlıkçı, ilerici, özgürlükçü olmayan kimselerin bilimler akademisine sızması imkansızdı.

Bütün bunlar akademi dünyasının homojen, seçkin, rafine olmasını ve kalmasını sağlamıştı. Elbette tam başarılı olamadığımız durumlar da oluyordu. Özellikle, üç büyük şehre uzak, bir çeşit taşra denebilecek yeterince çağdaşlaşmamış şehirlerde yeni kurulan üniversiteler çağdaşlıkçı/ilerici arkadaşlara cazip gelmediğinden, sadece birkaç yönetici akademisyenle arzu ettiğimiz özgürlükçü, ilerici, çağdaşlıkçı anlayış ve tutumu buraların tamamına yaygınlaştırmadık, tam anlamıyla homojen, kaynaşmış bir yapı meydana getiremedik. Tamam, o taşra üniversitelerinde bizim gibi ilerici ve çağdaş yaşamı ve düşünceyi özümsememiş akademisyenler ve yöneticiler bulunabilir. Ama, bizim kaynaşmış, aydınlanmış seçkin topluluğumuzun yara almasına, akademik özerkliğimizin örselenmesine razı olmayız. Bilmediğimiz birisini, üniversitemizde veya bizim belirlediğimiz seçkin üniversitelerde okumamış, ağımıza dahil olmayan birisini kulübümüze kabul etmeyiz. Organizmanın yabancı bir unsuru dışladığı gibi, biz de bünyemize yabancıları benimseyemeyiz, dışlarız.

Artık, taşra üniversitelerinde, ‘bilim ve teknoloji araştırma kurumu’nda, ÜBA’da bizden farklı düşünen, farklı alışkanlıkları olan, dünya ve insan analizleri bizimkiyle aynı olmayan kimseleri de görmekteyiz. Siyaset üstü olan bu kurumlarda bizim kulübümüze uygun olmayan, makbul olmayan görüşteki kişiler de görev alabilmekteler. Artık, o eski zamanların kaynaşmış, anlaşmış, uyumlu, sorunsuz, herkesin razı ve memnun olduğu yekpare topluluk yok. Oysa gerçek şu ki, bu kaynaşmış toplulukların uyumunu bozan bu kişiler istese de bilim adamı, akademisyen ve sanatçı olamazlar. Çünkü, bilimsel, çağdaşlıkçı ve pozitivist olmayan görüşler insanı, toplumu ve dünyayı doğru anlamalarına, kavramalarına izin vermez. Bilimsel düşünmeyi, bilimsel üretimi başaramazlar. Ortaya koydukları ürünler sanat eseri olamaz. Görüşleri ve ait oldukları kültür böyle bir eser üretmelerine imkan vermez çünkü.

Bu kişiler yetkili oldukları birimlerde ve kurumlarda doktora öğrencisi, araştırma görevlisi olarak tanıdıklarını ve torpili olanları alırlar. Atadıkları akademisyenler, görev verdikleri kimseler genellikle ilerici, çağdaşlıkçı olmayanlardır, kendileri gibi.

Özetle, sadece bizim yaptıklarımız bilimseldir, bizim ürettiklerimiz sanat yapıtıdır. Duygu, düşünce ve yaşam biçimi, bizim belirlediğimiz ve yıllardır üzerine titrediğimiz ölçütlere ve niteliklere uymayan kimse obamıza katılamaz. Çünkü, bizim kuruluş gaye ve biçimimiz ve misyonumuz farklıdır. Biz öyle sıradan bir topluluk değiliz. Kurumumuz herhangi bir kurum değildir. Kapımızdan geçmek için öncelikle atalarının köhne inanç ve kültüründen yunup arınmış, aydınlanmış olmak şarttır. Bu akademik özerkliğin, bilimselliğin gereğidir.

YORUMLAR (32)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
32 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir