Cumhuriyet’in ilanına giden yolda yaşananları ‘Neden 29 Ekim?’ kitabında titiz bir perspektifle okuyucuya aktaran Taha Akyol, Cumhuriyet'e kadar geçen sürece ilişkin Elif Çakır’ın sorularını yanıtladı.
ELİF ÇAKIR
Kasım 1922’de saltanat kaldırıldığında fiilen cumhuriyete geçilmişti, Gazi o zaman resmen cumhuriyet ilan edebilir miydi?
Hem henüz atmosfer müsait değildi, hem henüz Lozan Antlaşması imzalamamış, müzakereler bile başlamıştı. Öyle bir ortamda rejim meselesi kimsenin aklında yoktu, bu tartışmayı açmak da Türkiye’nin elini zayıflatırdı. Meclis’te Gazi aleyhine bir akım da yaratabilirdi.
Aklında cumhuriyet rejimi varken, saltanat kaldırıldıktan sonra Gazi, bir süre cumhuriyet aleyhine sert konuşmalar yaptı hatta cumhuriyeti için “çürümüş ve zamanı geçmiş bir yönetim şekli” olduğunu söylüyor neden?
O sırada Meclis Hükümeti sistemi var. Başvekili ve bakanları Meclis seçtiği gibi yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin sahibi de Meclis. Meclis reisi Gazi de böyle bir Meclis’in rakipsiz ve kudretli reisidir. Cumhuriyet tartışması o sırada başlasaydı kuvvetler ayrılığı, reisicumhurun ve hükümetin yetkileri gibi tartışmalar gündeme gelirdi. Bunlar o sırada Gazi’nin konuşulmasını istemediği konular. Ayrıca Birinci Meclis’te muhalefet güçlüydü. Cumhuriyet’in lafını etmek bile Gazi’yi yıpratırdı. Meclis’teki etkisini sürdürmek için cumhuriyet aleyhine konuştu, o sıradaki Meclis Hükümeti sistemini savundu. Nisan 1923 seçimlerine kadar, yani Birinci Meclis dönemi süresince cumhuriyet aleyhine konuştu.
‘İki anayasalı dönem’den bahsediyorsunuz. Bunu açar mısınız?
1921 Anayasası, yeni bir devlet kurmuyormuş gibi sadece Meclis ve yürütme organını düzenliyordu. Bunun dışındaki konularda mesela saltanat, hilafet, yargı konularında Osmanlı anayasası olan Kanunu Esasi’nin geçerli olduğu açıklandı. Merhum Bülent Tanör bu döneme ‘iki anayasalı dönem’ diyor, öyledir. 1922’de artık Osmanlı Anayasa’sı ‘paçavra’ olarak niteleniyordu. Saltanatın kaldırılmasıyla iki anayasalı dönem hukuken de sona erdi.
NEDEN YOLLARI AYRILDI?
1923’te Gazi Paşa ile muhalifleri arasındaki temel çatışma konuları nelerdi?
İlk Meclis’teki muhalif İkinci Grup Nisan 1923 seçimlerine girmedi, hiçbiri aday olmadı. Adayları bizzat Gazi tespit etti. Fakat o zamanki kamuoyunda itibarları çok yüksek olan Rauf (Orbay) Bey, Karabekir, Ali Fuat, Refet Paşalar ve Adnan (Adıvar) gibi isimleri de tabii aday yaptı. Bunlar İkinci Meclis’teki muhalefeti oluşturacak isimler. İlk aylarda asıl muhalefet İstanbul gazetelerinde Hüseyin Cahit, Velid Ebuzziya ve Ahmet Emin (Yalman) kuvvetler ayrılığını, partisiz cumhurbaşkanını, Meclis’in denetim yetkisini savunuyorlar. Ankara’daki inkılapçı yazarlar Yunus Nadi, Celal Nuri, Suphi Nuri, Ahmet Ağaoğlu, Yakup Kadri, Falih Rıfkı ise kuvvetler birliğini, Gazi’nin hem meclis hem hükümet başkanı ve aynı zamanda parti lideri olmasını savunuyorlar. Cumhuriyet’e giden aylarda temel kutuplaşma budur.
GAZİ’NİN KRİZ TAKTİĞİ
O sırada yeni bir Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (anayasa) hazırlanıyordu. Gazi bunu beklemedi. 25 Ekim 1923’te Meclis Başkanvekilliği ve İçişleri Bakanı aday seçimlerini Gazi’nin adaylarının kaybetmiş, muhalif Rauf ve Sabit Beyler seçilmişti. Bu olayla cumhuriyetin 29 Ekim arasındaki bağlantıyı kitapta anlatıyorsunuz, burada da anlatır mısınız?
Çünkü Gazi’nin adaylarına değil, Evet, 25 Ekimde Gazi’nin istemediği Rauf ve Sabit Beylere oy veren milletvekilleri, yarın Rauf Bey’i veya başka bir muhalifi başvekil seçebilirdi. Gazi 1927’de okuduğu Nutuk’ta “gizli küçük bir muhalif grubun” Meclis’i “iğfal” ettiği söyler. Aynen “yeni Meclis ilk devrinde muhalif gizli bir küçük hizbin iğfallerine düşmek vaziyetine maruz bulundu” demektedir. Gazi, Meclis’in kendi kontrolünden çıkmasından tedirgin olmuştur. Cumhuriyet’in ilanı hem rejim değişikliğidir hem Gazi’nin Meclis’e hakimiyetinin tescili ve muhalefetin de etkisizleştirilmesidir. İnkılaplar bu yolla yapılacaktır.
NEDEN RAUF BEY?
Rauf Orbay neden muhalefetin simgesi haline geldi?
Rauf Bey ‘Hamidiye Kahramanı’dır. Çok tanınan, saygı duyulan bir isimdir. Anadolu’ya geçen ‘ilk beşler’den biridir. Dürüst, saygın, daima hukuku üstün tutmaya çalışan bir devlet adamıdır. Malta dönüşü Milli Mücadele döneminde başbakanlık görevini ifa etmiştir. Lozan sürecinde katkısı büyüktür. İsmet Paşa ile son anda ihtilafa düştü, ayrıldı. Hüseyin Cahit, Ağustos 1923’teki bir yazısında Rauf Bey hakkında “ahlakının temizliği, seciyesinin metaneti ve kabiliyeti ile temeyyüz etmiş ve umuma hürmet hissi telkin eylemiştir” diye yazmıştır. Böyle bir sahsın kendisi planlamadığı halde muhalefet lideri görülmesi, o hale gelmesi şaşırtıcı değildir. Fakat muhalefetin yeni rejimin inşasında hiçbir etkisi olmadı, olamadı.
28 VE 29 EKİM GÜNLERİ
28 Ekim akşamı ve 29 Ekim günü neler yapıldı?
Meclis’teki seçimleri 25 Ekim’de muhalif Rauf ve Sabit Beylerin kazanması üzerine Gazi, 26 Ekim’de Çankaya’ya Fethi Bey kabinesini topladı. İstifalarını istedi ve yeni hükümet kurmak için Meclis’te yapılacak başbakan ve bakan seçimlerinde aday olmamalarını, yani yeni bir hükümetin kurulmasını engellemelerini istedi. Her biri ayrı ayrı seçilen bakanlardan oluşan Fethi Bey hükümeti zaten çalışamıyordu. Gazi’nin planladığı hükümet krizi normal kriz sanıldı. Hükümet kurulamayınca 28 Ekim akşamı İsmet, Kazım Özalp, Kemalettin Sami paşalar ve dört milletvekilini Çankaya’ya davet eden Gazi “Yarın cumhuriyet ilan ediyoruz” dedi. Ertesi gün parti grubunda ve Meclis’te yapacaklarını her birine teker teker anlattı: Hükümet kurulamayacak, Gazi’ye başvurulalım, fikrini alalım denilecekti. Öyle oldu. 29 Ekim günü parti grubuna davet davet edilen Gazi, önde gelen milletvekilleriyle görüştü. Hükümet krizinin çözümü için Başbakan’ı Reisicumhurun seçmesi gerektiğini, bunun için de Cumhuriyet’in ilanının gerektiğini anlattı. Meclis’te 158 milletvekilinin oylarıyla cumhuriyet ilan edildi, aynı akşam Gazi Reisicumhur seçildi. Cumhuriyet ilan edileceği önceden açıklanmadığı için Meclis’te 100 kadar milletvekili yoktu. Cumhuriyetin bu tarzda ilan edilmesi ve Meclis’te ayrıntılı müzakereler yapılmadan taslağın kabul edilmesi hukuk tarihimizde yepyeni bir devir açmıştır: Bu devir kuvvetler birliğine dayanan, partili cumhurbaşkanı elinde çok geniş yetkiler toplayan ve 1930’larde ‘parti devrleti’ haline gelen bir devri yansıtır. 1946’da çok partili hayata geçilecektir.
KUVVETLER BİRLİĞİ
Meşrutiyet’te kuvvetler ayrılığı fikri hakimdi. Milli Mücadele ve cumhuriyette bunun itibar kaybettiğini, kuvvetler birliği fikrinin hakim hale geldiğini yazıyorsunuz. Neden böyle oldu?
Meşrutiyet’te ana fikir padişahın yetkilerini sınırlamak, Meclis’in, Meclis’te oluşan hükümetin yetkilerini genişletmektir. Buna basın hürriyeti ve Kanunu Esasi’de ayrıntılı olarak düzenlenen bağımsız yargı eşlik etmiştir. Bütün bu sebeplerle temeldeki kural, kuvvetler ayrılığıdır, o zamanki deyişle ‘vahdet-i kuva’ ilkesi. 1912’den sonra kağıt ülkesinde kalsa da savulan, parlamentoda yüceltilen, basında ifade edilen, Darülfünun’da anlatılan ilke kuvvetler ayrılığıdır. Milli Mücadele döneminde ise, aksine, Ankara rejiminin ‘selahiyet-i fekalade’ yani olağanüstü yetkilere sahip olması zorunlu idi, yani kuvvetler birliği… Cumhuriyet’te ana fikir Gazi’ye olabildiğince fazla yetki vermekti, kuvvetler birliği çok katı uygulandı. Hatta inkılapçı Ahmet Ağaoğlu Ekim 1923’te o sıradaki kuvvetler birliğinin “müfrit” olduğunu yazmıştır. Milli Mücadele döneminde olduğundan daha sert, aşırı bir kuvvetler birliğidir.
FRANSIZ İHTİLALİ
Mustafa Kemal’deki Cumhuriyet fikri büyük ölçüde 1789 Fransız İhtilali’nin ürünü. Neden bu ihtilalin çok etkisi altında kalıyor?
Çünkü Mustafa Kemal de ihtilalcidir. Değerli Tarihçi Şükrü Hanioğlu, yeni yayınlanan ‘Atatürk, Entelektüel Biyografi’ adlı benzersiz araştırmasında Milli Mücadele sırasındaki Mustafa Kemal Paşa’yı anlattığı bölüme “Anadolu’da Müslüman Milliyetçiliğine Dayalı Fransız İhtilali” başlığını koymuştur. Fransız İhtilali’nin etkisi son Osmanlı nesillerinde çok yaygındır, hatta muhaliflerde bile. Ama radikal İsmet Paşa Fransız ihtilalini öven tek kelime etmemiştir.
Tarihçi Ali Yaycıoğlu’nun çok haklı bir sorusu var, siz de kitabınızda yer vermişsiniz, “Neden Cumhuriyet meselesi Kemalizm, milliyetçilik ve laiklik ve diğer kavram ve akımlara sıkıştırıldı, oralara indirgendi?”
Öncelikle bu değerleri yerleştirmek veya savunmak için yapıldı bu. Cumhuriyetin kendisinin de öncelikli değerleri bunlardı, en nihayet Altı Ok… Ama dikkat ederseniz hukukun üstünlüğü, anayasanın bağlayıcı üst norm olması, yargı bağımsızlığı, fert hak ve hürriyetleri gibi değerler o kadar önemsenmedi. Bu yönde yeni nesillere bir kültürel miras intikal etmedi. İşte hâlâ sıkıntısını çekiyoruz. Cumhuriyet’in 100. Yılında, kuvvetler ayrılığı, sistemde kenara itilmiştir maalesef.