Görüşler

Asgari Ücret Tespit Komisyonu yoksulluğu meşrulaştırmak için mi var?

Asgari Ücret Tespit Komisyonu yoksulluğu meşrulaştırmak için mi var?

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, hayat pahalılığında gelinen noktanın hükümetin uyguladığı politikaların bir sonucu olduğuna dikkat çekiyor.

Bilindiği üzere Aralık ayında Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplanır ve sonraki yıl geçerli olacak asgari ücretin ne kadar olacağını tespit eder. İşçi, işveren ve devlet temsilcilerinden oluşan komisyonda hükümet ile işveren taraflarının teklifleri genelde toplantılarda açığa çıkar. İşçi temsilcilerinin ise Komisyon toplantılarından önce taleplerini açıklaması, kamuoyunu buna göre yönlendirmesi ve işveren ile hükümet üzerinde baskı oluşturması beklenir. Çünkü doğası gereği bu üç kesim içerisinde en dezavantajlı pozisyonda olan işçiler ve temsilcileridir ve kaderi hakkında hüküm verilecek olan da yine en başta işçilerdir, emekçilerdir. Dolayısıyla sürece ilişkin en hazırlıklı, özenli, stratejik olması gereken kesimin işçiler-emekçiler ve temsilcilerinin olması gerektiği açıktır.

Tam bu süreçte işçileri komisyonda temsil edecek olan Türk-İş Başkanı Atalay’dan öyle bir açıklama geldi ki içinde bulunduğumuz tablonun neden sürpriz olamayacağını, önümüzdeki süreçten neden işçilerin ümit var olamayacaklarını ayan beyan ortaya serdi. Açık konuşmak gerekirse kitle sendikalarımızın kahir ekseriyetinin mümeyyiz vasfı sarı sendikacılıktır. Temsil ettikleri kesimlerin talep ve beklentilerini karşılamaktan ziyade işveren, hükümet lehine işçileri-emekçileri manipüle etmek neredeyse temel eylem kodu olagelmiştir. Belki de bunun en müşahhas örneklerinden olan Türk-İş’in mevcut başkanı derin bir ekonomik kriz yaşadığımız ve bunu giderecek bir mekanizma olan komisyon toplantısı öncesi gibi son derece kritik bir zaman kesitinde şu açıklamada bulunuyor: “Yüksek enflasyonun sebep olduğu hayat pahalılığından beli bükülen milyonlarca vatandaş, merakla asgari ücrette ne kadar artış yapılacağını bekliyor. 7 bin 785 liranın altındaki bir rakamı kabul etmemiz sıfır, kırmızı çizgimiz. Bu miktarın üzerine çıkmamız lazım. Gıda da artış yüzde 138. Neyin ne olduğunu biz A’dan Z’ye biliyoruz. Bunlar göz önünde bulundurulmalı ve öyle bir rakam bize getirilmeli. İnsan odaklı bir çalışma olması lazım. Sendikalar, STK’lar, işverenler insan odaklı bir çalışma yapmak mecburiyetinde.”

İlk bakışta açıklamada bir tuhaflık gözükmeyebilir. Ancak yakından bakıldığında açıklamanın iç tutarlılıktan yoksun, işçilerin-emekçilerin sosyo-ekonomik gerçekliklerini ortaya koyan ve bu gerçekliğe uygun kararlı bir talep almanağıyla pozisyon almaktan uzak olduğu net bir şekilde görülüyor. Türk-İş’in başkanı ya ne dediğini bilmiyor ya da farkında olsun veya olmasın hükümet ve işverenler adına çalışıyor. Mademki milyonlarca vatandaşın beli bükülmüş durumda, mademki gıda da artış yüzde 138, mademki neyin ne olduğunu A’dan Z’ye biliyorsunuz o halde açıkladığınız bu kırmızı çizgi nasıl bir kırmızı çizgidir? Bu ekonomi-politik milyonlarca vatandaşın beli büküyorsa, açlık, yoksulluk, istikrarsızlık, bireysel-toplumsal ahlaksızlık vs. gibi anlamlara gelen enflasyon neredeyse yüzde 200’lerdeyse siz nasıl oluyor da yüzde 50’lik bir talebi kırmızı çizgi olarak sunabiliyorsunuz? Bu mudur insan odaklı çalışma? Bu mudur belleri bük(tür)ülmüş milyonlarca insanın hakkını korumak? Şu an ki açlık sınırında bir rakamı milyonlarca insanın hayatını doğrudan etkileyecek asgari ücret için daha pazarlığın başlangıcında önermek hangi akla, hangi mantığa, hangi vicdana sığar? Gerçek enflasyonun resmi rakamların en az iki katı olduğu bir yerde böyle bir açıklama, böyle bir talep olabilir mi?

Türkiye maalesef hayati meselelerini bu şekilde, bu şekilde yapılandırılmış bir ilişki ağında konuşarak manipüle edilmesinde ciddi bir beis görmüyor. Toplumun talep ve beklentilerinin taşınacağı aktif kanallar olması gereken bu yapılar devlet-toplum ilişkimizin hastalıklı yapılanmasında mutasyona uğruyorlar, temsil ettiklerinin aleyhine çalışan birer müesses nizam aparatına dönüşüyorlar. Oysa hayati meseleleri bütünlüklü konuşmak, belirli pozisyonları kıskançlıkla müdafaa etmek anlamlı-nitelikli bir varlığımız ve geleceğimiz için olmazsa olmazdır.

Açlık sınırının altında kalacağı bugünden belli olan bir asgari ücret rakamının kırmızı çizgi olarak ileri sürülmesi, sürülebilmesi şüphesiz Türk-İş başkanının bireysel zafiyetiyle sınırlı değil. Türkiye asgari ücretin, açlık sınırının, bunlarla örülmüş bir hayatın neye karşılık geldiğine ilişkin bir kavrayıştan yoksun. Asgarinin ne anlama geldiğini, açlık sınırı ile neyin kastedildiğini bilseydik konuşmamızın şekli ve içeriği bu yönde asla olamazdı. Asgari ücret esas itibariyle bir ülkede uygulanacak en alt ücreti belirler ve bu yönüyle de anlamlıdır, önemlidir. Ancak Allah’ın bildiğini kullardan saklamanın bir anlamı yok. Hatta kulların da gayet iyi bildiğini ve bilmezlikten geldiğini bildiğimiz bir yerde açık konuşmamız, gerçekleri dile getirmemiz ahlaki, insani bir vazifedir.

Türkiye’de milyonlarca insan asgari ücretin altında çalışmaktadır. Türkiye’de çalışanların neredeyse yarısı için asgari ücret temel çalışma ücretidir. Bu ölçekteki bir asgari ücretin son derece sınırlı, son derece katı, son derece tahripkâr bir yaşam formu, bir yaşam standardı anlamına geldiğini görmek, bunun sosyal, kültürel, ahlaki, siyasal maliyetlerinin zannettiğimizden çok daha büyük olduğunu anlamak, mevcut yapıda bunların yapısallaştırıldığını, kuşaklararası transfer edilecek şekilde sınıfsallaştırıldığını görmek, bilmek için meta teorilere ihtiyaç yok. Birazcık insaf, birazcık vicdan yaşadığımız derin problemi ve bu derin problemi taşımaktan aciz lakayt, sorumsuz dili, ilişkiyi görmeye yeter.

Türkiye’nin hayati boyutlara ulaşan bir adil bölüşüm sorunu var.

Türkiye’de on milyonlarca insanın sistematik şekilde yoksullaştırılması problemi var.

Türkiye’de hükümet uyguladığı ekonomi-politikle eşitsizliği derinleştiriyor, toplumun geniş kesimlerini açlık sınırında hatta onun altında bir yaşama mahkûm ediyor.

Bu sürecin önünde durması, daha adil ve eşitlikçi bir paylaşımın, daha insanca bir gelirin mücadelesini vermesi gereken yapılar temsil ettikleri kesimlerin aleyhine çalışıyor. Hükümetle, işverenlerle girdikleri ilişkinin girdabına kapılarak sömürüye, yoksullaştırmaya alan açıyorlar, bunu meşrulaştırıyorlar.

Toplumsal kesimler arasındaki eşitsizliği derinleştiren politikalar, bu politikalara alan açanlar meşrulaştırıcı söylemleri ne olursa olsun karşımızdadırlar.

Yoksulluk asla kader değildir. Mevcut tablo hükümetin uyguladığı politikaların bir sonucudur. Ekonomi-politik, ikincil bölüşüm asla teknik, mekanik, doğal bir süreç değildir, böyle savunulamaz, bu şekilde kabul edilemez. Bu bir tercih meselesidir. Bu kendinizi nerede konumlandırdığınızla, nereye, neye öncelik verdiğinizle, kimlerden, hangi toplumsal kesimlerle dayanışma içinde olduğunuzla ilgili iradi bir tasarruftur.

Bu açıdan adil ve özgür bir Türkiye’nin inşası adil bir paylaşımla mümkündür.

Bunun için de Türkiye’nin adil ve özgür bir niteliğe kavuşmasında perspektif siyasal anlamda hiçbir ferdimizi kula kul etmemek, ekonomik anlamda da hiçbir ferdimizi namerde muhtaç etmemektir.

Mücadelemiz bu yönde ve bunun için olmalıdır.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir