Gazeteci Cemile Bayraktar “Türkiye’deki toplumsal ittifakı sağlayıp, kutuplaşma ve gerilimden münezzeh bir siyasi yapı inşa etmek için 6’lı Masa bir fırsat sağlıyor. Kimsenin bu tarihi fırsatı kaçırmak gibi bir lüksü yok” değerlendirmesinde bulunuyor.
Sosyoloji, toplumu incelerken toplumun etkileri kadar etkilendiği olgulara da bakar. Örneğin, sosyolojinin alt dallarından biri olan siyaset sosyolojisi, iktidar ilişkilerinin oluşmasını sağlayan toplumsal faktörleri inceler. Bu minvalde tüm toplumlar, birbirlerinden farklıdır zira herkesin öyküsü kendi birikimleriyle oluşmuş ve özgündür. Burada siyaset hem toplumun ürünü olarak oluşur hem de toplum tarafından oluşturulur. Zira nesilden nesile aktarılan sadece genetik kodlar değil aynı zamanda kültürdür. Nihayetinde otokrasi olsun, demokrasi olsun toplumların da mutlaka bir siyasi geleneği vardır. Türkiye’nin bugünkü siyasi ve toplumsal problemleri, siyasi geleneğinin yerleşik olduğu dönemler de dahil olmak üzere, geleneğe derinlikli bakmak yerine kağıt üzerinde değişim olmasını önermek, bu değişimin parmak şaklatarak oluşacağını düşünmekten kaynaklanmaktadır.
***
Türkiye tarihine kuş bakışı baktığımızda, Weber’den mülhem olarak söyleyecek olursak, karizmatik lider tarafından oluşturulmuş bir siyasi geleneğe rastlarız. Oysa bunun öncesinde Osmanlı İmparatorluğu döneminde daha çok geleneksel otorite üzerinden şekillenen bir yapı mevcuttu. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kurma girişimiyle birlikte, aslında geleneksel otoriteden, karizmatik otoriteye geçildiğini görüyoruz, yani önemli bir değişim oluşmaya başlıyor. Ancak şunu belirtmekte fayda var; toplumsal değişimler tek bir doğrultuda, tek bir biçimde, tek bir hızla, tek bir yöne doğru olmaz. Aynı zamanda değişim tümüyle olmadığı gibi otorite tipleri tek biçimde de olmaz/oluşmaz zira padişahların karizmatik otorite özelliği gösterdiği doğrudur.
***
Hızlı ve köklü bir değişim talebi, siyaset merkezinden topluma doğru yöneldiğinde, burada doğal değil suni bir girişim ve bir miktar da baskı olduğunda, toplumsal kırılganlıklar oluşur ve bu fay hatları da hem siyaset hem toplum eliyle ayrıca siyaset yöntemiyle geleceğe taşınır. Türkiye’nin bugünkü problemlerinden biri budur, tarihimizden kaynaklıdır on yıllar öncesinden bugüne taşınmıştır.
Türkiye’ye siyasi/toplumsal perspektiften bakarsak, 1950’lere kadar tek parti rejimiyle yönetilmiş, 1960’lardan sonra sık sık darbelerle siyasi yapısına müdahale edilmiş, günümüze kadar eksiği söküğü de olsa seçime dayalı bir demokrasiyi sürdürebilmiş, sandığın belirlediği iktidarlar yanında askerin de siyasete ve topluma müdahale edebildiği, toplumsal anlamda ideal vatandaşın “Türk, laik” olarak belirlendiği toplum biçimine sahip bir yapı görürüz. Bu yapıda, siyasetten topluma kadar geniş bir alanda demokrasi kültürünün yerleşik bir hal aldığını söylemek ise güçtür. Şu durumda, merkez kabul edilen “ideal vatandaş tipi” dışında kalan her kesim, öteki ve yer yer korkulması gereken kesimler olarak gösterilince, bu kez ortaya “laik kesimler ve diğerleri “şeklinde bir ayrım, bir kutuplaşma mekanizması çıktığını da görüyoruz. Ama bu ayrım tek başına ikili bir ayrım değil, bunun altında, “diğerleri” içinde de “Türk, Kürt, dindar, Alevi” şeklinde farklı ayrılıklara dayalı cepheler açılıyor. Çünkü Türkiye’de yönetici elit, çok başarılı değil ve vatandaşı memnun etmeye, toplumsal huzuru sağlamaya yönelik eylemler yerine, birçok yeni gerilim cephesi açarak vatandaşı/toplumu konsolide etmeye çalışıyor. Başarılı da oluyor. Ama iktidarların kendilerine dair bu “başarısı”, topluma yöneldiğinizde toplumsal huzursuzluk, gerilim ve kaos haline geliyor ve faturasını toplum ödüyor.
***
Yukarıda bahsettiklerim ışığında, AK Parti’nin iktidar olmasına kadar geçen sürede, toplumun bu gelişmelerden olumsuz etkilendiğini biliyoruz. Aslında, AK Parti de “ideal vatandaş” tipinin dışında “diğerleri” kesiminden gelen bir partiydi, ama… Ama bugüne gelindiğinde şunu gördük; iktidarının ömrünü uzatabilmek için, kendi “ideal vatandaş” modelini oluşturmaya çalıştı, kendisine karşı bir “diğerleri” modeli oluşturdu, bunu yaparken aşırı öfkeli bir dil kullandı ve aslında mücadele ettiği o problemli yapının aynısı haline dönüştü. Kendi dönüşürken, yerine göre havuç, yerine göre sopa yöntemiyle toplumu da dönüştürmeye çalıştı. Zaten geçmişten gerilim rayları üzerinden gelen Türkiye toplumu, yabancısı olmadığı bu gerilim geleneğini hiç yabancılık çekmeden bir farklı versiyonuyla üzerine oturtabildi.
***
İktidar bu şekilde değişirken, aynı zamanda muhalefet de bir değişim gösterdi. Çok ilginç bir biçimde, en azından Kemal Kılıçdaroğlu çabaları eliyle, ana muhalefet partisi hem siyasi hem de toplumsal olarak gerilim hatlarına koşmak yerine gerilimi durduracak söylem ve eylemlere girişti. Akabinde, AK Parti ve MHP ittifakının sert söylemli siyasi yapısı karşısında, geçmişin “diğerleri” diyebileceğimiz kesimlerini birleştirme imkanı olan 6’lı Masa oluştu.
***
Şüphesiz, ekonomik, hukuksal, demokratik, hak ve hürriyetle ilgili konular başta olmak üzere Türkiye’nin çok sayıda problemi var. Muhalefetin önceliği bu sorunları siyasi merkezden hareketle çözmek, ki birbirlerinden farklı yapılar oldukları için kendi içlerinde ideal biçimde örgütlenmeleri de kolay değil. Ancak 6’lı masanın sorumluluğu bunlarla bitmiyor zira bizim aynı zamanda toplumsal huzursuzluk gibi bir problemimiz var. Bu problem geçmişten bugüne geldi, bazen laik-dindar, bazen Türkiye-Osmanlı, bazen ülkenin kıyı kesimleri-iç kesimleri şeklinde tezahür ederek karşımıza çıkıyor ve iktidar da en çok bu gerilimden besleniyor. Aynı zamanda bu cepheleşme ile konum alan, bu cepheleşme sayesinde ülkeyi koruduğunu ve kurtardığını zanneden toplumsal bir taban var. Aynı zamanda Türkiye’de, özellikle gençlerden başlamak üzere, artık bu gerilimden bıkmış, doğru ve mutedil düşünebilmek için bu gerilim hattından kurtulmak isteyenlerden oluşan ciddi bir kesim daha var. Çünkü artık hatırı sayılır oranda bir kesim, enerjisini, bu modası geçmiş kavgalar altında tüketmek istemiyor. Bu kesimlerin sesini duymak ve ona göre bir yöntem seçip uygulamak da bugün 6’lı masanın görevi olarak karşımıza çıkıyor. Peki, 6’lı masa, bu ihtiyacın farkında mı?
***
Açıkçası, 6’lı Masa’nın gündeminde bu konunun olduğunu düşünüyorum zira kullandıkları dil bunun işaretlerini taşıyor. Aynı zamanda, laik, dindar, milliyetçi, liberal, merkez sağ gibi kesimleri temsil eden, en azından bu özellikleri taşıyan partilerin oluşturduğu 6’lı Masa, aynı zamanda toplumsal uzlaşıya imkan taşıyacak bir ittifakı işaret ediyor. Arada birtakım çatlaklar olsa da bu böyle… Problemin çözülememesi ve hatta eski problemlerin yeniden gündeme getirilmesi de bu çatlaklardan sızıyor. Dolayısı ile gerilim hattı oluşturan, bu gerilimi geleceğe taşımak isteyenlerin de Türkiye’nin ihtiyaçlarını görüp olumlu yönde değişmesi gerekiyor. Daha basit ve somut şekilde ifade edecek olursam; başörtüsü, Osmanlı, din, kimlik siyaseti, Atatürk gibi “merkez” konularda, yani iktidarın kutuplaştırma oluşturup, moral üstünlük elde etmeye çalıştığı konularda, seçim kazanmak için değil, toplumun değerlerini anlamak, saygı duymak, toplumsal korkuları ve gerilimi yenmek için tahkir edici bir dil kullanmamak gerekiyor. Ayrıca konuşabilmeyi de öğrenmek gerekiyor. Ve bunu seçim kazanmak için “göstermelik” şekilde değil, toplumsal huzuru sağlamak için samimi bir şekilde yapmak gerekiyor. Özetle; AK Parti’yi iktidar yapan, iktidarının uzun olmasına neden olan “vay hain” tarzı hesaplaşmacı, gerilim dolu dili terk etmek gerekiyor zira bu ülkenin en son ihtiyacı bu gerilimi hortlatmak ve ilk ihtiyacı bu gerilimden kurtulmak olmalı.
***
Türkiye, bir değişiklik olmazsa, yakın zamanda önemli bir genel seçime gidecek, seçim sonucunda kim kazanır, kim kaybeder bugünden kestirmek güç. Ancak, sadece seçim odaklı değil Türkiye odaklı baktığımızda huzura ve güvene ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek. O huzur ve güven, ülkede her kesimin farklı farklı değerleri olduğunu kabul etmek ve o değerleri konuşmak ama tahkir etmemek ile sağlanabilir. Siz tutup, Osmanlı İmparatorluğu’nu konuşmak yerine yererseniz ya da Türkiye Cumhuriyeti yeni kurulmuş bir yapıymış gibi eskiden olduğu gibi demokratik laik değil de otoriter laik değerler merkezli bir siyaset belirlemeyi umarsanız, laikleşen bir dindar kesim oluşturma beklentisi içinde olursanız, laik kesimin kendini güvensiz hissedeceği değerleri dayatmaya kalkarsanız ülkede toplumsal ittifakı sağlayamazsınız. Belirtmekte fayda var, burada önemli olan husus, bu toplumsal ittifakı sadece seçim kazanmak için değil ülkeye hayırlı bir katkı sağlamak için yaptığımızı unutmamak olmalı. Zaten toplumun mevcuttan rahatsız olan kesimi de seçim bazlı, günü kurtarmaya yönelik değil kalıcı bir sorun çözme mekanizması olan yeni bir siyasi yapı istiyor.
***
Henüz bir aday belirlememiş olan 6’lı Masa’nın aday belirlemede çok geç kaldığını düşünmüyorum, öncelikle kendi içerisinde toplumsal ittifakı sağlayacak bir birleşme sağlayıp toplumun karşısına kararlı ve yapıcı bir ittifakla, 6 parti birlikte el ele çıkmalı. Bunu mecazen söylemiyorum, 6 lideri yan yana meydanlarda görme vakti geldi de geçiyor bile… Bu birlik, adaydan daha önemli zira toplumun en büyük ihtiyacı güven ve bu güvenin sağlanması için bu tip bir girişim şart. O yolda aday, zaten bir şekilde belirlenecektir. İş odur ki 6’lı Masa, toplumun ihtiyacı olan güveni, sadece siyasi değil aynı zamanda toplumsal bazda sağlamak için yola çıktığını, siyasetin etkilediği ve siyasetten etkilenen topluma net bir biçimde göstersin. Zira Türkiye’deki toplumsal ittifakı sağlayıp, kutuplaşma ve gerilimden münezzeh bir siyasi yapı inşa etmek için 6’lı Masa bir fırsat ve bir imkan sağlıyor, kimsenin bu tarihi fırsatı kaçırmak gibi bir lüksü yok, olmamalı.