Ülkücü Yazarlar Derneği Başkanı Dr. Hayati Bice, Batı dünyasındaki İslamofobik eğilimlerin arka planındaki algılara hitaben tasavvufun oynayabileceği role değiniyor.
DR. HAYATİ BİCE
Öncelikle sizlere iki görüntüyü tasvir etmek isterim.
İlk görüntüyü hafızama kazımam 20 yıl kadar önceydi. Afganistan’da Taliban adlı grubun ortaya çıkış dönemiydi. Bir arkadaşımın uyarısı ile ziyaret ettiğim internet sitesindeki görüntü beni şoke etmişti. Bir dünya küresi üzerine ekvator kuşağı gibi bir şeritle “God’s Earth - God’s Law” (Allah’ın Dünyası - Allah’ın Yasası) yazılmıştı. Bu ifadeden rahatsız olduğumu düşünmediniz herhalde. Beni dehşete düşüren, dünyayı gölgeleyen ve saçaklarından kanlar damlayan bir bayrak çizimiydi. Bayraklar aktığı resmedilen kanlar dünyanın alt tarafında göllenmişti. Bayrağın üzerinde ise bir ayet işlenmişti: “Onları yakaladığınız yerde öldürün!”. Bu resmi gören bir gayrımüslimin dehşete kapılmaması mümkün değildi, kaldı ki cihad konusunda hassas birisi olarak beni bile irrite etmişti çizilen manzara. O görüntü uzun süredir hafızamdadır, bugün bile aradan geçen yirmi yıla rağmen hâlâ gözümün önündedir. Bu internet sitesi (taliban.com) bugün faal değildir.
Batı ile İslâm ilişkisi söz konusu edildiğinde İslamofobi kavramı, maalesef gündeme mutlaka gelen bir konudur artık.
İkinci görüntüye gelince: Bundan 2 yıl önce kadar önceydi. Nedense uykum kaçmış ve sabah internete düşen gazeteleri okuyordum. İnternette olduğumu fark eden bir dostum, anlık mesajlaşma ile bir link gönderdi ve mutlaka izlemelisin dedi. “Konusu nedir?” diye sorunca “Esir alınan Ürdünlü pilotun görüntüleri” yanıtını aldım. Doktor arkadaşımın ısrarı ile gönderdiği 15 dakika uzunluğundaki videoyu açtım. Turuncu tulumlar içindeki pilot bir kafese konulmuştu. Bir benzin bidonu ile ıslatılan pilotun bulunduğu kafese ulaşan bir fitil gibi tasarlanan ince bir benzin şeridi vardı ve tutuşturuldu. Kafese uzak bir noktada başlatılan alevler hızla kafese ulaştı ve pilot kafesin uzak köşesine kaçmaya, elleriyle başını koruma çabasına rağmen alevler arasında kayboldu. Asıl dehşet verici olan, bir süre yanan pilotun üzerine daha önce hazırlanmış bir moloz yığınına yanaşan kepçe ile alınan toz/toprağı pilotun yakıldığı kafesin üzerinde boca etmesiydi. (Videonun dehşet verici sahnelerini daha fazla yazmak istemiyorum. Bizdeki haber bültenlerinde çok kısaltılarak, birkaç resimle verilen bu video hâlâ internet ortamlarında bulunmaktadır.)
BATI’DA YAYILAN ALGI
Bu videoyu gören bir insanın İslam adına uygulanan bu sahneleri gördükten sonra Müslümanlar için ne düşüneceği hiç tartışmasızdı: Eğer sadist bir psikopat değilse nefret edecekti. Böylesi bir senaryoyu kim yazmıştı acaba? Beynimi zonklatan bu soru ile gece yarısını geçmesine rağmen uykum kaçmıştı. Gerginliğim saatlerce sürdü, bir türlü uyuyamadım. İslam adına bu vahşet sahnelerini sergileyenlere, sergiletenlere lanet okumaktan başka yapabileceğim bir şey olmayışı beni kahretmişti.
Batı ile İslâm ilişkisi söz konusu edildiğinde İslamofobi kavramı, maalesef gündeme mutlaka gelen bir konudur artık. Konu tartışılırken bu türden görüntülerin Batı ve hatta tüm yerkürede İslamofobi (=İslâm Korkusu) için besleyici bir çarpan etkisi oluşturduğu genel bir kanaat olarak paylaşılıyor. T.C. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in demeçlerinden Cuma vaazlarına kadar yaygın bir alanda İslamofobi gündeme getirilmektedir. Türkiye’de yayımlanan ve İslamofobi kavramının isim verdiği kitap sayısı son yıl içerisinde onları bulmuştur.
Köklü tasavvuf geleneğimiz dışında, Batı’nın yaralı vicdanlarını sağaltmak için takdim edilebilecek bir şifa teklifimiz görünmüyor.
ABD’de çalışan Müslüman bir sosyal antropoloji profesörü olan Prof. Dr. M. Nazif Şehranî, “İslâm konusunda Batı insanının yorumu, durumu nedir?” mealindeki soruma, İslâm’a yönelik Batı dünyasındaki yaklaşımlardan söz ederek, İslamofobi’nin ilk tezahürleri hakkında şunları söylemişti: “Batı’da İslam ile ilgili çalışmaların çoğu İslâm’ı kötü göstermeye yöneliktir. Özetle ‘Bu İslâm var ya; kötüdür, hiçbir iyi şey yoktur’ demektedirler.” İslam adına sergilenen vahşet sahneleri henüz vizyona girmeden yapılan bu tespit sarsıcı idi.
Batı’daki İslâm karşıtlarının, kendi kamuoylarına -hattâ İslâm ile ilgisi zayıflatılarak “devşirilmesi hedeflenen Müslüman Aydın”lara- yönelik “Bu İslâm var ya; kötüdür, içinde hiçbir iyilik yoktur” söyleminin son yıllarda yaygınlaşması ne kadar üzücüdür. Batılıların tavrına kızabiliriz ancak burada iğneyi kendimize de batırmak durumundayız.
KEMAL İLE TEMSİL KONUSU
İslâm dünyasının aydınları olarak “İslâm’da çok da iyi şeyler var, hattâ sizlerin hayli patolojik arazlar gösteren gönlünüzün onulmaz dertlerine şifa olacak kadar değerli şeyler…” diyebilmeliyiz ama, bugün bu kısa cümleyi gönül rahatlığı ile söyleyebilecek durumda mıyız? Maalesef değiliz. Bu noktada, İslâm dünyasına bir nazar eylediğimizde, köklü tasavvuf geleneğimiz dışında, Batı’nın yaralı vicdanlarını sağaltmak için takdim edilebilecek bir şifa teklifimiz görünmüyor. Fakat burada da tasavvufun kemali ile temsilî konusunun sorunlu olduğu göz ardı edilemez.
Tasavvuf ile yeni tanıştığım dönemde beni etkileyen ilk kitaplardan birisi, bugün seksen yaşlarında olan Ian Dallas’ın ilk kez 1972’de basılan “Gariplerin Kitabı” adlı otobiyografik eseriydi. Kitapta olağanüstü bir ruh macerası resmedilmişti. (Bu eser yeni baskıları ile hâlâ insanları etkilemeye devam ediyor.) Kitapta anlatılan olağanüstü manzaralar arasında bir sahne, yazarın bir rüyasını yansıtıyordu: “...Şafak vaktine yakın bir zamanda rüya gördüm.(…) Anlamadığım bir dilden duyduğum sesler kulağımdan eksilmiyordu. Kendimi bir adamın önünde secde eder halde gördüm. Adam ışıltılı bir canlılık içine gömülmüştü. (…) Ona bakamıyor ama onun bana baktığını hissediyordum. Beni o güne kadar duymadığım, uyanınca da hatırlamadığım bir adla çağırdı...”
Bu rüyalar gördüğü sürecin sonunda Ian Dallas, rüyasında çağrıldığı ismi alır: Abdulkadir es-Sufi. Bilmem bugün böylesi bir rüya görse bile, Batı kültürü içerisinde yetişmiş bir insan kendisinin İslam dinini seçtiğini etrafına nasıl anlatabilir? Tahmin ederim ki hiç kolay olmayacaktır.