Devlet vatandaşı için mi vardır, vatandaş devleti için mi?
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın 30 Mart’ta bakanlarla yapacağı toplantının ardından “Millete Sesleniş” konuşması yapacağı ilan edilince, deyim yerindeyse bütün ülke ekranlara kilitlenerek, merakla beklemeye başladı.
Çünkü hızla artan vaka sayıları karşısında herkes devletin başı olarak Sayın Erdoğan’dan salgını önlemeye yönelik bir açıklama yapmasını bekliyordu. Mesela hızla yayılmakta olan virüs nasıl frenlenecek? Mesela vakaların artış hızında Türkiye’nin İtalya’yı geçtiğini söyleyenler haklı mı? Mesela Türkiye İtalya gibi olmamak için hangi tedbirleri alıyor? Mesela işyerlerini kapatmak zorunda kalan küçük esnaf için devletin ne tür hazırlıkları var?
Gibi…
Ve elbette ki toplumda, hızla artmaya devam eden vaka sayısının karşısında (ki Rusya 1500 vaka ve 8 ölüm sayısını görünce sokağa çıkma yasağı ilan etti) Sayın Erdoğan’ın da artık sokağa çıkma yasağı ilan edeceği beklentisi hakimdi.
Öyle olmadı.
Gerçi Erdoğan konuşmasında güzel haberlerde verdi, Türkiye’nin sağlık altyapısının oldukça güçlü olduğunu, sağlık teşkilatlarına gerekli takviyelerin yapıldığını, hastanelerin gelişmiş düzeyde olduğunu anlattı. Ancak Erdoğan’ın konuşmasındaki temel konu “Biz bize yeteriz” sloganlı bağış kampanyasıydı. Kampanyayı şöyle açıkladı:
“Velhasıl aldığımız her tedbirle, devletimizin vatandaşının yanında olduğunu gösterdik. Sivil toplum kuruluşlarımızın da, imkanları çerçevesinde ihtiyaç sahiplerine destek olmaya çalıştığını biliyoruz. Bu konuda da devletin öncülük etmesi gerektiğini düşündüğümüz için milli dayanışma kampanyası başlatıyoruz. “Biz Bize Yeteriz Türkiye’m” diyerek başlattığımız kampanya için bir yardım hesabı açıldı. Kampanyayı, şahsım olarak, 7 aylık maaşımı bağışlayarak açıyorum.”
Sayın Erdoğan’ın 7 maaş bağışını AK Partili siyasetçilerin, belediye başkanlarının bağışları takip etti. Elbette ki bunlar çok güzel hareketlerdir.
***
Hiç kuşkusuz ki Türkiye bu salgına zor döneminde yakalandı.
İktisatçı Prof. Dr. Selva Demiralp, Taha Akyol’a verdiği mülakatta Türkiye’nin salgına hangi koşullarda yakalandığını şöyle anlatıyor:
“Türkiye ekonomisi maalesef virüse yüksek enflasyon, genişlemiş bir bütçe açığı, düşük merkez bankası rezervleri ve süregelen özel sektör bilanço sorunu ile yakalandı. Bu maalesef iyi bir kombinasyon değil. Çünkü krizle mücadele için hareket alanınızın kısıtlı olduğu ve atacağınız adımların daha riskli olacağı anlamına geliyor.” (30 Mart, Karar )
Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Sadece Türkiye değil bütün dünya olağanüstü bir dönemden geçiyor, salgın bütün dünyayı etkisi altına aldı. Daha önemlisi salgın sadece insanların hayatını değil, ülkelerin ekonomisini de tehdit ediyor.
Mesela, Amerikan Merkez Bankası FED, salgın nedeniyle birçok eyalette uygulamaya konulan “tecrit” politikaları nedeniyle ABD’de milyonlarca kişinin işsiz kalacağını, bu sürecin 1930’ların başında yaşanan “Büyük Buhran”dan üç kat daha kötü olacağını söylüyor.
Ülkeler krizi önlemeye yönelik ciddi adımlar atıyor, vatandaşlarına trilyon dolarlık paketlerle yardım elini uzatıyor.
Amerika, Almanya, İtalya, Fransa, İspanya, Kanada, İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri yüz milyar eurolarla ifade edilen yardım paketlerini açıkladılar. Açıklamaya ve vatandaşlarına “devlet yanınızda endişe etmeyin” mesajları vermeye devam ediyorlar…
Türkiye’de önemli bir adım atarak 18 Mart’ta 100 milyar TL’lik yardım paketini açıklamıştı.
On gün sonra da “bağış kampanyası” başlattı.
Soru şu: Devlet bağış kampanyası yapar mı?
***
Eski Başbakan, Gelecek Partisi Lideri Ahmet Davutoğlu dün sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Devletler vatandaşlarına para aktarırken, bizde vatandaştan para toplanıyor. Burada bir terslik yok mu?” dedi.
Sayın Davutoğlu’nun “burada bir terslik yok mu?” sorusu yerinde bir soru değil midir?
Devlet bağış kampanyası başlattık der mi?
Eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı, eski BIST Yönetim Kurulu Başkanı ve Gelecek Partisi Genel Başkan Başdanışmanı Doç. Dr. İbrahim Turhan’a devletin başlattığı bağış kampanyasını sordum, özetle şunları söyledi:
“Olağanüstü bir süreçten geçtiğimiz muhakkak. Dolayısıyla bir devletin olağanüstü önlemleri alması ve vatandaşlarını hayatta tutmak için ne gerekiyorsa yapması elzemdir. Yaşadığımız krizin sağlık boyutu kadar ekonomik boyutunun da ele alınması şart. Olumsuz etkilenen şirketleri ayakta tutmak, işini ya da gelirini kaybeden vatandaşlarının da asgari ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ciddi gelir transferlerine ihtiyaç var. Bunun için ise kaynak gerekiyor. Modern devlet kaynağı vergi toplayarak, gerekirse gelecekteki gelirlerine karşılık bugün borçlanarak, istisnai durumlarda da para basarak yaratır. Vergi toplama, borçlanma ve para basma yetkisi devlete başka bir şeye muhtaç olmaması için verilmiştir. Dolayısıyla etkili bir devletten beklemeyeceğimiz şey olsa olsa bağış toplayarak kaynak yaratmaya çalışmak olur.
Özellikle böyle toplumsal travmaların yaşandığı olağanüstü dönemlerde vatandaş devletini yanında görmek ve güven duymak ister. Halk devletinden ‘Endişelenme, bugünler geçecek, bu süre zarfında ben senin elinden tutacağım, ben senin düşmene izin vermeyeceğim’ mesajını duymak ister.”
Sayın Turhan olağanüstü dönemlerde yardım kampanyalarının da devreye girmesi gerektiğini söylüyor:
“Sosyal devlet olmak, vatandaşların asgari ihtiyaçlarını karşılamak, tabiri caizse başlarını suyun üzerinde tutacak desteği sağlamayı gerektirir. Ama tabi iş burada bitmez. Asgari ihtiyaçları devlet sağladıktan sonra da insanların insanca yaşayabilmesi için ilave desteklere ihtiyacı olabilir. İşte burada devreye sivil toplum kuruluşları, toplumsal dayanışma ve yardımlar girer.
Kızılay tam da bunun için var değil mi? Vatandaşın yardım kampanyasına çağrılması, teşvik edilmesi güzel bir şey. Keşke Cumhurbaşkanı Kızılay’ın başlatmış olduğu bir kampanyaya bağışta bulunarak halka öncülük etmiş olsaydı.”
Keşke böyle olsaydı. Devlette zaaf var algısını oluşturacak bir kampanya başlatmak yerine Sayın Erdoğan, mesela Kızılay’ın başlatmış olduğu bir kampanyaya bağışta bulunsaydı.