Gelecek Partisi Genel Başkanı Davutoğlu, Trump'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a gönderdiği mektubun geldiği gece kahrından uyuyamadığını ifade ederek, kullanılan ifadelerin Türkiye Cumhuriyeti'ne doğrudan saldırı niteliğinde olduğunu söyledi.
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu Habertürk TV'de soruları yanıtladı. Davutoğlu, “Johnson mektubunun acısı içimizden çıktı mı? Johnson mektubunun Trump'ın mektubuna göre çok daha naziktir. Trump'ın mektubu gece geldiğinde benim uykum kaçtı. Kahrımdan uyuyamadım. 'Aptal olma' ifadesi sayın Erdoğan'a şahsi ifade değil, Türkiye Cumhuriyeti'ne doğrudan saldırıdır” dedi.
Davutoğlu'nun açıklamaları şu şekilde:
"HAYATIMI SİYASETÇİ DEĞİL AKADEMİSYEN OLARAK PLANLADIM"
Ben tarihi akışta kendisine rol biçmeyenin hayatını anlamlandıracağı kanaatinde değilim. Bu bazen aile hayatında, bazen akademik alanda, bazen siyasetçisinizdir siyasi akışta bir anlam biçersiniz. Özne olmak tarihe ve mekâna bakış gerektirir. Allah'ın insana verdiği en önemli hususiyet irade gücüdür. Kendisini ortaya koyma iradesi. Ben siyasetçi olmak için programlamadım hayatımı akademisyen olmak için programladım. Bütün günüm siyasetle dolu ama ben akademik metin yazmazsam ölürüm. Dışişleri Bakanı iken uçağa girdiğimde onlar brifinglerini sunarlar, ben kitaplarımla başbaşa kalırım. Bu bir hayat tarzı. Ben Latin Amerika'da yaratılmadım, Afrika'da da yaratılmadım. Burada yaratıldım. Bu coğrafyanın hakkını vermek zorundayım. 4 yıl içinde 6 Türkçe 2 İngilizce kitap yazdım. Ben bir Türküm ve Müslümanım. Bütün vatandaşlarımı eşit görerek bu kimlikten hiçbir zaman gocunmadım. Ben Türkiye'nin gücüne inandığım için Stratejik Derinlik diye iddialı bir kitap yazdım. Bu kitaplardan kimlerin rahatsız olduğuna bakın ve onların Türkiye'deki uzantılarına bakın. Arkasında bu misyona açılmış bir savaş var.
"YÜZDE 49,5 OY ALMIŞ BİR BAŞBAKAN ÖYLE PAT DİYE BIRAKMAZ"
Gannuşi 2005 yılında Türkiye'ye geldiğinde Türkiye'ye giriş yasağı vardı. Türkiye'nin en önemli yayın organı beni Başbakanlık'ta ziyaret etti. Şüpheli bir şahsın Başbakanlık'ta ne işi var, Davutoğlu'yla ne görüşüyor? diye yazdı. Halid Meşal geldiğinde terörün arkasında benim de çıktığını söyleyerek bir büyük gazetemiz çıktı. Kimlerin bunlardan rahatsız olduğunu anlatmak içindir bu örnekler. Beşar Esad'la görüştüğümde Türkiye'nin eksenini değiştiriyor diyenler vardı. Kimlerin bunlardan rahatsız olduğunu çıkartabilirsiniz. Annan Planı, Kudüs görüşmelerinden rahatsız olanlar oldu. İsrail'le görüşme yaptığımızda da, Gazze'de eşimle direndiğimiz zaman rahatsız oldu. Wikileaks'ta yayınlanan belgelerde benim için 'Ortadoğu'nun en tehlikeli adamı' bizden bahsetti. Birileri Stratejik Derinlik gibi kitabın yazılmasından ve Türkiye'nin merkez olmasından rahatsız oldular, bunu da doğal karşılarım. Yüzde 49,5 almış Başbakan olarak pat diye bıraktınız sorusunu basit çerçeve olarak görürüm. Pat diye bir şey olmaz. Bir ilim adamını diğerlerinden ayırt eden fark süreç analizi yapabilmesidir. İlim adamı noktasal, konjonktürel analizi yapmaz süreç analizi yapar. Başbakanlık yaparken ne konularda ciddi mücadeleler verdiğimi... Ya ilkelerimden vazgeçecektim. İmar yasasından, şefaflık yasasına, ihale yasasına kadar vesaire vesaire. Şu soruyu bir gün sayın Erdoğan'a sorabilirseniz, siz yüzde 49,5 almış bir Başbakan'ı kendi partisinde imza toplattırarak istifa ettirmesinin sebebini sorarsanız. Nitekim Türkiye'nin geldiği yerin sorumlulurı o imzaları atanlar ve o talimatı verenlerdir.
"OSMANLI'DAN GELEN HARİCİYE GELENEĞİNİ SONUNA KADAR KORUDUM"
Ben istifa etmeseydim Türkiye krize girerdi. Sayın Ecevit'le sayın Sezer'in yaşadığı krizde 'kim haklı' diye mi soruldu yoksa Ecevit mi sorumlu tutuldu. Öyle bir mücadeleye girmi olsaydık AK Parti bölünür belki de ben Başbakan kalırdım. Türkiye öyle bir krize girerdi ki, terörle mücadele yürütüyoruz. Ya ben boyun eğecektim, şahsiyetsiz, düşük profilli başbakanlık yapıyordum, ki hayatımda böyle bir şey yapmadım. Yüreğim yana yana ayrılmayı daha uygun gördüm. Ben bana oy verenlerin adına onurla mücadele verdim. Çok çetin bir mücadele verdim. Bugün MKYK'da o imzayı atan arkadaşların hepsinin vicdanına soruyorum; o imzayı tekrar atar mısınız? Birkaç tanesi hariç, onlar zaten organizatör. Birileri parti içinde bana karşı darbe yaptılar, 15 Temmuz'da Türkiye'ye karşı darbe yapmaya kalkıştılar. Osmanlı'dan gelen hariciye geleneğini sonuna kadar korudum. Genelkurmay, MİT ve Dışişleri Bakanı arasındaki koordinasyon ilk defa oturdu. Daha önce Genelkurmay Daire Başkanlığı'nın Kıbrıs'la ilgili politika tayin ettiği alandan çıktı, dış politika Dışişleri'nde yapıldı. Biz Dışişleri Bakanlığı olarak KPSS'den kim gelirse onu alırız. KPSS'de bir şeyler yaşanmışsa onu mu kontrol edecektim?
"BİZ SEÇİMİ KİM KAZANMIŞSA O HÜKÜMETLERİN YANINDA DURDUK"
Başbakanlık yaptığım dönemde Türkiye Cumhuriyeti büyükelçileri bulundukları her yerde en saygın büyükelçi konumuna gelmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde, Dışişleri Bakanlığı olmak üzere maalesef liyakat ve yetkinlik sorunu vardır. Çok kasıtlı yürütülmüş iki politika. Biri Balkan politikasında Türkiye'nin artan etkisini kırmaya çalışan güçlerdir. Panosmanlıcılık dediler. Türkiye, Bosna Hersek ile Sırbistan arasındaki krizi çözdüğümüz için. Beşer Esad'ın bütün ambargolu günlerinde Şam'a en çok giden benim. Beşar Esad bırakın İhvan'ı, Sünni de değil, bir Arap milliyetçisi. Hiçbirisine ben Şii, Sünni diye bakmadım. 2013 yılında Mısır'da darbe oldu. 1 hafta 15 gün sonra Türkiye'ye bir heyet geldi. Heyetin Başkanı Allavi, Seküler Şii, Iraklı, Sinyora var seküler Sünni. Amr Musa var, malum Arap milliyetçisi. Bir yemek verdim onlara. Bize dediler ki, 'Sisi darbesine karşı çıkarsanız İhvancı olarak görülürsünüz' dedi. Ben de Allavi'ye 'Sizi seçimde kim destekledi' diye sordum. 'Maliki ile anlaşmaları riske atmak pahasına sizi destekledik' dedim. Biz Irakiye bloğunun arkasında durduk. Bir seçimi kazanmışlardı ve mezhepçi değillerdi. Biz onun arkasında durduğumuzda Maliki'yi Amerika ile İran anlaşmasıyla geldi. Fuat Sinyora'ya döndüm, 'Hizbullah sizin sarayı kuşattığı zaman size kim geldi, kim destekledi'. 'Siz desteklediniz' dedi. Peki niye Sinyora'yı destekledik? İhvancı mıydı? Hayır. Ama seçimi kazanmışlardı. Türkiye'nin Ortadoğu'da izlediği politika ilkesel ve doğru bir politikadır. Hiçbir şekilde ölçü İhvancı bir politika değil. Seçimi kim kazanmışsa onun yanında olduk.
"TÜRKİYE BÜTÜN KOMŞU ÜLKELERLE GÖRÜŞEBİLİR VE KONUŞABİLİR"
Sovyetler bizden Kars'ı, Ardahan'ı istediler, Boğazları istediler. Türkiye'de Marksizme karşı bir hassasiyet oldu, Sovyet tehdidi karşısında pozisyon oldu. Sovyetlerle ilişkiyi sürdürmek ilkesel olarak oradaki rejimi desteklemek anlamına mı gelir? Soğuk Savaş ideolojik bir savaş dönemidir. Biz Türkiye'de 2013'de de pozisyonumuz doğruydu. Yöntem farklılıkları olur ama darbe karşısında tavır alınır. Hiçbir darbeyi meşru gösterecek bir şeyin içinde olmam. Doğu Akdeniz sözkonusu ise İsrail dahil, Türkiye'nin bütün komşu ülkeleriyle görüşülebilir, konuşulabilir. Bu onları desteklemek anlamına gelmez. Çıkışı itibarıyla değil ama sonuçları itibarıyla Arap baharı sanki Türkiye'ye yapılmış sözü doğrudur. Ankara'da dışişlerinde analizler yaptık. Kalıcı istikrar demokrasiyle olur. Ortadoğu'da soğuk savaş rejimleri devam etmektedir. Bu rejimler dağılmak zorunda. Arap baharı demeksizin ilk işaretlerini söylüyorum. Türkiye'nin menfaati Ortadoğu'da halklarıyla barışık rejimin doğmasıdır. Halkla barışık düzenlerin doğma süreci şimdilik donduruldu. Eski dönem ihya edilmeye çalışılıyor. Bu Arap gençlerinin ve Arap dinamizminin bittiği anlamına gelmez.
"DOĞU AKDENİZ'DE ÇIKARLARI ÖRTÜŞEN İKİ ÜLKE TÜRKİYE VE MISIR"
2012'de Türkiye, İran ve Mısır aynı çizgiye ilk defa gelmiştir. Türkiye ile Mısır'la arasında münhasır ekonomik anlaşmaları yapılmıştı, paraf edilmişti. Sistemik depremi 2013 yılında izledim. Türkiye'de 17-25 Aralık, Kahire'de darbe, Suriye'de kimyasal silah kullanımı. Bütün bunları o süreçle ilgili değerlendirmek lazım. Doğu Akdeniz Türkiye'nin nefes borusudur. Antalya turizm, Mersin serbest liman üzerinden dış ticaret, Ceyhan enerji. Burası hayat damarıdır. Sevilla haritası akedemik bir haritadır. Meis adası olarak Doğu Akdeniz'de hiçbir şekilde sınırlarımız şekillenmesine izin verilemez. Bizi Antalya sahiline sıkıştıramazsınız demek lazım. Biz Asya kıtasını kuzeyinden tutarız, Mısır Afrika kıtasını güneyinden tutar. Arada Kıbrıs adası var. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın Doğu Akdeniz'de çıkarları en çok örtüşen iki ülke Türkiye ve Mısır'dır. Mısır'la görüş ayrılıklarınız parantez içine alınır. Karadeniz'de Montrö anlaşması Türkiye ile Rusya'yı o kadar birbirine yaklaştırmıştı ki, rejimler farklıydı ama hiçbir olay çıkmamıştı. Mısır'la ortak çıkar oluşturduğunuz zaman. Sisi'yi tanımak ya da tanımamak. Türkiye devlet olarak Mısır'ı tanıyor zaten, büyükelçiliği var. Zaten Türkiye ile Mısır oturur konuşur. Ben Başbakan iken istihbarat arasında ilişkiler vardı. Mısır'la Yunanistan'ın yaptığı anlaşmayı bizimkiler çok yakın takip etmedi. O anlaşmayı çıkarıp bakmalılar. Mısır'ın Doğu Akdeniz'de adası yok. Yunanistan bize dönük adalardan bahsederken Meis dahil, adalara özel hak tanınması talebinden vazgeçti neredeyse...
"TÜRKİYE ELİNDEKİ YÜKSEK KARTLAR VARKEN ADIM ATABİLİRDİ"
Mısır'la bizim bu konuda oturup konuşması lazım. Dışişleri bakanları, diplomatlar da konuşabilir. Bugün Sisi var yarın yok. Türkiye ile Mısır'ın arasında 2012'de en büyük dış politika başarımız oydu. İslam İşbirliği Teşkilatı'nın Mısır'dan devraldık. Mısır'da kendi ülkesini yönetme kapasitesini göstermeye sahip, prensip olarak bizim anlaşamadığımız bir yönetim var. Oturup Mısır'la konuşmamızda hiçbir yanlışlık görmüyorum. İsrail'e gelince. Türkiye'de elindeki yüksek kartlar varken adımlar atılabilirdi. Normalleşmeden elde edilmesi gereken çıkarlar elde edilmediği gibi Gazze'de ambargo kalkmadı. 2013'de İsrail'le normalleşme süreci tamamlanmalıydı. Dışişleri Bakanı idim, İsrail, sayın Netanyahu sayın Erdoğan'dan özür dilemişti. Şimdi İsrail'le perde arkasından her türlü görüşme yapılıyor ama Doğu Akdeniz konuşulmuyorsa bu yanlış. İsrail artık başka ülkelerle temasa başlamışsa, siz artık bu kartı kullanamıyorsanız doğru değil.
"TÜRKİYE'NİN LİBYA'DAKİ ASKERİ BAŞARISINDA SURİYE DENEYİMİ VAR"
Libya'yla ilk temas, devrim sonrası daha Kaddafi yönetimindeyken 2011 Temmuz'da Dışişleri Bakanı olarak Libya'ya gittim. 2012 yılında bugünkü anlaşma ilk olarak o zaman paraf edildi. Bir taraftan Mısır'la münhasır ekonomik bölge anlaşmasını son aşamaya getirmiştik. Sisi, Mursi'nin Savunma Bakanı idi. İsmet Yılmaz bizim savunma bakanımızdı. Haritada Sisi'ye anlatmıştım bizzat. 'Eğer sizinle biz anlaşırsak ikimizin de münhasır ekonomik bölgesi maksimize edilir. Eğer Avrupa ve Yunanistan bıçak gibi aramıza girerse yetki alanımızı kaybedioruz' dedik. Libya ile yapılan anlaşmanın tamamlayıcı unsuru Mısır'la yapılacak olan anlaşmadır. Libya'da şu anda çok dikkatli olunması lazım. Türkiye'nin Libya'daki askeri başarısında Suriye'deki deneyiminin büyük katkısı olmuştur. Doğu Akdeniz politikasında eksik olan şudur, birbirleriyle itilaflı olanlar sizin karşınızda biraraya geliyorsa bir yerlerde hata yapılmış demektir.
"O MEKTUBU BANA VEREN BÜYÜKELÇİYİ GÖREVDEN ALIRDIM"
ABD'nin Batı Trakya'da namluları bize doğrultup takbikmat yapıyor olmasına ne demeli? ABD Büyükelçisi derhal çağırılıp bilgi alınmalıdır. Johnson mektubunun acısı içimizden çıktı mı? Johnson mektubunun Trump'ın mektubuna göre çok daha naziktir. Trump'ın mektubu gece geldiğinde benim uykum kaçtı. Kahrımdan uyuyamadım. 'Aptal olma' ifadesi sayın Erdoğan'a şahsi ifade değil, Türkiye Cumhuriyeti'ne doğrudan saldırıdır. Ben görevde olsaydım bana o mektubu getiren büyükelçiyi görevden alırdım. Eğer o mektup karşı taraftan verilse almazdım. Başbakan olsaydım, o mektubu Dışişleri Bakanım alsaydı onu görevden alırdım. 3,5-4 yıldır, ayrıldıktan bu yana Türkiye'de Suriye konsuu ne zaman açılsa, geçmişte bu işin primini yiyen herkes, buna sayın Erdoğan da dahil, bütün okların bana yöneltilmesini içlerine sindirdiler.
"O HAT TÜRKİYE'NİN KONTROLÜNDEN ÇIKARTILMAYA ÇALIŞILDI"
Arap baharı başladığında yaptığım bütün değerlendirmelerde şunu söyledim, Genelkurmay, MİT Müsteşarlığı bunu bilir. Bütün sunumlarımda şunu söyledim; Türkiye'nin güneyine bir çizgi çizdik. Süleymani'yeden başlar Halep'in güneyinden, Humus'un kuzeyinden, Lazkiye ve Tarsus'a inen bir hat. 'Artık burası Türkiye'nin güvenlik hattıdır. Burada olan her şey Türkiye'nin 100 yılını belirleyecektir' dedim. Başbakanlığı bıraktığımda dair Halep Türkiye'ye yakın güçlerin elindeydi. Bugün rejim güçlerinin elinde. Her an PYD'ye de geçebilir. Musul'un yakınında askeri üs kurmak, Başbakan iken bizzat tespit ederek, yeraltı kaynaklarını araştırarak kuruldu orada hançer olmuştur. Sayın Erdoğan Başbakanlığı bana tevdi ettiğinde iki emanetim var demişti, çözüm süreci ve FETÖ. Siyasal unsurlarla temas içine geçmek doğal hali almıştı. Hiç kimse bu hatta böyle bir tehlikenin yok olacağı varsayımıyla hareket etmedi. Aksine tedbirlerimizi aldık. 2013 Mayıs ayında Amerikan hapishanelerinden DEAŞ unsurları Amerikalılar ve Maliki hükümetinin gözetimi altında kaçtılar. DEAŞ burada doğdu. Bizim Musul'daki hakimiyetimizi kırdı. O an Arap baharı Türkiye'ye karşı kullanılmaya başladı. Musul'daki Türkiye'nin etkisi kırıldı. Suriye'de hapishanelerde de bazı terör unsurları salıverildi. Türkiye'nin müzahiri olan Özgür Suriye Ordusu'nu hedef aldı. Rakka, Cerablus, Hama, Halep'teki yerel komitiler Türkiye'ye müzahirdi. Musul Valisi bizim yanımızdaydı. Musul'da DEAŞ'ın görevi Türkiye'in Halep ve Musul'da etkisini kırmaktı. Rejim havadan vuruyordu Türkiye'ye yakın unsurları, DEAŞ karadan giriyordu. O hat Türkiye'nin kontrolünden birer birer çıkartılmaya çalıştı. Aynı dönemde PKK unsurlarının Kuzey Irak'tan geçirilmesidir.
"ETKİMİZİN KIRILMASI ORDU İÇİNDEKİ FETÖ UNSURLARIYLA GERÇEKLEŞTİ"
ÖSO tecrüabesi Halep'te korunabilse bugün farklı olurdu. DEAŞ Suriye'ye girdiğinde Özgür Suriye Ordusu tahkim edilmeliydi. Rusya'nın aldığı riski biz alabilseydik. Özgür Suriye Ordusu'nun Türkiye'ye müzahir bir güç olarak eğitilmesi, Halep'te korunabilseydi bugün farklı olurdu. Bizim o bölgedeki etkimizin kırılması, ordumuzun içindeki FETÖ unsurlarıyla gerçekleştirilmiştir. Şimdi elinizde iki yıl sonra size karşı bir darbe yapmış bir ordu var elinizde. Ankara'yı İstanbul'u bombalayanların Suriye'de almadığı tedbirlerdir. DEAŞ girdiğinde ben diplomatları mı gönderecektim savaşa? Genelkurmay'ın içindeki unsurlarla ilgili olarak benim yapabileceğim bir şey yoktu. Biz Rusya ile girilen ilişkide Halep'i kaybettik, İdlib'i de kaybediyoruz. Böyle bir ordu elinizde iken nerede hangi gücü kullanabilirdiniz?
"TÜRKİYE VEYA AZERBAYCAN DERHAL BU ÇAĞRIYI YAPMALIYDI"
Çevremizdeki bir Bosna Hersek. Kafkaslar'da en temel sorun Azerbaycan-Ermenistan konusudur. Gürcistan'da Ossetya ve Abhazya. Rusya saldırdığında burada bir potansiyel tehdit odağı var. Biz Kafkas İstikrar Barış Platformu diye bir şey önerdik, bunu da Azerbaycan'la konuştuk. Gürcistan, Rusya, Ermenistan'ın katıldığı, İran'ın da girmek istediği bir platform. Bizim perspektifimiz bugün de böyle olmalı. Bütün sorunları çözülecek bir yol bulunmalı. Karabağ'da dondurulmuş bibr kriz. Azerbaycan aleyhine. Yüzde 20 Azerbaycan toprağı işgal altında. Nasıl taşları oynatmanız lazım ki o krizi çözebilirsiniz. 2008'den itibaren Ermenistan'la da görüşmeler yapıldı. Herkes bu süreci destekledi. Perde gerisi görüşmeler yapıldı. Görüşmeler son aşamaya gelmişti. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki koridorun açılması önemliydi. Ben baş danışmandım. Dışişleri Bakanı sayın Ali Babacan'dı. Azerbaycan'la sürekli istişare ederek. Protokollerle ilgili birtakım prostestolar oldu. Azerbaycan kanalı kırıldığında Orta Asya'yı minimize ederiz. Bugünkü politika doğru ama eksiktir. Türkiye'nin yapması gereken manevi ve askeri destek değil ciddi bir diplomaktik hamle yapması lazım. Türkiye Minsk Grubu üyesi. Türkiye AGİT'in Minsk grubu üyelerini çağırıp toplantı yapsa. Derhal bu çağrıyı yapmalıdır. Türkiye ve Azerbaycan askeri bir şey yapıyor ve Ermenistan mağdur diye bir kanaat var. Türkiye aynı gün AGİT'in bütün üyelerini, büyükelçilerini çağırıp bilgilendirme yapsa Ankara'da. 'Bakın biz savaşmak istemiyoruz, burada uluslararası hukuk açısından işgal edilmiş topraklarda şu ihlaller yapılıyor' diye. Toğuz hamlesi Rusya'nın onayıyla yapılmış olduğu kanaati bende vardı. Türkiye ile Rusya arasında bir ortak Kafkasya stratejik çalışma grubu kurulmalıdır.
"NATOYU BİLGİLENDİRME TOPLANTISI YAPILMALI"
Üçüncü adım derhal Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan Dışişleri Bakanları toplantısı yapılmalıdır. Rusya ile de konuşacaksınız, Gürcistan'la da. Türkiye-İran-Azerbaycan üçlü toplantısını başlatmıştık. Derhal üçlü görüşmeler olmalı. İran'ın Azerbaycan'a yönelik tavrını biliyoruz. Ermenistan'ı askeri ve lojistik olarak destekleyen ülke İran. Bunun konuşulması lazım. NATO'da bilgilendirme toplantısı yapılmalı. Azerbaycan derhal bu mekanizmalarının içine alınmalı. NATO'da toprak bütünlüğü esastır. Türkiye Azerbaycan birlikte ya da tek tek İslam İşbirliği Teşkilatı, Türk Konseyi, Karediniz İşbirliği Teşkilatı'na aynı gün bilgilendirme yapılmalıdır. Azerbaycan'la birlikte savaşın sürdüğü üç reyonda Ermenistan'ın çekilmesi karşılığında Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerini normalleştirecektik. Sonra da barış süreci başlayacaktı.
"İÇERİDE PROVOKASYONLARA GELMEYELİM"
Türkiye'de Ermeni vatandaşlarımıza ve Ermeni kurumlarına dönük hiçbir provokasyona izin verilmemelidir. Ermeni vatandaşlarımız Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlardır, hukuklarına halel gelmesi bizim için utanç duyulacak bir şeydir. Ermenistan'dan buraya gelip alın teriyle çalışan Ermenilere de kesinlikle bir zarar gelmemelidir.