Antropolog R.E. Blanton ve arkadaşlarının 16 Ekim günü Frontiers in Political Science dergisinde yayınlanan makalesi ilginç bir tespit içermektedir: “İyi yönetim” ilkesine bağlı devletler otokratik devletlerden daha sağlam değiller; üstelik “büyük çöküş” olarak tanımlanan riske daha açık durumdalar. Buradaki iyi yönetim ilkesi, vergi ödeyenlerle lider arasında varsayılan etik taahhütlerin ifa derecesine gönderme yapmaktadır.
Peki neden böyle? Çünkü bu gibi devletlerde siyasal yapının bekası, etik taahhütlerin karşılıklı ifasına bağlıdır. Vergi ödeyenlerin lidere güvenini kaybetmesi siyasal yapıyı büyük çöküşe açık hale getirir. Lider bu akıbetten kurtulmanın en pratik yolunu, ihmal ettiği taahhütlere geri dönmekte değil “yeni bir siyasal anlayış” inşa etmekte bulur.
İktidar olgusunun kültürel ve sembolik boyutları üzerine çalışmalarıyla tanınan antropolog C. Geertz’in 19. yüzyıldaki Bali örneğinden türettiği “Tiyatro Devlet” (TD) modeli, otoriter liderlere bu anlamda önemli bir çıkış yolu sunmaktadır.
Güneydoğu Asya’nın sömürge öncesi Hindu devlet sistemlerini analiz eden Geertz, hükümet etmenin yönetim tekniklerinden çok tiyatro sanatlarına ve sahne performansına dayalı olduğunu ileri sürer. Ona göre devletin gerçek temeli, siyasal, ekonomik ve askeri güçten çok ritüel gösteriler ve kamusal törenlerdir. TD, yönetme işinin büyük ölçüde “teatral” etkinlikler üzerinden başarıldığı siyasal koşullara gönderme yapar. Lider, semboller, ritüel ve törenler üzerinden; onlara metafizik anlamlar yükleyerek yönetir. TD, Geertz’in tezini dayandırdığı devletlerle sınırlı olmayan, tarihten çok sayıda örneğini bulabileceğimiz bir modeldir. Onu teşhis etmemizi sağlayan özellikler üç ana başlık altında toplanabilir.
İHTİŞAM VE TÖRENSELLİK
Geertz’e göre, cenaze yakma törenleri, tapınaklara sunulan adak ve kurbanlar, binlerce insanın ve muazzam maddi kaynağın seferber edilmesi, belirli siyasal amaçların aracı olmayıp bizzat amaçtır; devlet bunlar için vardır: “İhtişam iktidara değil, iktidar ihtişama hizmet eder.”
Bu gibi pratikler, mevcut siyasal, ekonomik ve askeri gücün dışa vurumu değil, bilakis gücün kendisidir. Ritüel ve törenler, lider ve yönetici elitin düzeni ile kozmik düzen arasındaki uyumun kamusal gösterimidir. Dolayısıyla, TD’i anlamak için iktidarın mekaniğine değil poetikasına odaklanmak gerekir.
TD modelinde lider, yönetmeye değil ihtişama, törenselliğe ve kültürün egemen yanılsamalarının kamusal olarak sahnelenmesine eğilimlidir: Liderin her türlü icraatı “gösteri” formunda takdim edilir. Törenler, başka herhangi bir politikanın yansıması ya da basitçe devlet gücünün sembolik dışa vurumu olmayıp, bilakis politikanın ve gücün kendisidir. Törenler ve teatral sahneler, sosyoekonomik gerçeklerle siyasal vaatler arasındaki uçurumun simgesel gösterilerle doldurulmasını amaçlar.
İhtişam ve törenselliği yöneten strateji şöyle özetlenebilir: Bir taraftan, liderin, ecdadımızın üstünlük ve erdemlerine sıkça gönderme yapması için uygun fırsat ve ortamlar yaratılmalı, diğer taraftan Öteki’den (teröristler, dış güçler vb.) duyulan korku günlük hayatı esir almalıdır. Halkın geçmiş anlayışı tarihsel olmaktan çıkmalı, bugünün nedenlerini bulmaktan çok bugünü yargılayacak ölçütler içeren mitolojik açıklamalara dayanmalıdır.
Şanlı geçmiş miti, statü ve hiyerarşinin kültürel mantığı içinde önemlidir ve tarihsel bir gerçekliğe sahip olması gerekmez. Mitler, sınıfsal farkların perdelenmesine, siyasal açıdan kritik anlarda kitlesel duyguların düzenlenmesine hizmet ederler. Yazar ve müzisyenler, yapımcı ve yönetmenler, soytarı ve rahipler bu işte seferber edilir. Lider onları, tarihsel ve dinsel kaynaklardan siyasal açıdan anlamlı hikâyeler türetmeye, kitleleri de içinde bulundukları zamanı bu hikâyeler üzerinden anlamlandırmaya teşvik eder. Geertz’in gözünde TD, “kral ve prenslerin yapımcı, rahiplerin yönetmen, köylülerin yardımcı oyuncu, sahne çalışanı ve izleyici olduğu” bir devlettir.
KOZMİK DÜZEN
Seküler toplumlarda, doğaüstü dünya maddi dünyadan ve güç politikalarından radikal biçimde ayrıştığı halde TD modelinde siyasallık büyük ölçüde doğaüstü bir düzlemde deneyimlenir. Bu düzlemde, iktidar kozmik güçlerin maddi dışa vurumuna dayanır. Böylece, devlet siyasal bağımsızlığını kaybetse bile ritüel ve törensel anlamda tam bağımsızdır. Burada ritüel terimini, anlamın değil gücün teknolojisi olarak kullanıyoruz. Bu gücün kaynağı liderdir; bu güç, liderin kim olduğu ve kitlelere nasıl tanıtıldığı ile ilgilidir.
Etik taahhütlerin ifasına önem atfedilen toplumlarda, liderde varsayılan üstün nitelikler ona bazı yetkiler verilerek teyit edilir. Ancak uyruklarla lider arasındaki fiziksel-sosyal mesafenin açılmasına izin verilmez. Lider, farklılığını maddi refah gösterileri üzerinden sembolize edemez. Ona yaklaşılabilir, dokunulabilir; hatta çürük yumurta ve domates yağmuruna tutulabilir.
TD modelinde ise lider, eylemleri evrenin başlıca temalarının (taht-taç-kürsü, cinsel-dinsel güç, karizma) ifadesi olan maddi bir tanrı olarak düşünülür. Fiziksel-sosyal mesafe de genellikle lidere özgü bir yaşam tarzı ile sembolize edilir: Büyük saraylar, uyrukların aşina olmadığı beslenme rejimleri, fevkalade lojistik imkânlar vs. Lider inancın savunucusu veya tanrının vekili değildir; bizatihi “kutsal” bir kişiliktir. Kendisini muhatap olunamaz ve erişilemez biçimde konumlandırması bundandır.
Keza, saray salt liderin şahsını farklı kılma eğiliminin mimari bir aracı değil doğaüstü âlemin küçük ölçekli bir görüntüsüdür. Bundan dolayı devletin merkezi olarak kabul edilen bu yapı, emsallerinin en büyüğü olacak, liderin kontrol ettiği etkileyici kamusal gösterilere ev sahipliği yapacaktır.
Statü hiyerarşisinin toplumsal yaşamın merkezinde yer aldığı TD modelinde, liderliğin tanrısal boyutu işbaşındaki liderler tarafından hiyerarşik bir evren tasavvuru ile teyit edilir. Lider ve takipçilerinin birlikte başarmaları gereken şey, ekonomik büyüme ya da adil bölüşüm değil doğaüstü bir düzendir. İnsanların, statüleri ile orantılı olarak yaşamlarını uydurmaları gereken bir düzen. Kozmik anlamda hiyerarşik bir düzen anlayışı, her türlü muhalefeti ezerek toplumun “teatral” anlamda terörize edilmesini sağlarken mitler ve semboller de elit siyasal stratejiler yoluyla etnik milliyetçilik ideolojisine eklemlenir. Bu ideoloji kolektif tasavvurlara nüfuz ederek duyguları ateşler; muhalifleri ve iktidarın diğer kurbanlarını şeytanlaştırır. Özetle, TD modelinde lider, kozmik düzeni ritüel anlamda bu dünyada kurmakla yükümlüdür; ondan halkın geçim kaygılarıyla ilgilenmesi beklenmez. “Eve ekmek götüremiyoruz” yakınması, kozmik düzende “sabır” ilkesiyle dengelenir.
EKONOMİK DÜZEN
Meşruiyet kaygısı taşıyan bir liderin, yetkisi altındaki kaynakların üretim ve yeniden dağıtımına odaklanması, salt siyasal değil aynı zamanda etik bir yükümlülüktür.
Etik taahhütlere bağlı kalmak istemeyen bir lider içinse farklı senaryolar söz konusudur: Başlıca gelir kaynağının vergi olduğu koşullarda, vergi ödeyenlerin “rasyonel sosyal aktörler” olmaktan çıkarılması, böyle liderler için yaşamsal bir zorunluluktur. Liderin bu amaçla, yeniden dağıtım keyfiyeti üzerinde etkisi olmayan tek taraflı bir etik yükümlülükler setini dayatması anlamlıdır: Sabır, kanaat, fedakârlık vs. Burada, TD modeline geçiş sürecini damgalayan yeni bir siyasal anlayışı teşhis edebiliriz.
TD modelinde ekonomi, tüketimin emek ve üretimi öncelediği ticari kapitalizme dayanır. Merhum Sabri Ülgener’in tespitiyle, “hanedan, rütbe ve statü şartları yeterli olanlar için tüketim ve harcama kapıları sonuna kadar açıktır.” Statü övüncü, kaynağını sermaye birikiminden değil toplumsal eşitsizlikten alır.
Kamusal karakterli herhangi bir işi nadiren yöneten TD bürokrasiden uzaktır. Bürokrasiye karşı örgütlenmiş değildir; aksine bürokratik kapasiteden yoksundur. Bununla birlikte, sivil toplumun öz yönetim çabalarını engelleyebilecek kadar güçlüdür. TD hükümetinin “kolektif fayda” sağlamak gibi bir görevi yoktur; uyrukların ideal evren tasavvurlarını sistematik biçimde onurlandırması yeterlidir. TD, fiilen çok az şey yapan, varlığını törenler, ritüeller ve lideri destekleyen toplumsal düzen üzerinden gerçekleştiren bir devlettir. TD, kurumsallaşmış eşitsizlikler üzerine inşa edilmiştir. Liderin sağladığı güvenlik ağına dahil olabilenler açısından bir ekonomik kriz yönetilebilir olsa da kurumsal bağımlılık koşullarında yaşayanların kriz dönemlerinde gördükleri muamele, saray merkezli rejimlerin ilk ortaya çıktığı Bronz Çağından bu yana aynıdır: Şiddet, kölelik ve mülksüzleştirme. Geçim şartlarına atfedilen önem, iktidarın temelinin “maddi” olduğu varsayımına dayanır. TD modelinde ise iktidarın “gerçek” temeli maddi güçten çok törensel gösterilerdir. Dolayısıyla, “kriz derinleşirse vatandaş iktidara desteğini çeker” tezi burada anlamını yitirir. Siyasal liderliğin ritüelize edilmiş yapısı, politika ile günlük yaşam deneyimleri arasında varsayılan ilişkinin yok sayılmasına hizmet eder.
SONUÇ OLARAK
Tüketimin emek ve üretimi öncelediği, siyasal gerçekliğin süregelen bölünmeler ve ayrılıklarla damgalandığı bir toplumda, kamusal tören ve ritüellerin ulusun büyüklüğü ve liderin kutsallığı üzerinde yoğunlaşması doğaldır. Türkiye’ye baktığımızda, devlet sisteminin Kovid süreciyle iyice görünür hale gelen “zayıf kurumsal kapasite ve gelişkin ritüel kabiliyet” ikilisinin damgaladığı TD esinli bir siyasal anlayışa göre yeniden yapılandırılmakta olduğunu söyleyebiliriz. İktidarın maddi temellerine dair normatif öngörüler ekonomik koşullarla hükümet politikaları arasında sorumluluk ilişkisi kurma eğilimini desteklese de TD açısından böyle bir nedensellik geçersizdir. Saray ve lider çevresinde örgütlenen iktidar, kozmik düzenin yeryüzündeki uygulayıcısıdır. Bu yeni siyasal anlayışta, örneğin artan işsizlik ya da yükselen döviz kurları ile iktidarın icraatı arasında ilişki kurulması anlamsız hatta imkânsızdır.