TAHA AKYOL'LA EĞRİSİ DOĞRUSU
Artık ağızlara sakız olan hukuk, yapısal reform falan demeyeceğim. Aklı ve rasyonelliği esas alan kurala dayalı toplumsallığı güçlendirelim. Bunun için son birkaç yılda yapılmaması gerektiği halde yapılanların tümünün tersini yapalım yeter.
2008’e kadar rasyonel politikalarla ‘Orta Gelir Tuzağı’ndan çıkma umutlarımız güçlenmişti. Ama olmadı. Siyaset kurumunda özgüven patlaması yaşandı. Ne kadar olumlu gelişme varsa hepsi tersine döndü.
Merkez Bankası’nın bağımsızlığının getirisi düşük enflasyondur, yüksek sürdürülebilir büyüme ve artan refahtır. Bağımsızlık yönetimin “hayır” diyebilme duruşudur. Bağımsızlığın gerekli şartı yasal düzenleme olsa da yetmez.
Türkiye dışa açık, uluslararası sistemde önemli bir oyuncudur. Ancak yanlış ekonomi politikaları nedeniyle iyi yönetilememiş, döviz rezervleri eksiye düşmüş, varlıklarının değeri kelepir olmuştur. Pazarlık gücü zayıftır.
2008’e kadar rasyonel politikalarla, Orta Gelir Tuzağından çıkma umutlarımız güçlenmişti. Ama olmadı/olamadı. Siyaset kurumunda bir özgüven patlaması yaşandı. Sonuçta ne kadar olumlu gelişme varsa hepsi tersine döndü... Kamu İhale Kanunu’nu 191 kere değiştirerek kaynak tahsisini bozduk...
Türkiye dışa açık, uluslararası sistemde önemli bir oyuncudur. Ancak kötü ve yanlış ekonomi politikaları nedeniyle iyi yönetilememiş, döviz rezervleri eksiye düşmüş, varlıklarının değeri kelepir olmuştur. Pazarlık gücü zayıftır. Yeterli bilgi verilmeden Katar’a yüzde 10 satış yapılmasına yurttaşlar haklı olarak şüphe ile yaklaşmışlardır.
2020 yılının üçüncü çeyrek büyümesi %6,7, olarak açıklandı. Nereden geliyor bu?
Türkiye ekonomisi 2020 yılı 3’üncü çeyrekte takvim etkisinden arındırılmamış şekilde bir önceki yılın aynı dönemine göre, %5,5 olan piyasa beklentisin üzerinde %6,7 büyüdü, bir önceki çeyreğe göre ise %15,6 büyüdü. OECD ülkeleri arasında en yüksek büyüme oranı olan bu rakam iktidara her zaman olduğu gibi sözde moral kaynağı oldu. Bakan Elvan biraz temkinliydi. “3’üncü çeyrek büyümesinde yurt içi talep artışı etkili oldu. Oluşabilecek riskleri göz ardı etmiyoruz. Makroekonomik, finansal ve fiyat istikrarını önceleyen politika çerçevemizle; dengeli ve istihdam oluşturan büyüme sürecini sürdürülebilir kılmayı amaçlıyoruz” dedi. Bakan Bey büyümenin istihdam yarat(a)madığını ve sürdürülmesinde güçlükler olduğunun farkındaydı. Olumlu bir gelişme.
Büyümenin alt bileşenleri, tüketim ve yatırım olarak nihai iç talepte önemli artış, net ihracatta tarihi düşük değerler. GSYH’nin üretim yönünden bileşenlerine bakıldığında Tarımın %6, Sanayinin %8, İnşaatın %6, Hizmetlerin %1 ve Finansın %41 büyüdüğünü görüyoruz. Harcamalar yönünden ise, Hane halkı tüketiminin %9, Kamu Harcamalarının %1, Sabit Sermaye Oluşumunun %23, İthalatın %16 arttığı; İhracatın ise %22 daraldığı görülmektedir. %5,1 de stoka üretim yapılmıştır.
İster üretim ister harcamalar hangi yönden değerlendirilirse değerlendirilsin büyümenin motorunun güçlü kredi büyümesi olduğu açıktır.2’nci çeyrekte kapanan ekonomi 3’üncü çeyrekte açılmış ve ekonomiye olağanüstü bir kredi desteği verilmiştir. Normalleşme döneminde toplam yurt içi talep %17 oranında artmıştır. Bu dönemde BDDK’nın zorlayıcı kredi tedbirleri ve düşük faiz oranları nedeniyle mevduat bankaları toplam kredileri %37,2, hane halkı tüketici kredileri %56,2 artmıştır. Konut ve dayanıklı tüketim mallarına olan talep artırmıştır.
Yurttaşlar büyümeyi hissedebildi mi? Sağlıklı değerlendirme için büyümeden ziyade istihdama odaklanmak daha doğrudur. Yüksek büyüme oranı istihdam yaratır, pandemi sürecinde kaybedilen gelirlerin bir bölümünü ikame eder. İlave istihdam yaratmak bir yana, büyüme var olan istihdamın bile sürdürülmesine olanak vermedi. İstihdam o kadar kötü etkilendi ki, istihdam ve büyüme 2020 yılı 1’inci çeyreğinde 100 kabul edilse büyüme 3’üncü çeyrekte 105’e yaklaşırken, istihdam 90’a geriliyor.
‘BORÇLA BÜYÜMEK’
Özetle, büyüme geniş halk kesimlerinin yaşantısına dokunmuyor. Geniş tanımlı işsizlik oranının %28,6’ya çıktığı ortamda emeğin GSYH’den aldığı pay %29,7 den %26,6’ya gerilemiştir. Bu husus oldukça dengesiz bir büyümeye işaret etmektedir.
3’üncü çeyrek büyümesinin en ilginç yönü 2018 3’üncü çeyreğinden 2020’nin 2’nci çeyreğine kadar 8 çeyrek negatif olan sabit sermaye yatırımlarının bu çeyrekte artıya geçerek %23 gibi bir artış göstermesidir. Bu son derece önemlidir. Ekonomi tekrar büyüme patikasına mı döndü? İş alemi fırsat bilip gelecekteki yatırımlarını öne çekmiş olabilir mi? %23 artan Sabit Sermaye Oluşumunun alt bileşeni içinde bu dönemde %57,6 artan Diğer Aktifler kalemi içinde %459,5 artan parasal olmayan altın ithalatı var. Altın ithalatının makine teçhizat yatırımı ile ne ilgisi var? TÜİK bunu açıklamalıdır.
Kısacası,2020 3’üncü çeyreğinde gerçekleşen büyümenin istihdam yaratamama yönünden dengesiz, kredi bağımlılığı nedeniyle sürdürülemez olduğu görülmektedir. 2017 yılının %7,4 büyümesinin sağlayan kredi büyümesinin sıkıntılarını yaşayan Türkiye’de kredilerin arabaya, altına ve dövize gitmesi düşündürücüdür.
‘PANDEMİ TAHVİLİ’
Türkiye’de borç ertelemesi ve kredi desteği yerine, pandemi mağdurlarına doğrudan hibe şeklinde gelir desteği verilebilir mi?
Yönetimler bir tercih yapmak zorunda kaldıklarında elbette sağlık seçilmeli ve ekonominin kapanma süresince yurttaşların beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek gelirleri olmalı. Türkiye bunu tercih etmedi. Ağırlıklı olarak borç ertelemeleri ve kredi kolaylıkları sağladı.
Bütçe mali bir hareket alanı sunmasa da harcama kalemleri arasında yapılacak tercih değişiklikleri buna imkân tanır. Ayrıca; bu günler düşünülerek hareket edilseydi, TCMB yedek akçesi bu işe yeterdi Artık bunlar yok, ama hâlâ çözüm var. Pandeminin başında gerek uygulayıcılar gerekse akademisyenler; üzerinde iyi çalışılmış, giriş ve çıkış yöntemleri belirlenmiş, suiistimalden uzak şeffaf bir plan çerçevesinde Merkez Bankası kaynaklarının kullanılabileceği yönünde görüş bildirmişlerdir. Şimdi detayına girmeye gerek yok. Henüz vakit geçmiş değil ya kısa vadeli avans şeklinde ya da TCMB’ye ihraç edilecek özel tertip “Pandemi Tahvili” ile kaynak sağlanabilir. Çok hassas bir konu, kaş yapayım derken göz çıkarmamak için disiplin ve temiz sicil şart.
2008’DEN SONRA BOZULDU
Ekonomi gerçekten iyi gidiyordu; hangi yıllarda hangi hatalarla bozulma başladı?
2001 krizinden sonra uygulamaya sokulan ve özünde neoliberal olan politikalar kendi içinde tutarlı ve akılcı idi. Uygulayıcılar da popülizmden uzak rasyonel davranıyorlardı. Şeffaflık vardı, kurallara uyulmaya çalışılıyordu, devralınan güçlü kurumsal kapasite (TCMB, BDDK vb.) ve donanımlı insan kaynağı daha da güçlendiriliyordu. Kamu İhale Kanunu (KİK) rekabeti önceliyor, kaynakların etkin dağılımına yardım ediyordu. Bu dönemde ekonomi 29 çeyrek kesintisiz büyüdü. AB ile ilişkilerin güçlenmesinin getirdiği özgürlük ortamı büyümenin kalitesini de yükseltmişti. 2008’e kadar olan dönemde ortalama toplam faktör verimliliği (TFV) %2,5 olmuştur. Orta Gelir Tuzağından çıkma umutlarımız güçlenmişti. Ama olmadı/olamadı. Takip eden dönemde siyaset kurumunda rejim değişikliğini hedefleyen bir özgüven patlaması yaşanmıştır. Sonuçta yukarıda sayılan ne kadar olumlu gelişme varsa hepsi tersine döndü. AB ile ilişkiler askıya alındı, kurala göre değil duruma göre yönetimi önceledik, Kamu İhale Kanunu’nu 191 kere değiştirerek kaynak tahsisini bozduk ve yolsuzlukları artırdık. 2013’te 951 milyar dolarla zirve yapan milli gelir, bugün 730 (tahmini) milyar dolara geriledi. Fakirleştik, orta gelir tuzağına gri döndük, en önemli kazanımlarımızdan olan TFV neredeyse sıfırlanmıştır. Önceki dönemde içsel tutarlılığı olduğunu söylediğim makro politika yapımı ve karar alma süreci bugün kaybolmuştur. Artık makro sorunlarımıza günü birlik mikro çözümlerle tepki veriyoruz. Bir sorunu çözerken başka sorunlara neden oluyoruz. Bu aslında CB Hükümet Sistemi ekonomiyi nasıl etkiledi? Sorunuzun da cevabı. Yeni sistem ekonomiyi ciddi biçimde olumsuz etkiledi. Bu sistemde kararlar hızlı alınacaktı. Doğru, kararlar kararnameler ile hızlı alınıyor ama doğru alınmıyor. Yeni sistemle birlikte Bakanlıkların yapısında ciddi sorunlar meydana gelmiş ve kurumlar arasında koordinasyon bozulmuştur.
Ekonominin dış dengesine gelince, 2001 öncesi dönemde Türkiye bütçe açıkları ile büyüyordu. Dolayısıyla. Bu dönemde cari açığımız düşük, bütçe açıklarımız yüksekti. 2001 krizinden sonra ortaya çıkan paradigma değişikliği ile Türkiye cari açık ile büyümeyi seçti. Bu dönede önceki dönemin aksine bütçe açıklarımız düşük, cari açıklarımız yüksek olmaya başladı. 1923-2002 döneminde 44,1 milyarlık cari açığa karşın 2003-2020 döneminde 518 milyar dolar cari açık oluşmuştur. Türkiye yalnız ekonominin küçülme dönemlerinde cari fazla verilebilmektedir. Pandeminin de etkisiyle Türkiye 2020 yılında ikiz açıkla karşı karşıyadır. Ekonomik büyümenin önündeki engellerden biri olan cari açıkla ilgili önemli bir tartışma var. Genel de Tüm sektörleri ile Türkiye ekonomisi, özelde imalat sanayi ve dolayısıyla ihracat ithalat girdisine ne kadar bağımlı. Yüksek olduğunu da düşük olduğunu da söyleyen ciddi çalışmalar var. Taraflar henüz anlaşabilmiş değil.
KATAR’LA İLİŞKİLER
Katar’la ilişkilere ne diyorsunuz?
Türkiye Varlık Fonu mülkiyetinde olan BİST’in %10’luk payının Katar Yatırım Otoritesi tarafından satın alınması bir tartışma başlattı. Tartışmanın esası, söz konusu kamu malının satışında uygulanan yöntemin yeteri kadar şeffaf olmaması, ihale yapılmaması, fiyatın nasıl belirlendiğinin bilinmemesi hususlarından oluşmaktadır. İngiliz sömürgesi iken 1970’lerin başında devlet olan Katar daha önce bir dizi Türk varlığının sahibi olmuş, Merkez Bankası ile de bir döviz swap anlaşması yapmıştı. Türkiye dışa açık, uluslararası sistemde önemli bir oyuncudur. Ancak kötü ve yanlış ekonomi politikaları nedeniyle iyi yönetilememiş, döviz rezervleri eksiye düşmüş, varlıklarının değeri kelepir olmuştur. Pazarlık gücü zayıftır. Yeterli bilgi verilmeden, kamuoyu ile sağlıklı bir iletişim kurulmadan, kasasında 16 milyar TL nakdi (elbette bilançosunun pasifinde bir yükümlülüğe karşı) olduğu söylenen bir kuruluşun %10’luk payının döviz rezervi ihtiyacının en yüksek olduğu bir ortamda satılmasına yurttaşlar haklı olarak şüphe ile yaklaşmışlar, itiraz etmiş, hangi bilgi-beceri ve teknoloji transferini yapılacağını sorgulamıştır. Telekom’un satışından da bir tecrübesinin olduğu unutulmamalıdır. Evin iyi yönetildiği, eşit şekilde rekabet edilebildiği, pazarlık gücünün olduğu dışa açık bir ekonomide, ulusal çıkarlara uygun olmak koşuluyla, alıcının Katar veya başka bir ülke olası önemli değildir. Ulusal ekonomik çıkarlarınıza uygunsa sizde gider onun ülkesinde yatırım yaparsınız. Unutulmasın, alınan doğal gaza ödenen fiyatlardan KÖİ çerçevesinde dövizle yapılan onca yatırımın neresinde şeffaflık var. Satış sonrası yapılan açıklamalar ile başta satış fiyatı olmak üzere bazı veriler paylaşılmıştır.
YATIRIM PAYI DÜŞÜK
Bütçeye bakalım, ne diyor bütçe?
83 milyon yurttaşlar olarak 1 trilyon 346,1 milyar TL harcama yetkili 2021 bütçesine sığmamız zor. Pasta küçük olduğu için hangi tercihi yaparsak yapalım farklı bir hareket alanı elde edilemiyor. Bütçenin önemli bir bölümü cari harcama ve transferlere gidiyor. Mutlak değer olarak artsa da 2021 bütçesinin ancak %1,8’i, çoğu altyapı olmak üzere yatırımlara ayrılabilmiş. 2002 bütçesinde bu oran %2,2 olmuştu. Pastayı büyütmekten başka çaremiz yok.
Merkez Bankası’nın en başarı başkanlarından biriydiniz. MB’nın bağımsızlığı ne durumda, neden önemli?
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle MB bağımsızlığı çok büyük tahribata uğradı. Kredibilitesinin yeniden inşası şart. Bu yurttaşlık hakkına saygının bir gereğidir. Bağımsızlığın olduğu yerde bir miktar demokrasi açığı vardır. Ancak, bu bağımsızlık “elitist bir fantezi” ya da popülist siyasetin iddia ettiği gibi “küresel finans çetesinin bir komplosu” değildir. MB bağımsızlığı önemlidir çünkü, paranın itibarının ve ülke varlıklarının değerinin korunması bir zorunluluktur. Yurttaşın cebindeki paranın değerini tırtıklamak hırsızlıkla eşdeğerdir. Enflasyon ahlaksızlıktır, enflasyon kanunsuz bir vergidir. MB’ına bağımsızlığını parlamento verir, siyasetçi bunu içselleştirir ve saygı gösterir. MB yönetimi ise atanmış olduğunu ve son tahlilde millete siyaset kurumunun hesap verdiğini bilir. Bağımsızlığın getirisi; düşük enflasyondur, yüksek sürdürülebilir büyüme ve artan refahtır. Bağımsızlık başta Başkan olmak üzere yönetimin gerektiğinde “hayır” diyebilme duruşudur. Bağımsızlığın gerekli şartı yasal düzenleme olsa da yetmez. Yeterli şartı “hayır diyebilen duruştur.”
DIŞ KAYNAK NASIL?
Türkiye’nin 50 milyar dolar gibi bir dış kaynağa ihtiyacı olduğu söyleniyor. Ne dersiniz?
Önce kaynağı tanımlayalım. Doğrudan yabancı sermaye: Güvenlik ister, iyi işleyen hukuk düzeni ister. Halbuki dünya sıralamasındaki yerimiz hiç de iç açıcı değil. Sıcak para: Kısa vadeli olduğu için hukuku çok dikkate almaz. Baktığı şey kazancım ne olur ve girersem istediğim zaman çıkabilir miyim? Yani gireceğim ülkenin yeterli döviz rezervi var mı? Halbuki Türkiye’nin döviz rezervleri ekside.
Kaldı ki Türkiye’nin ihtiyacı uzun vadeli fon. Uluslararası piyasalardan borçlanma: Dünyada tasarruf ve likidite bol, maliyetler düşük. 15 trilyon dolardan fazla tahvilin getirisi negatif. Ancak ucuzluk her ülke için değil, evini düzene sokanlar için geçerli. Türkiye bu grupta değil. Yüksek maliyeti öderse borçlanabilir. En son Hazine borçlanmasının maliyeti basit faiz % 6 oldu. Yüksek enflasyon ve eksi rezerv Türkiye’nin risk primini artırıyor. Ekonomisi %8 küçülen Güney Afrika, %6,7 büyüyen Türkiye’den daha ucuza borçlanıyor. IMF: En ucuz kaynak burada, ancak şartları ağır, ekonominin yönetimine ortak olmak istiyor, reçetesi belli, dar gelirlilere kemer sıktırmak. Yönetim, zaten yeteri kadar şeytanlaştırdı, kapıyı kapattı. Gidilmemeli.
Çıkış için zorunlu birkaç adım nedir?
Artık ağızlara sakız olan ve hepimizin söylemekten yorulduğu hukuk, yapısal reform falan demeyeceğim. Aklı ve rasyonelliği esas alan kurala dayalı toplumsallığı güçlendirelim. Bunun için son birkaç yılda yapılmaması gerektiği halde yapılanların tümünün tersini yapalım yeter.
DURMUŞ YILMAZ KİMDİR?
City University of London’da ekonomi dalında lisans, University College, University of London’da lisans üstü eğitim gördü. 2006-2011 döneminde Merkez Bankası Başkanı olarak görev yaptı. 2009 yılında Euromoney dergisi tarafından “Yılın Merkez Bankası Başkanı” seçildi.