Dünya, otoriter popülizmin uğursuz gölgesi altında bir siyasal iklim değişikliği yaşıyor. Türkiye de, meşum 15 ve 20 Temmuz 2016 Darbelerinin ardından OHAL koşullarında gerçekleşen 2017 Referandumu ile birlikte, sadece bir siyasal iklim değişikliği değil, bir siyasal rejim değişikliği de yaşadı. Adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen tek adam rejimi, Türkiye’yi yüz elli yıllık anayasal yönetim deneyimine, yüzyıllık parlamenter birikimine ve yetmiş yıllık çok partili siyaset kültürüne sahip olmayan, demokrasi hafızasını yitirmiş bir ülke gibi yönetebilmeyi umdu; hala umuyor. Tek adam rejimi, Türkiye’yi adeta anayasasız, parlamentosuz, bürokrasisiz, liyakatsiz ve yurttaşsız yönetebileceği bir düzleme çekerek yönetmeye çalışıyor.
Yurttaşlarımızın en temel anayasal haklarını hiçe sayarak; ifade, gösteri, inanç, çalışma, yaşam tarzı ve mülkiyet haklarını ve özgürlüklerini sistemli olarak ihlal ediyor; kısıtlıyor. Ancak askeri vesayet rejimlerinde görülebilecek bir tarzda, yurttaşlarımızın seçme ve seçilme hakları sinik mekanizmalar ve güdümlü kararlarla ellerinden alınıyor. Tam da bu yüzden Türkiye’de artan sıklıkta vekilliği düşürülen, hapse atılan, yargılanan eski milletvekilleri, yargı kararlarına rağmen hapiste tutulan genel başkanlar, hukuksuzca kayyım atanan belediyeler, bütçe ve yetkileri kısıtlanan yerel yönetimler, ekranları karartılan televizyonlar ve hapsedilen gazeteciler gibi anti-demokratik uygulamalarla karşılaşıyoruz. Üstüne, hedef gösterilen ve parçalanan barolar ve kapatılmak istenen meslek odaları da eklendiğinde durum daha da vahimleşiyor. İktidar, bu yolla siyaset kurumunu karşısına alarak ve yurttaşları özgüven kaybına sürükleyerek onları öğrenilmiş çaresizlik psikolojisine hapsetmeyi amaçlıyor.
Ancak 31 Mart ve 23 Haziran 2019 seçim sonuçları da hepimize gösterdi ki, tek adam rejimi tüm bu keyfi ve hukukdışı uygulamalarına rağmen arzu ettiği sonuçlara ulaşmakta her zaman başarılı olamıyor. Demokratik muhalefet, iktidar karşısında seçim başarısı kazanabiliyor. Bugün, eşitsiz siyasal rekabet ve hukuki müdahalelere rağmen, tek adam iktidarı seçmenlerin nezdinde ciddi bir inandırıcılık kaybı ve kırılganlığa girmiş durumda. Ve bu yüzden de demokratik teamüllerin hiçbiriyle bağdaşmayan yöntemlere başvurmaktan medet umuyor. Ancak yine de sıraladığımız hukuksuzluklara rağmen, iktidar cephesindeki aşınma ve gerileme durmuyor. Zira iktidar ülkenin sorunları çözebilme kapasitesini günden güne yitiriyor. Özellikle Kovid-19 pandemisinin ortaya çıkardığı yıkıcı ekonomik bilanço, halk sağlığı konusunda yaşanan yönetsel hatalar ve yurttaşların doğru bilgilendirilmemesinden kaynaklanan inandırıcılık sorunları ile birlikte düşünüldüğünde, yetkinlikten uzak kötü bir yönetim tablosu günden güne daha da belirgin bir hal alıyor.
* * *
Cumhuriyet Halk Partisi’nin 37. Olağan Kurultayı’nda, Genel Başkanımız Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Türkiye kamuoyu ile paylaştığı İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamemiz bu kötü yönetimden ve derin buhrandan çıkış için, sistematik öneriler içeren kritik bir yol haritasını tüm yurttaşlarımızın ilgisine sunuyor. İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamemiz, Türkiye’nin keyfi otoriterlikten kurtuluşu için; demokratik yeni bir anayasanın ışığında oluşturulacak yeni güçlü bir parlamenter sistem ve güçler ayrılığı için; gerekli kurumların kuruluşu için; içine sürüklendiğimiz ve bir arada yaşama irademizi zehirleyen kutuplaşma girdabından uzaklaşarak tüm demokrat ve yurtsever yurttaşlarımızla kucaklaşabilmemiz için; nitelikli, sürdürülebilir ve hakça bölüşümü esas alan planlı bir kalkınma hamlesi için tüm paydaşları ve ayrım gözetmeksizin tüm yurttaşlarımızı bir yeniden yapılanma sürecine davet ediyor.
Bu çerçevede tek adam rejiminden çıkış yolunda atılacak en önemli adımların başında şüphesiz, tüm yurttaş ve kesimleri içeren yeni bir demokratik anayasanın hazırlanması gelmektedir. Ancak yeni bir demokratik anayasa ve güçlendirilmiş parlamenter sistemin tesis edilmesi ile yukarıda saydığımız anti-demokratik uygulama ve sorunların çözümü mümkün olacaktır. Bu en önemli başlangıç aşamalarından biri olacaktır. Bizler, Türkiye demokrasisinin yeniden normalleşmesi ve yasama, yürütme ve yargı arasındaki vesayet sorunlarının aşılması için, güçlü yeni bir parlamenter sistemin oluşturulmasını bir zorunluluk olarak önümüze koyuyoruz.
Toplumsal barışımızın yeniden tesisi için parlamentoda güçlü bir temsil ve çoğulculuğun sağlanması ne kadar önem taşıyorsa, evrensel ve kucaklayıcı bir yurttaşlık kültürünün benimsenmesi de aynı ölçüde bir gerekliliktir. Kürt sorunu başta olmak üzere, Türkiye’nin farklı eksenlerde içine savrulduğu tüm çatışma ve kamplaşma ortamından hızla uzaklaşmak, yasaların üstünlüğü ilkesi çerçevesinden her türlü ayrımcılık ve eşitsizliğin sonlandırmak halkımıza gecikmiş bir borcumuzdur. Yurttaşlık ve kardeşlik hukukumuzu, bir arada özgürce yaşama irademizi gölgeleyen tüm uygulama, önyargı ve vakalara karşı, gerekli yasal tedbirleri almak ve hızla kültürel önyargılarımızı aşmak ortak sorumluluğumuzdur. Oy verdikleri siyasetçiler tutuklanan, belediyelerine kayyım atanan ve sandığa inançları örselenen tüm yurttaşlarımızın demokrasiye inançlarını yeniden filizlendirmek de İkinci Yüzyıl’da bizi bekleyen önemli görevlerdendir. Böylelikle; tüm yurttaşlarımızın ayrım gözetmeksizin huzur ve barış içinde yaşaması için, tüm gerekli düzenlemeleri uygulamaya geçirerek, kutuplaşma girdabında kaybettiğimiz yılları telafi edebileceğiz.
* * *
Bürokrasiden yargıya kadar tüm kurum ve kurullarda, liyakat sistemini ve ehliyetli kadroları tavizsiz hakim kılmak, ülkemizin içine düştüğü partizan ve tarafgir hizmet üretme handikapını sona erdirecektir. Geniş mutabakatla çıkaracağımız siyasi ahlak yasası ile tüm yönetici kadroların liyakat ve ahlak ölçütlerine uyduğu, 21. yüzyıla uygun kamu hizmeti anlayışını mevcut çürümüş anlayıştan ayrıştıracağız. Kamuda reform özellikle tavizsiz liyakat sistemi ve ahlak yasası ile birlikte düşünülecektir.
Seçim Yasasını acilen değiştirerek, demokratik bir anayasanın zorunlu sonucu olan, olabildiğince en geniş sayıda seçmenin parlamentoda temsil edilmesi ilkesini hayata geçireceğiz. Yurttaşların siyasal temsilinin önündeki örtük ve açık engelleri kaldıran hakça bir seçim kanununu hazırlayarak, yakın geçmişte yaşadığımız yeni partilerin seçimlere katılımının engellenmesi ayıbından Türkiye’yi kurtaracağız. Ekonomi yönetiminde ise sorunlar daha katmerleşmiş olduğundan çok yönlü düzenlemeler kaçınılmaz görünmektedir. Bunlardan birincisi ekonomi yönetiminde şeffaflığın, denetimin ve hesap verilebilirliğin sağlanması için gerekli kurumsal düzenlemelerin yapılmasıdır. TBMM adına harcamaların denetimini yapan Sayıştay’ın özerkleştirilmesi ve son on yılda yaklaşık 190 kez değiştirilen İhale Kanunu’nda kayırmacılıktan uzak, kamu çıkarı için rekabet ve saydamlığın sağlanması, ekonomimizin içine yuvarlandığı ahbap çavuş kapitalizminden çıkış için gereklidir. Sayıştay denetiminden özellikle muaf tutulacak şekilde yapılandırılan Türkiye Varlık Fonu gibi şeffaflıktan uzak yapıların tasfiyesi işte bu nedenle önemli olacaktır. Zira üretimin, inovasyonun ve bölüşümün planlanması kaynakların rasyonel kullanımı kadar, hakça ekonomik bölüşüm açısından da önem taşımaktadır. Vasıflı bir iş gücü yaratmak, azgelişmişlik ve yoksullukla mücadelenin ilk ve en önemli adımı olacaktır.
* * *
Aynı şekilde anayasal temelde ele alınmış sosyal devlet ilkesi, bizler için Kovid19 pandemisi koşullarında da gözlemlediğimiz artan yoksulluk, yükselen işsizlik ve rekor kıran genç işsizliği karşısında yurttaşlarımıza sunacağımız en temel sosyal dayanışma mekanizması olacaktır. Yurttaşların hak temelli bir sosyal destek şemsiyesi altına alınması, Aile Destekleri Sigortası vb. programlar tarafından korunması şüphesiz toplumun kırılgan kesimlerinin yoksulluk ve eşitsizlik karşısındaki en önemli güvencelerinden biri olacaktır. Stratejik planlamanın tüm bileşenlerle birlikte yeniden gündeme alınması gereken alanlarından biri de eğitim alanıdır. Nitelikli ve parasız eğitim, yurttaşların demokratik gelişimi ve kalkınmacı bir ekonominin inşası için Türkiye’nin sahip olduğu ancak son yıllarda ihmal edilmiş en önemli stratejik kaldıraçlardan biridir. Türkiye, milyonlarca öğrencinin teknolojik altyapı eksikliği nedeniyle eğitim sürecinin dışında kaldığı bir ülke olmayı hak etmemektedir. Hukuk devleti ile birlikte, özgür düşünce ve katma değer yaratan üretim süreçlerinin ülkemizin gelecek kuşaklarına sunabileceğimiz en önemli altyapılardan biri olduğuna inanıyoruz. İşte bu nedenle de; teknolojik gelişmelere aktif olarak dahil olabilen, teknoloji liseleri gibi çağa uygun çözümler sunan ve sektörlerin gereksinim duyduğu vasıflı iş gücünü oluşturmayı amaçlayan bir eğitim reformunu, Türkiye’yi içine düştüğü teknolojik bağımlılıktan ve düşük ücretli emek-yoğun üretim süreçlerinden kurtaracak yegane çözüm olarak görüyoruz. Ülkemizin, eğitimi merkeze alan kapsamlı bir dijital teknoloji baharının başlatılmasına ihtiyacı olduğu vurgumuzun temelinde de bu bakışımız yer almaktadır.
Küresel ekolojik bir krizin eşiğinde bulunduğumuz bu günlerde, hukuk ve eğitim sistemleri yenilenmiş, sivil toplumu ve teknolojik paydaşları çevresel konularda bilinçlenmiş bir ülkenin, ülkemizin gereksinim duyduğu yeni nesil yenilenebilir enerji kaynaklarına ve çevre dostu çözümlere uyum sağlaması daha ve düşük maliyetli kolay olacaktır. İnanıyoruz ki genç kuşaklarımız için ekolojik sistemin korunması ve biyo-çeşitliliğin iyileştirilmesi, ülkemizin doğal kaynaklarının suyunun, toprağının ve havasının gelişmiş çevre teknolojileri eşliğinde korunması daha kolay mümkün olacaktır.
Şüphesiz tüm bu süreçlerin Türkiye’nin kalkınmasına ve küresel itibarına katkıda bulunabilmesi için, ülkemizin kendi coğrafyamızdan başlayarak, tüm komşularımızla sorunlarını çözen ve barış içinde istikrarlı ilişkiler yürüten örnek bir ülke haline getirilmesi gerekmektedir. Son yıllarda, keyfi tek adam rejimi ve keyfi diplomasi maalesef ülkemizin bu kapasitesini en düşük düzeye çekti. Türkiye’nin bölgesinde daha etkin bir biçimde yeniden bir barış, demokrasi ve kalkınma modeline dönüşmesi için, ulusal çıkarlarımızı merkeze koyarak; Ortadoğu’dan başlayarak, Doğu Akdeniz, Kafkaslar ve Karadeniz’de iyi komşuluk ilişkilerine öncülük etmesini sağlayacak ve gereksiz gerilimlerden kaçınacağız. Ortadoğu’dan başlayarak Avrupa Birliği’ne uzanan bir biçimde, Türk dış politikasını itibarlı ve güvenilir bir eksene oturtacak; ekonomik kalkınma ve uluslararası iş birliği için en güçlü bir kaldıraç olarak diplomasiyi kullanacağız. Türkiye’yi bir yandan nitelikli göç verirken diğer yandan ise niteliksiz göç alan bir ülke konumundan hızla uzaklaştıracağız. Bunlar yapılmadığı takdirde demokrasimizin iç sorunları, bölgesel sorunlarla gereksiz yere harmanlanacak ve içinden çıkılmaz hale gelecektir. Bu yüzden ulusal çıkarlarımızdan taviz vermeksizin “yurtta barış, dünyada barış” ilkesinin önemini yeniden vurgulayarak, çok yönlü ve etkili bir biçimde hayata geçireceğiz.
* * *
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamemiz, Cumhuriyetimizi demokrasiyle, demokrasimizi sosyal devletle taçlandırma iddiamızın kapsamlı bir devamı niteliğindedir. Bu beyanname Cumhuriyetimizin tüm demokrat yurttaşlarını; Sosyal Demokratları, Muhafazakar Demokratları, Milliyetçi Demokratları ve Kürt Demokratları demokrasi ortak paydasında buluşmaya çağırdı. Bugün yurdumuzun ihtiyacı; samimi bir yurttaşlık ve kardeşlik hukuku altında yeniden birleşmemizdir. Ancak bu sayede, tıpkı geçen yüzyılın başında olduğu gibi Türkiye’nin tüm yurtsever ve demokratlarıyla birlikte ülkemizin üzerine çöken karamsarlık bulutlarını dağıtabiliriz. Ancak bu sayede kötü ve keyfi yönetimler altında kaybettiğimiz onlarca yılı telafi edebiliriz.
Bu beyannamemiz, bu nedenle, yeniden Kurtuluş’tan Kuruluş’a, Kucaklaşma’dan Kalkınma’ya uzayan bir ortak yürüyüş çağrısıdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının tutuşturduğu Kuvayi Milliye ateşini, daha demokratik bir Türkiye’nin yurttaşlık ve kardeşlik idealleriyle güçlendirme ve ileriye taşıma çağrısıdır. Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılında Türkiye’yi, dünyada yeniden itibar gören, müreffeh ve barış içinde yaşayan yurttaşların ülkesi haline getirme çağrısıdır. Bu çağrı hepimize…