İstihbarat servisleri bir ülke ile ilgili değerlendirme yaparken, ülkenin ulusal gücünü, bu gücü kullanma niyet ve isteklerini ve karar alma mekanizmalarını ayrıntılı bir şekilde ele alırlar. Bir ülkenin ulusal kapasitesi ne olursa olsun karar vericinin son tahlilde bu gücü nasıl kullanacağı önem arz eder.
HASAN MESUT ÖNDER
İstihbarat servisleri bir ülke ile ilgili değerlendirme yaparken, ülkenin ulusal gücünü, bu gücü kullanma niyet ve isteklerini ve karar alma mekanizmalarını ayrıntılı bir şekilde ele alırlar. Bir ülkenin ulusal kapasitesi ne olursa olsun karar vericinin son tahlilde bu gücü nasıl kullanacağı önem arz eder. Literatürde “operasyonel kod analizi” olarak adlandırılan bu metotla, siyasi liderlerin ideolojik dünyası, psikolojisi, davranış eğilimleri ile hangi durumda nasıl karar verebileceğine dair öngörüler yapılmaktadır. Bu öngörüler doğrultusunda hedef ülkenin politikaları yönlendirilmekte ve istenen doğrultuya sürüklenebilmektedir.
Türkiye’nin S-400 füzelerini alması konusunda ABD Başkanı Trump: “…Obama yönetimi onlara Patriot füzelerini satmadı. Türkiye bu füzeleri satın almak için çok uğraştı ancak satmadılar. Bunun üzerine Türkiye Rusya’dan füzeleri aldı. Bunun üzerine dönüp Türkiye’ye ‘Tamam size Patriot’ları satacağız’ dediler, fakat o zaman Türkiye zaten Rusya ile anlaşma imzalamış ve ciddi bir ödeme yapmıştı, çünkü buradan almalarına izin verilmemişti. Türkiye bir NATO üyesi… 100’den fazla F-35 için sipariş verdiler, daha fazlası için de plan yapıyorlardı.” demekte.
Bazı uzmanlar, bu açıklama üzerinden Türkiye’nin S-400 sistemini almasının ABD’nin hesap hatasından kaynaklandığını, kötü komşunun bizi ev sahibi yaptığını söylüyor. İyi de ya bütün bunlar hesaplanmış adımlar ise? Ya Türkiye bilinçli olarak doğu blokuna itilip, müdahale için zemin hazırlanıyorsa?
Bütün bu haberler doğru bir biçimde analiz edilmediğinde, yanılabiliriz. İstihbarat analizinde verilerin nasıl kıymetlendirilmesi gerektiği hususu ile ilgili çok bilinen meşhur bir hikaye vardır. İngiliz istihbaratçı Anthony Cavendish, “İstihbaratın İçinden: Emekli Bir İngiliz Casusu’nun Anıları” adlı kitabını şu hikâye ile bitirir:
“Rusya kışının keskin soğuğunun içinde, Moskova’nın birkaç kilometre doğusunda, rüzgarın inlediği ve karanlığın çökmek üzere olduğu bir anda bir Rus köylüsü evinden yoksul köyüne doğru yürüyordu. Yerde, açlıktan ve soğuktan neredeyse ölmüş küçük bir kuş görür görmez durdu. Köylü kuşu yerden aldı ve onu ısıttı. Kuş kısa zamanda iyileşti ve köylü bundan sonra ne yapması gerektiğini düşündü. O anda da bir sığır sürüsü oradan geçer ve köylü, kuşu sürünün bıraktığı sıcak gübrenin içine koyar ve kuş ısınıp canlanır. Fakat ikinci bir köylü oradan geçer ve buhar tüten yığının içinde mutlulukla cıvıldayan kuşu duyar. Köylü kuşu aldı, boynunu kırdı ve akşam yemeği için evine götürdü.”
Bu öykünün üç önemli mesajı var:
1. Seni pisliğe bulaştıran herkesin düşmanın olduğuna inanma,
2. Seni pisliğin içinden çıkaran herkesin dostun olduğuna inanma,
3. Pisliğin içindeyken sessiz kal
Bütün bu verilerin, S-400 ve NATO meselesi ile ne alakası var diyenler çıkacaktır. Ben bu verileri şöyle birleştiriyorum: 17-25 Aralık, 15 Temmuz, PYD’nin devletleştirilmesi, Türkiye’ye karşı yürütülen finansal savaş, S-400 alımı, AB’nin çeşitli konularda aldığı ambargo kararı, ABD’nin yaptırım hazırlıkları, sistematik olarak Türk karar alıcılarının Batı bloğundan kopup, içe kapalı, doğuya angaje hale gelmesini sağlayarak bir uluslararası müdahalenin zeminini hazırlıyor olamazlar mı? Böyle bir müdahale ile etnik fay hatlarının kırılması Türkiye’yi ciddi bir beka sorunu ile karşı karşıya bırakmaz mı?
Liderlerimizin nasıl adım atabileceğini öngörüp, Türkiye’yi batı dışı ittifaklara itmek, böyle bir planın parçası olabilir mi?
ABD’NİN ASKERİ UNSURLARI NEREDE?
Türkiye ve Rusya arasında varılan Soçi mutabakatından sonra Rusya ve Türkiye’nin Suriye’de ciddi mevzi kazandığı, ABD ve İsrail’in Suriye’de kaybeden taraf olduğu yorumları yapıldı. Soçi zirvesinde varılan mutabakat neticesinde Türkiye, ABD eliyle kurulmak istenen PKK/PYD devleti projesinin önünü aldı. Ancak hem ABD hem de İsrail kamuoyu yakından izlendiğinde, Türkiye’nin Suriye’nin kuzey hattındaki varlığından ciddi anlamda rahatsız duyulduğu görülecektir. İsrailli bazı analistler, PKK/PYD’yi İsrail’in ön savunma cephesi olarak gördüklerini çeşitli ortamlarda ifade etti. ABD ve İsrail ekseninin Türkiye’nin düzenlediği Barış Pınarı Harekatı ve arkasından yürüttüğü diplomatik çabaları karşısında sessiz kalacağını beklemek ebetteki mümkün değil. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre ABD’nin PKK’ya 50 bin tır dolusu silah yardımı yaptığı biliniyor. Bu kadar yardım boşuna mı yapıldı, küçük bir orduyu donatacak teçhizat ne olacak, toplanacak mı yoksa ABD, İsrail ve Suriye’deki taşeronu olan PKK/YPG unsurları tarafından Türkiye’ye karşı yapılacak gayri nizami harpte mi kullanılacak sorusunu akıllara getiriyor. Türkiye için dünyanın çeşitli yerlerinde ülke savunması adına çeşitli operasyonlar yapmış ve vücudunda mermi ile yaşayan kahraman bir dostumdan aldığım bir telefon benim uzunca süredir kafamı kurcalayan sorulara cevap bulmamı sağladı. ABD’nin çektiğini iddia ettiği askerilerin bir kısmı YPG üniformaları ile Rasulayn ve Tel Abyad hattında Türk ordusu ile çatışırken, Amerikan üniformalı YPG teröristleri Fırat Kalkanı Harekatı ile Türkiye’nin kontrol ettiği alanda Türk ordusuna saldırıyor. Bu çatışmalarda, 24 İsrailli istihbaratçının öldürüldüğü ifade ediliyor. Amerikan üniforması ile öldürülenlerin çoğunun YPG’li teröristler olduğu ve yoğun çatışmaların yaşandığı belirtiliyor. Trump’ın Erdoğan’a yazdığı mektupta, “General Mazlum” diye bahsettiği YPG’li terörist bu saldırıları ABD üniforması ile mi yapıyor? Yoksa ABD Başkanı Trump ile yaptığı telefon konuşması neticesinde aldığı cesaret ve özgüvenle Türkiye’ye yönelik bir işgal girişimi için komplonun parçası olma fırsatını kaçırmamak için mi uğraşıyor? Türk-Rus mutabakatı ile kararlaştırılan 150 saatlik çekilme planı sonunda sorular cevaplarını bulacaktır. Bu ülkenin sıradan bir vatandaşı ve dış politika konusunda kalem oynatan biri olarak şunu söyleyebilirim ki, masa başında yapılıp, sahada taşeronlar vasıtasıyla uygulamaya konulan hiçbir plan başarılı olamayacaktır. Ülke içinde birbirimizle didişip daha güzel bir ülke yaratmak için ağır eleştiriler yapılsa dahi söz konusu ülke güvenliği ve vatan olduğunda kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğimizi, planı yapanların bilmesini isterim. Çünkü Türkiye bütün çeşitliliği ve farklılığı ile bir bütündür; asla ve asla parçalanmayacaktır.