Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un açıkladığı yeni eğitim sistemi üzerine değerlendirmede bulunuyor.
ABDÜLBAKİ DEĞER YAZDI
Platon’un akademisinin girişinde ‘ageometretos medeis eisito!’ yazdığı rivayet edilir. Genelde ‘matematik bilmeyen giremez’ veya ‘geometri bilmeyen giremez’ şeklinde tercüme edilirken Heidegger sözü ‘matematiksel olanı kavramamış olan giremez’ olarak anlamlandırır. ‘Matematik nedir, matematiksel olanı kavramak ne demektir’ şeklinde bir tartışma, ‘mathematafobia’ yaşayan insanlarla dolu bir dünyada elzem görünüyor. Şayet uyguladığımız sistemle ‘akademia’ya öğrenci alıyor olsaydık felsefe için hayli endişelenmemiz gerekecekti. Zira mevcut sistemde düşünen, sorgulayan, dert edinen öğrenciler; okul dersleri ve merkezi sınavları mevcut yapı ve işleyişleri ile anlamsız bulup önemsiz görüyorlar. Düşünmeyi dert edinme, sorgulama, felsefi merak ve arayıştan ziyade iyi bir kariyer, iyi bir gelecek odaklı öğrenciler ise kendilerini üst öğrenim kurumlarına dolayısıyla arzuladıkları hedeflere götürecek ders, sınav gibi sınamalara çok daha anlam, önem atfediyorlar. Ortaöğretim kurumlarında çalışan eğitimcilerin gözlemlerine dayanan bu tespit Türkiye’nin yarınları için ciddi bir uyarı niteliğindedir. O yüzden böyle bir tabloda ‘akademia’ya gidecek öğrencilerin Platon’la hakikat yolculuğundan ziyade ‘akademia’yı araçsallaştıracaklarını söylemek yerinde olur. Rahmetli Topçu’nun acı tespitinde belirttiği gibi ‘Bugün eğitim, ilim yolculuğu değil diploma avcılığıdır.’
Bu, eğitim bahsinde tartışmamız gereken bir husus. Bunu ‘matematik zorunlu olmaktan çıktı, din dersi zorunlu oldu’ şeklinde ideolojik bir saikle ve mahkûm etmek üzere tartışılan yeni ortaöğretim sistemine ilişkin değerlendirme için dile getirdim. Türkiye için çok önemli olan bir mevzunun kamuoyunca ne kadar ve nasıl tartışılacağı hayati önemde. Açıkçası bu tarz ideolojik değerlendirmeler dışında henüz sisteme ilişkin bütünlüklü bir değerlendirme yok. Zaten değişik vesilelerle dile getirdiğim üzere eğitim bahsindeki en büyük sorunumuz alana ilişkin bu toplumsal suskunluk halimiz. Susuyoruz, tartışmıyoruz, itiraz etmiyoruz. Akademinin girişinde yazdığı söylenen ‘matematik bilmeyen giremez’in gereği olarak bir ölçme, tartma, öncüllere, sonuca bakma ihtiyacı hissetmiyoruz, maruz kaldığımıza razı geliyoruz.
Bu kaydı düştükten sonra Sayın Selçuk’un açıkladığı yeni sisteme bakalım. Sistem şu an, somut düzenlemeler içermekle beraber doğrudan ve dolaylı etkileri içeren bütünlükten yoksun. MEB Bakanı da sistemi destekleyecek, bütünleyecek çalışmaların yapıldığını ve ilerleyen zamanlarda kamuoyuyla paylaşılacağını belirtti. Dolayısıyla ayrıntılı değerlendirmek için elimizde sınırları belli bir sistem yok. Bu nedenle, açıklanan düzenlemeler üzerinden hem sistemi anlamaya hem de olası riskleri kestirmeye çalışıyoruz. MEB Bakanı tarafından açıklanan sistem;
1- ‘Disiplinler üstü’ ve ‘bütünleşik’ bir yaklaşımla ders sayılarını birleştirerek azaltmış. Bunu da örneğin toplamları altı saat olan fizik, kimya, biyoloji derslerini kaldırarak daha doğrusu bütünleşik hale getirerek altı saatlik ‘Doğa Bilimleri Deneyimi’ dersine dönüştürerek gerçekleştirmiş. Bütünselliğin pedagojik açıdan önemi büyük elbette. Ancak bu tarz bütünselleştirmenin komplikasyonlarını da göz ardı etmemek lazım. Bu tarz bir düzenleme norm kadrodan öğretmen eğitimine uzanan bir takım ciddi değişiklikleri gerektiriyor. Örneğin yukarıdaki örnekte olduğu gibi üç dersin birleşiminden bir ders yaptık. Peki, bu dersi üç branştan hangisi verecek? Bu dersi vermeyecek olanlar niçin vermediler ve durumları ne olacak? Dersi verecek olan niçin verecek ve vereceği dersin içeriğine ilişkin formasyonu ne zaman nereden aldı?
2- Liselere Kariyer Ofisleri kurulmasını öngörüyor. Öğrencilerin kendilerini mizaç, ilgi, yetenek, değerler vs. yönünden tanıyarak kariyer profili oluşturmaları, iş ve meslek tanıma yolları ve kaynakları öğretilerek öğrencilerin kariyer gelişimleri takip edilmesi planlanıyor. Yürütülmekte olan Mesleki Rehberlik çalışmalarının biraz daha geniş ve bağımsız şekilde yürütülmesi anlamına gelen bu düzenleme şüphesiz önemlidir. Ancak bu fasılda temel zafiyetimizin ‘öğrenciyi tanımama’ olduğu dile gelse de bunun gerçeği yansıtmadığı bilinmelidir. Doğru, öğrenciyi de yeterince tanımıyoruz ama öğrenciyi tanımayı anlamsız kılan şey bizim beceriksizliğimizden ziyade yürüttüğümüz sistem. Çünkü biz öğrencileri yönlendirirken temel parametre olarak merkezi sınavlar üzerinden akademik performansı kullanıyoruz. Akademik başarısı düşük ancak edebi, sanatsal veya teknolojik başarısı yüksek öğrencilere ilişkin cari sistem bir şey öngörülmediği için öğrenciyi tanımaya yönlendirme anlamında ihtiyaç kalmıyor. Şayet yeni sistemde akademik başarının yanı sıra dile gelen portfolyo çalışmalarına da ilki 2024 uygulanacak yeni yükseköğretime geçiş sisteminde yer verilecekse bunun anlamlı olacağını söylemek mümkündür. Ancak burada Türkiye’de gerek eğitim kademeleri arasında geçişte, gerekse personel istihdamında merkezi sınavların tercih edilmesini bütün eksikliklerine rağmen kamuoyunca meşru, makul kılan hususun güvenlik endişesi olduğunu unutmayalım. Bürokratik işleyişimizdeki keyfilik, kayırmacılık endişesidir. Dolayısıyla nesnel ölçümü problem teşkil eden her tür ölçüt toplumsal belleğin meşruiyet radarına takılmaktadır.
3- Üniversite sınavına hazırlıktan ziyade üniversiteye hazırlık olacağı belirtilen 12. Sınıfın ders saatleri azaltılıp destek çalışmalarına yer verilmiş. 12. Sınıfta dışardan alınacak ‘destek eğitimi’ne (dershane, etüt merkezi vs.) ihtiyacı ortadan kaldırmayı amaçladığı görülen bu düzenleme öğrencinin üniversiteye dönük hazırlığını okulda yapmasını öngörüyor. Bir anlamda öğrenci dershaneye, etüt merkezine gitmiyor, okulun kendisi dershane, etüt merkezi oluyor. ‘Öğrenci oralara niye gitmesin, okul niye orası olsun’un bir cevabı yok. Bu sınıf ‘sınava değil üniversiteye hazırlık niye olsun, nasıl olsun, sınav baskısı niye azalsın’ belirsiz. Bizim bu şekilde adlandırmamız ile meselenin olmasını istediğimiz şekilde olması için arzumuz dışında bir illiyet bağı yok. Nitekim Bakan Selçuk’un “Türkiye, okullar arasındaki imkân farklılıkları fazla ülke. Biz bu farkı azaltırsak sınavın baskısı azalacak. Özellikle mesleki teknik eğitime yatırımlarımızla, bu sistemin daha esnek olmasına katkı sağlıyoruz. Ne bekliyoruz sınavın baskısını azaltarak? Sınav amaç haline gelmeyecek araç olacak. Bunun için zamana ihtiyacımız var. Çünkü ciddi parasal yatırıma ihtiyacımız var” şeklindeki açıklamasından yaptığım bu alıntı; belirtilen soruna bir çözüm dile getiriyor izlenimi uyandırsa da esas itibariyle çözümden ziyade bir temenniyi dile getiriyor.
4- Her öğrenci üniversitedeki gibi kendi istediği dersleri seçebilecek deniliyor. Seçimlik bir havuz oluşturulmuş. Ancak burada da gerçekçi olmak gerekiyor. Kitlesel bir eğitim sisteminden bahsediyoruz. Kadro sıkıntısı, müfredat sıkıntısı, fiziksel mekân sıkıntısı, teknik donanım, araç-gereç sıkıntısı vs. gibi pek çok parametre ders seçimini etkiliyor. Yani bir öğrencinin ders seçmesi kendi başına bir anlam ifade etmiyor, o dersin açılması için belirli sayıda öğrencinin o dersi seçmesi gerekiyor. O da yetmiyor seçilen dersi verebilecek öğretmenin olması gerekiyor. O da yetmiyor, derse uygun ortam, araç-gereç vs. gerekiyor.