Düşünme geleneği, ‘tasarım-üretim’ döngüsü ve Türkiye

ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, bir hafta önce yaptığı açıklamada, Çin’in artık yalnızca “dünyanın fabrikası” olmaktan çıktığını, “üretici” kimliğini aşıp tasarımcı ve teknoloji geliştirici bir aktöre dönüştüğünü söyledi ve Batı’nın, özellikle ABD’nin bu değişimi “zamanında fark edemediğini ve yanlış okuduğunu” kabul etti.

Bu açıklama, Batı'nın sadece “tasarlayan, bilimsel ve teknolojik ilerlemeye yön veren” olma ayrıcalığının sarsıldığını, “zihinsel ve entellektüel üretim tekelinin” artık sorgulandığını gösteren önemli bir itiraftı.

Ardından, Trump’ın açıklamalarıyla birlikte “ithal mallara gümrük vergisi” uygulaması adeta bir panik refleksiyle devreye sokuldu. Her ne kadar ilk bakışta ülkenin rekor düzeye ulaşan dış ticaret açığını kapatma amacını taşıyor olarak görünse de; bu adım, ABD’nin üretimden tamamen koparak yalnızca tasarım yapan bir ülke hâline gelmesinin getirdiği kırılganlığı fark etmesiyle; “ucuz dış üretimi caydırma, yerli üretimi canlandırma” ve “ülkeyi yalnızca tasarlayan değil, aynı zamanda yeniden üreten bir yapıya dönüştürme” çabası olarak okunmalıdır.

***
İnsanın zihni ile emeği arasında, fonksiyonel yönden bütünleşik bir yapı; ikisinin beceri ve performans düzeylerini sürdürebilmeleri açısından varoluşsal bir bağımlılık ilişkisi var. Bu bağlamda, zihin ve emek birbirini besler, biri olmadan diğeri körelir.

Konuyu toplumsal ölçeğe taşıdığımızda, ülkelerin kollektif zekalarının ve bunun yansıması olarak entellektüel beceri ve değer üretme kapasitelerinin işlerliğini sürdürmesi ve gelişmesi için; zihinsel faaliyetleriyle elde ettikleri çıktıların, potansiyel bir değer olarak kalmayıp kinetik bir evreye geçirilmesine, somut varlıklara ve eserlere dönüştürülmesine ihtiyaç vardır. Geliştirilen fikirlerin ve tasarımların hayata geçirilmesi, yani üretime dönüşmesi, zihinsel performans düzeyinin korunması ve sürdürülmesi için zorunludur.

“Düşünülen” ile “düşünüleni hayata geçirme” arasındaki bu kopmaz ilişkinin, toplumların gelişmesi ve ilerlemesinde kritik bir rol oynadığını; iktisat tarihi literatüründe yer alan verilerden ve günümüz dünyasında ülkelerin, özellikle ABD ve Çin’in yakın dönemde yaşadıkları ekonomik büyüme ve gelişme süreçlerinden açıkça görebiliyoruz.

Bir ülkede düşünenler/tasarlayanlarla üretenlerin farklı bireyler, gruplar veya şirketler olması, bu bakımdan bir sorun değildir. Ancak bir ülkenin bütün olarak tek başına sadece tasarlamaya ya da sadece üretmeye odaklanması –diğerini ihmal etmesi– kaçınılmaz olarak bunların her birinde sahip olunan becerilerin zayıflamasına, körelmesine, gelişme ve ilerleme çizgilerinin sekteye uğramasına yol açar.

Gelin bu kurgumuzu ABD ve Çin özelinde irdeleyerek adım adım teorik düzeyden pratiğe indirelim:

Dünyadaki ülkelerin yakın dönemdeki gelişme çizgilerine ve mevcut durumlarına baktığımızda, “tasarlamak” ve “üretmek”yönünden 4’e ayrıldıklarını görüyoruz:

-Hem tasarlayanlar, hem üretenler
-Üretmeyip tasarlayanlar
-Tasarlamayıp üretenler
-Ne tasarlayanlar ne üretenler

Bir zamanlar;
-ABD ve sanayileşmiş Batı ülkeleri hem tasarlıyor, hem üretiyordu (20’inci yüzyılın sonlarına kadar)
-Çin ise ne tasarlıyordu, ne üretiyordu…(90’lara kadar)

90’larda;
-ABD ve Batılı ülkeler, tasarlamanın “akıllılık,” üretmenin “hamallık” olduğunu düşündüler ve üretimden vazgeçip sadece tasarlamaya ve tasarladıklarını Çin’de ürettirmeye başladılar. Sadece akıllarını kullanmanın getirisiyle refah ve bolluk içinde yaşamaya başladılar.
-Daha önce ne tasarlayan, ne üreten Çin; kendisine verilen “üretici” rolünü benimsedi ve hiç düşünmeden ve tasarlamadan sadece üretmeye başladı. Daha önce hiç üretmezken, bu defa üretmeye başlamanın sağladığı getiriyi kısa süre içinde fark etti.

Zamanla;
-Üretimden bütünüyle kopan ABD ve Batı, yavaş yavaş düşünmekten de vazgeçmeye ve tasarımdaki “tekel” konumunu kaybetmeye başladı.
-Vaktiyle hiç düşünüp tasarlamayan ve sadece üreten Çin, üretimde ilerledikçe ve sağladığı getiriler arttıkça, aynı zamanda düşünmeye ve tasarlamaya başladı.

Şimdilerde;
-ABD ve Batı ülkeleri, Çin’in düşünmeye ve tasarlamaya gerek duymadan “sadece üretim görevini yerine getireceği” düşüncesinde yanıldılar. Üretimden tamamen koptukça ve tasarlamanın sağladığı getiri kendilerini refah içinde yaşamaya alıştırdıkça, düşünmeye gerek duymamaya ve “tasarlama yetisini kaybetmeye” başladılar.
-Çin, “sadece üretmenin hamallık olduğunu” tam olarak fark etti; düşünmenin önemini kavradı ve tasarımda ciddi ilerlemeler kaydetti. Bir çok alanda üstünlüğü ele geçirmeye başladı.

Döngünün temel diyalektiği:

-Üretmekten vazgeçip sadece düşünenlerin ve tasarlayanların, üretme becerileri köreldikçe, önce “düşünmeye gerek duymazlar” sonra “tasarlamayı unuturlar.”
-Hiç düşünmeyip sadece üretenlerin, üretme becerileri geliştikçe, düşünme melekeleri de gelişmeye başlar, sonra tasarlamayı öğrenirler ve giderek geliştirirler

“Ne tasarlayanlar ne de üretenler” mi?

-Doğal kaynakları olduğu sürece tasarlamaya ve üretmeye gerek duymadan rahatça hayatlarını sürdürürler. Doğal kaynakları azaldığında ve bittiğinde çok şey kaybederler ve hüsrana uğrarlar.
-Hiç bir kaynakları olmayanlar ise, başlangıçtan beri “kaybetmiş” oldukları için durumları değişmez. Ne bir şey kazanırlar ne bir şey kaybederler.

***
Bize gelince, hangi kategoride yer aldığımız ve hangi aşamada olduğumuz üzerinde ciddiyetle düşünmemiz gerekiyor.

Geçmişte yerleşik düzene dayalı toplumsal yapılar ve dikkate değer uygarlık örnekleri barındıran devletler kurmakla birlikte, Türklerin “düşünme, tasarlama ve üretim” döngüsüne ilişkin tarihi tecrübesi; ağırlıklı olarak “göçebelik,” “savaş kültürü” ve “hayvancılığa” dayalı bir hayat tarzı çerçevesinde şekillenmiştir.

Bir zamanlar Harezmi, Cezeri, Farabi, İbni Sina, İbni Haldun, Biruni gibi büyük isimleri yetiştiren ve bunların eserleriyle Batıya ilham veren Türk-İslam kültür ve uygarlık havzası; günümüze kadar süren uzun bir kısırlaşma ve çoraklık dönemi yaşadı. Hatta en uzun siyasi ve askeri yönetim aşamasını oluşturan Osmanlı imparatorluğu döneminde, Ali Kuşçu,Takiyüddin ve Katip Çelebi gibi bir kaç kişinin çalışmaları dışında, geçmişten devralması gereken düşünce ve bilim mirasıyla olan bağlarını neredeyse bütünüyle kopardı.

Türk toplumu olarak, 20’inci yüzyıla kadar ulaşan bu süreç içinde, taşıdığımız sosyal ve kültürel miras nedeniyle; hayvancılık ve kısmen tarımsal faaliyetler dışında, genel olarak piyasa taleplerine yönelik ekonomik değerler üretme ve dolayısıyla düşünme ihtiyacı duymadığımız için, “tasarlama” gereği duymadık ve “tasarlama becerisi” geliştiremedik.

Yeni Çağ ve Yakın Çağ boyunca, ne sosyal ve ekonomik değişim dinamiklerini kavrayabildik, ne teknolojideki yeniliklere ve değişim gereklerine ayak uydurabildik. Ne keşifler yapabildik, ne kentleri ve ticareti geliştirebildik.

Askeri ve siyasi üstünlüğün toprağa bağlı olmaktan çıkmasını sağlayan değişim dinamiklerine ayak uyduramadığımız için pek çok alanda geri kaldık. “Düşünme, tasarlama ve üretim” döngüsünü sağlayan ve geliştiren şartları, sistem altyapısını ve etkileşim çevresini oluşturamadık. Sonuçta, “üretmemeyi” ve “üretememeyi” adeta bir “kader” olarak benimseyen bir toplum olduk.

Bugün Türkiye, “düşünmeden ve tasarlamadan üretmeye çalışan,” zaman zaman tasarlamaya girişen; ancak özgün tasarım becerisinin gerektirdiği sistem altyapısını, bilimsel ve teknolojik gelişme düzeyini, ehliyet ve liyakat sistemini kuramadığı için çabaları sonuç vermeyen bir geçiş aşamasındadır.

-Bazı tasarım ve üretim alanlarında (savunma sanayii, yerli otomobil, İHA/SİHA) çok olumlu adımlar atılıyor.
-Ancak eğitim sistemimiz, temel bilimleri geliştirmek, düşünmeyi ve eleştirel zekâyı teşvik etmek yerine halâ ezberciliği dayatıyor.
-Özgün düşünceyi, tasarım becerisini ve yetkinliğini geliştirmek, üretimin temeli ve zihinsel boyutudur. Temel olmadan sağlam bir yapı kurulamayacağı gerçeğini genellikle gözardı ediyoruz.

Türkiye bu döngünün “üretmeye çalışan, ama “düşünce altyapısı eksik” bir noktasında bulunuyor ve son zamanlarda kabuğunu kırma ve içinde bulunduğu ataletten çıkma çabası gösteriyor. Ne “sadece üretici” ne de “sadece tasarımcı…” Arada bir noktada, “zihniyet reformuna” ve “bilimsel birikim destekli esaslı bir sıçramaya” ihtiyaç duyan bir aşamada…

YORUMLAR (21)
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
21 Yorum
  • Fbilen / 07 Nisan 2025 11:19

    Harika özet sunmuşsunuz teşekkürler hocam. Bizim insanımız dinamik, enerjik ve zeki. Ama liyakat adına elek sistemimiz tersine çalışıyor. Bu nedenle göçebelikten bir türlü kurumsallığa geçemedik. Önce biat, hikmet kültürü yaşarken sonra da yalaka kültürüne geçiş yaptık. En büyük hatayı da 28 şubatta meslek liselerinin önünün kapatılmasıyla yaptık. İşlerimizde dengesiz bir hoşgörü bizi laçkalığa itti, kusurları örte örte; iyileri de gereksiz yere alkışlaya alkışlaya bugünlere kadar geldik.

    Yanıtla (2) (0)
  • Takipci / 04 Nisan 2025 10:11

    (Devamla) ...Turkiye Bati Dunyasini ornek alarak yonetimde LAIKLIK uygulamasini baslatti, yetersiz kaynaklarina ragmen yetismis insan gucu ve Uretim alaninda butun Musluman ulkelerin onune gecmisti. Gecmisti diyorum, zira son zamanlarda tam bir cokus yasiyoruz, Konusunda iyi yetismis UZMAN kisiler kaciyor, Bati Dunyasi onlari havada kapiyor...

    Yanıtla (4) (0)
  • Beyan / 04 Nisan 2025 22:28

    Değindiğiniz konu, doğrudan doğruya “ehliyet ve liyakat” sisteminin yokluğuyla bağlantılı..

    Yanıtla (0) (0)
  • arif / 04 Nisan 2025 18:11

    yerinde ve guzel analizler yeni kusaklar gocebe genetigini kirip savasci genetigini buyurduguniz alanlarda gosterebilecek mi

    Yanıtla (2) (0)
  • arif / 04 Nisan 2025 18:07

    guzel ve yerinde analizler genc kusak bu kabugu kirabilecekmi veya savasci genetigini diger alanlardada gerceklestirebilecek mi

    Yanıtla (1) (0)
  • karar okuru / 04 Nisan 2025 15:12

    Gelişme ilerleme, kalkınma top yekun olursa bir anlamı olabilir. laboratuvarlar kurup, insanları hapsedip bir şeyler yapmakta mümkün K. Kore gibi. öncelikle mücize ve keramet peşinde koşmaktan vazgeçmek lazım. özgür akıl olmadan hiç bir şey olmaz.

    Yanıtla (3) (0)
  • Abdullah Özbek / 04 Nisan 2025 11:56

    Sayın SARAN,
    Diğer yorumcular gibi ben de teşhislerinizi isabetli buluyorum. Teşekkürler. Elinize ve gönlünüze sağlık.
    Yalnız bir kaç sorum olacak...
    -Bütün yetkiler size verilse, ilk olarak nereden ve nasıl başlarsınız?
    -ilerleyen zaman içinde, kendinizi ve çevrenizi bozulmaktan nasıl koruyacaksınız?
    -Hedeflerinize ulaşma yolunda karşınıza çıkacak muhtemel engeller karşısında, sebep-sonuç ilişkilerini hesap ederek ne gibi tedbirler alacaksınız?
    Selam ve saygılar...

    Yanıtla (3) (0)
  • Ömer Ağa / 04 Nisan 2025 11:23

    Her gün bıkmadan usanmadan siyaset yazan, siyaset dışında yazdığı her konuyu da döndürüp dolaştırıp siyasete getiren diğer karar yazarlarının da okuması gereken ibretlik bir tespit yazısı. Siyası kaygılarla var olanı da "perdelemeye" çalışmamış. Bravo, takiptiyiz...

    Yanıtla (1) (0)
  • Nureddin şirin / 04 Nisan 2025 10:36

    Ben saat tamir ve satışı ile uğraşıyorum. 40 sene önce belki 50 sene önce alanların Peter marka masa saatleri vardı. Birde meşhur tavuklu saatler vardı Çin malı kaliteyi karşılaşırsan Çin malı daha kaliteli ve Peter ler tek model gen Çin masa saatleri belki yüzler çe çeşit daha o zaman tasarıma başlamış ve üretmişler di. Elli sene öncesi bayağı üretim yapıyorlardı. Çin malını kötü diyorlar kötü olan ithalatçılardır. Adamlar çok kaliteli üretim yapıyor mesele müşterinin istediği kalite.

    Yanıtla (1) (0)
  • Takipci / 04 Nisan 2025 10:06

    Once TAKDIR: Mukemmel bir yorum/analiz, tek kelime ile Tesekkuru hakediyor.
    Sonra ELESTIRI: (“düşünme, tasarlama ve üretim” döngüsüne ilişkin) bu baglamda sn yazar sadece Turkleri ornek olarak gostermis, Orta Dogu Cografyasini ve Sosyolojisini anmamis. Halbuki sadece Turkiyede Turkler geri kalmislik zincirini kirmak icin URETIM-MESLEK-Modern EGITIM konusunda digerlerinden pozitif

    Yanıtla (3) (0)
  • Dr / 04 Nisan 2025 10:04

    50 yıl önce Japonyanın üretim macerası Çin ile birebir aynı. Önce kopyalamayla başladılar. Sonra kopyaladıkları ürünleri iyileştirdi ve geliştirdiler. İşi öğrendiler. Sonra daha iyisini yapmak için kendi tasarımlarını oluşturdular. Ucuz ve kaliteli üretimle dünya pazarlarında söz sahibi oldular.
    Dünyanın birçok global markalarının uzun yıllardan beri Çinde üretim tesisleri var. Bunlar da teknoloji transferi konusunda bir okul gibi çok sayıda kalifiye eleman yetiştirdi.

    Yanıtla (3) (1)
  • Müjdat Bayar / 04 Nisan 2025 07:32

    İyi ki okudum, diyebileceğim bir yazıydı.

    Yanıtla (3) (0)
  • Osman Öztürk / 04 Nisan 2025 07:17

    Prof İskender Öksüz hocanın niçin geri kaldık adlı eseri de bu anlamda bizlere yol gösterici mahiyette. Bu makale ise çok kısa bir özet olmakla birlikte çok şeyi anlatıyor. Kaleminize ve yüreğinize sağlık sayın Saran.

    Yanıtla (5) (0)
  • Muhriç / 04 Nisan 2025 07:15

    2012 yılında New York'ta ünlü Amerikan markalarının satış mağazalarında satılan ürünlerin nerede ise tamamının Çin'de yapılmış olduğunu gördüğümde; "Amerikalılar kendi ayaklarına sıkıyorlar, bunun sonunda büyük sıkıntı yaşayacaklar" demiştim. Artık Çin'in bugünkü tasarım ve üretim gücü ile baş etmeleri mümkün değil. Gümrük duvarları filan artık yetmeyecek. Şu an nerede ise tüm dünya, Çin Malları ile ilgili yüksek gümrük vergileri uyguluyor. Sonuç? Devir, tasarlayıp üretebilenlerin devri.

    Yanıtla (2) (0)
  • Mustafa Yıldız / 04 Nisan 2025 06:08

    teşekkürler, çok doğru tespitler

    Yanıtla (2) (0)
  • Okur / 04 Nisan 2025 05:56

    Eğitimimiz o kadar kötü ki , sanıyorum pek çok insanımızı 5000 yıl önce yaşamış insanla sınava tabi tutsak hayat sınavını kaybeder. Mensubu olduğumuz dini anlayış hayatlarımızı geliştirmeye yetmiyor, motive etmediği gibi düşman belledikleri il e didişmeye yöneltiyor. Müslüman ülkeler çocuk doğurup batıya kalitelilerini göndermek görevi yürütüyorlar.

    Yanıtla (5) (0)
  • Nevzat B / 04 Nisan 2025 05:54

    Eğitim, özgürlük, düşünce, üretim ve refah arasındaki ilişkiyi çok sade, özgün ve akıcı bir şekilde ifade eden sayın U. SARAN’a tüm kalbimle karılıyorum. Özellikle bu topraklardaki tasarım ve üretim arasındaki ilişkinin son 5-6 yüzyıllık değerlendirmesi son derece önemli. Elinize sağlık

    Yanıtla (4) (0)
  • Okur / 04 Nisan 2025 02:08

    Özgür düşüncenin olmadigi yerde özgünlük aranmaz.en fazla taklit edersin.

    Yanıtla (9) (0)
  • Karar Okuru / 04 Nisan 2025 01:06

    Bu yazıyı PİSA sonuçları bazında değerlendirdiğinizde kimin ne yaptığı, yapabileceği açık açık ortay çıkıyor. Son Pisa değerlendirmesinde Çin her alanda açık ara birinci. Eğitim şart. Şark kafası, hamaset, ali cengiz oyunları, ululaştırılmış ve hesap vermeyen politikacılarla hiç bir yere varamayız.

    Yanıtla (11) (0)