Soğuk bir ülkeden çok sıcak bir roman...
Lisa Ridzén’in romanını okurken, aklıma hep Ingmar Bergman’ın filmleri geldi, büyük üstâd hayatta olsaydı ‘Turnalar Güneye Uçarken’i asla ıskalamazdı, çünkü Ridzén’in hikâyesinde Bergman Sineması’nın bütün yapı taşları var. Ridzén’in romanı buz kadar soğuk bir ülkeden geliyor, ancak sayfaları devirdikçe içiniz ısınıyor. Yaşlılığa dâir bugüne kadar okuduğum en mükemmel romanlardan biri. Timaş Yayınları’nı kutlarım, kitabın bu yılın en büyük çeviri romanlarından biri olacağından eminim.
Bir süre önce elli beş yıldır yaşadığım Suâdiye mahallinden Tuzla’ya taşındım, nakliye şirketi İstanbul’un kar fırtınasına teslim olduğu günün sabahında saat 08.06’da Avşar Sokak’ta işe başladı, gece 22.16’da Emsal Sokak’ta bitirdi. Asıl sorun elbette sonrasındaydı, internet nakil işlemleri hayli uzadığından, tam on yedi gün, yazı da yazamadım. Altı yüz koli kitap ise hemen açılamıyor, günler sürüyor, bir ay oldu, daha kolileri açıp kitapları yığmam tamamlanmadı, bir de onların yeniden tasnifi var ki, şimdilik acele edip de iki ayağımı bir pabuça sokmuyorum.
Taşınmadan önce Lisa Ridzén’in Timaş Yayınları’ndan çıkan ‘Turnalar Güneye Uçarken’ isimli romanıyla, Elif Uzunağaç’ın editörlüğünde VakıfBank Kültür Yayınları’ndan çıkan ‘Kırımlı Önderler’ isimli tarih kitabını sırt çantama koymuştum, Tuzla-Suâdiye ve Suâdiye-Tuzla arasında günlerce gidip geldiğimden, onları tamamiyle trende okudum dersem yalan olmaz. Çantama iki de dergi koymuştum, Sözcükler’in ve Şiraze’nin son sayılarını, Söğüt’ün ‘Haşim’ sayısını ise henüz göremedim.
Lisa Ridzén’in romanını okurken, aklıma hep Ingmar Bergman’ın filmleri geldi, büyük üstâd hayatta olsaydı ‘Turnalar Güneye Uçarken’i asla ıskalamazdı, çünkü Ridzén’in hikâyesinde Bergman Sineması’nın bütün yapı taşları var. Ridzén’in romanı buz kadar soğuk bir ülkeden geliyor, ancak sayfaları devirdikçe içiniz ısınıyor. Yaşlılığa dâir bugüne kadar okuduğum en mükemmel romanlardan biri, bakın güzel demiyorum, mükemmel diyorum, ikisi farklı şeyler. Yaşlılık, yazarın da romanın bir yerinde belirttiği gibi, aradığın kelimelerin birdenbire kaybolması ve onları bir daha bulamamak değil mi, Bo da son günlerinde, geride kalanlara vedâ etmeden önce, alzaymır hastası olan eşi Fredrika’nın ve oğlu Hans’ın yaşamındaki sebeb-i vücûdlarını arıyor, ama her defasında bilhassa Hans’ta bir acımasızlık duvarına çarpıp, yaralanıyor. Bir köpeği Sixten var yanında, cân hırâş bir ses, onu hiç yalnız bırakmayan. ‘Turnalar Güneye Uçarken’in bu yılın en büyük çeviri romanlarından biri olacağından eminim, romanı İsveççe aslından dilimize kazandıran Yonca Mete Soy’u da Timaş Yayınlarını’nı da kutlarım, harika bir iş çıkarmışlar.
BU İKİ DERGİYİ ISKALAMAYIN
Sözcükler dergisinin son sayısında Cevat Çapan’ın ‘1961 Mavi Yolculuğu’ çok önemli bir tanıklığın belgesi, büyük keyifle okudum. Oğuz Demiralp’in ‘Spartaküs, Hitler ve Stalin’e Karşı’ başlıklı yazısı, kanımca 20’nci yüzyılın en önemli birkaç müverreninden biri olan Arthur Koestler’e dâir çok hoş bir yazı. Koestler tıpkı Malraux gibi benim favori yazarlarımdan ve fikir adamlarımdandır. Ahmet Zeki Pamuk anımsayacaktır, ‘80 öncesinde Süleymaniye’de pek çok arkadaşı onları okuması için teşvik etmiştim, ikisini bir Ahmet Zeki bir de Tuğrul Cılanbol severlerdi, sahi Paul Nizan’ı kaç kişi okumuştu? Tahir Abacı’nın ‘İkinci Yeni’yi Kim Kurdu?’ başlıklı yazısı da ilgi çekecektir. Şiraze’nin son sayısı ‘Sadeleştirme mi, Sahteleştirme mi?’ başlığı altında çok önemli bir dosya yapmış. Biliyorsunuz, ‘sadeleştirme’ denen rezâlete hep karşı çıktım, bunun en berbât örnekleriniyse maalesef Refik Halid’in ve Hüseyin Rahmi’nin kitaplarında yaşadık. Bu yüzden Aslıhan Karay Özdaş’ın soruşturmaya verdiği yanıtı çok değerli buldum. Aslıhan Karay’ı tanımam, Refik Halid’in üçüncü kuşak vârisiymiş, ‘Bizlerden önce, hem yayınevi hem de aile büyüklerimiz, Refik Halid’in eserlerini daha geniş kitlelere ulaştırmak amacıyla bir süre sadeleştirme yapılmasına karar vermişler’ diyor, benim köpürdüğüm de işte o metinlerdi, peşindese, ‘Refik Halid’in özgün dili ve edebî üslûbunu, yazar kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak görüyoruz, bu yüzden de külliyatını onun sağlığında yayınladığı hâlleriyle yayınlama kararı aldık’ açıklamasını yapıyor. Ben de Aslıhan Karay’a kocaman bir teşekkür. Soruşturmadaki en ilginç yanıt ise, Ayşe Kulin’inki, yeniden yeniden okuyup, düşünmeli...















Hocam 100 koli ile ugraşma..bende 100 bin pdf kitap var, gönderebilirim.
Yanıtla (3) (0)Siyaset ve spor (özellikle futbol) konusunda yazanlar,bağıranlar çok fazla. Kültür, edebiyat ve sanat konusunda yazanlar nadir. Geri kalmışlığın bir özelliği olsa gerek. Siz, sayın yazar, yazılarınıza devam edin lütfen. Bize edebiyat konusunda yardımcı oluyorsunuz. Teşekkürler.
Yanıtla (4) (0)Vatandaşı olduğum ülkede (ülke ismi vermek istemiyorum) , işçi tatili sadece 1 gün. İnsanların sosyal ve kültürel faaliyetlere fazla vakti yok. Keşke İsveç vatandaşı olsaydım. Ne yazık ki geri kalmış, cahil , otoriter bir sömürü devletinin vatandaşıyım.
Yanıtla (3) (1)