Bin cihana değişmem öksüz Türklüğümü!

7 Ocak Dr. Sadık Ahmet’in doğum günü. Yıkılan bir imparatorluğun geride kalan bir bakiyesi olarak yok sayılmak istenen ama isteseler de yok edilemeyen bir yadigârın, Türklüğün temsilcilerinden birisi idi kendisi. Hayatını Batı Trakya Türklüğü ve Müslümanlarının varlığını kabul ettirmeye adadı ve bu uğurda ağır bedeller ödedi. Aramızdan şüpheli bir kaza sonucu ayrılışının üzerinden neredeyse 20 yıl geçse de hâlâ gönüllerde yaşıyor.

Dr. Sadık Ahmet’in hikayesi aslında bize çok şeyler anlatıyor. “Türk’üm” dediği için mahkeme mahkeme dolaştırılıp, hapis cezalarına çarptırılırken, o hasımlarına anadilini ve benliğini savunmak adına “Bin cihana değişmem şu öksüz Türklüğümü!” diyerek haykırmış ve aslında modernitenin dayattığı düzene de evrensel bir itiraz getirmişti. Tabii ki anlamak isteyenlere…

Yunanistan, Bulgaristan ve pek çok ülke kendi sınırları içinde kalan azınlıkları yüzlerce yıllık birlikteliğin hatırını hiçe sayarak yok etmeye çalışırken başarılı olamadıklarını görmek gerçekten sevindirici. Bugün onca yaşananlara rağmen, “Bulgaristan Bulgarlarındır” mottosunun aşılıp bir huzur birlikteliği sağlanabilmiş olması da gerçekten ümit verici. Yunanistan belki hala ayak sürüyor ama başarısızlıklarının en büyük örneği Dr. Sadık Ahmet ve onun onurlu mücadelesi.

Buradan konuyu biraz tarihe ve reddetmekle insanlığın ve bizlerin büyük bir hata yaptığı bir mirasa getirmek istiyorum.

***

Asırlar önce en Doğu’da Qin (Çin) ve en Batı’da Roma’nın doğuşu dünyaya yeni bir nizam vermişti. İkisi arasında uzanan topraklardaki bozkır konfederasyonları, Pers-Sasani imparatorlukları da benzer bir çizgi takip etti. İmparatorluk denilince bizde hemen itirazlar yükselir. Kemalistler reddi miras yaptıkları için imparatorluğun İ’sini bile duymak istemezken bir kesim de Osmanlıya imparatorluk denmesine şiddetle karşıdır. Hâlbuki Osmanlı klasik dönem imparatorluklarının belki de son örneği idi.

screenshot-3.jpg

Bu tepkide genelde emperyalizm kelimesine duyulan antipati ve Avrupa’nın dünyaya egemen olma sürecinde ortaya koyduğu vahşi kolonyalist faaliyetleri fazlası ile etkili. Gerçi, Batı çok erken dönemde Roma mirasını reddetmişti ama gücü çeperini etkilemekten uzaktı. Önce Hristiyan düşmanlığı ardından Hristiyan egemenliği Roma’yı farklılıkları ezen bir yapıya dönüştürdü ve Batı Katolik ve Ortodoks dünya olarak ikiye bölündü. Sonrası malum, Reform Hareketleri ile de kan gövdeyi götürdü ama dile dokunmak sonrasının hikayesi.

Halbuki bir imparatorluk çatısı altında akla hayale gelmeyecek her türlü farklılığa yer açabilirdi ve açıyordu da. Roma Panteonunda Yahudilerin Yahve’sine bile yer verilmişti. Klasik imparatorlukların hemen hiçbiri vergisini düzenli verdiği ve iktidara ortak olmak istemedikleri sürece toplumun hangi dinden, hangi etnisiteden olduğu ile ilgilenmezdi. Elbette sınıfsal ayrımlar vardı ama bu ayrımlar etnisiteden farklı temellere dayanıyor ve din kısmen etki ediyordu.

Dünün dünyası çok dilli, çok kültürlü idi ve dil konuşup, anlaşabilmek için bir araçtı.

Latince, Arapça ve bazı dillerin dinsel ayinlerde kullanılması onlara göreceli bir üstünlük sağlasa da hiçbir dil baskılanmazdı. Sınırları aşan diller (Arapça, Farsça, Fransızca, Türkçe vb.) bugünün İngilizcesi gibi ortak bir payda oluştururdu.

Hükümdarların da bürokrasinin de çok dilli olması sıradan bir durumdu. Fatih’in birden çok dili çok iyi derece de bildiğini biliyoruz. Kendisinden öncekiler ve sonrakiler de onun kadar olmasa da biliyorlardı.

İşin rengi Fransız İhtilali sürecinde milliyetçiliğin adım adım önce Avrupa’yı arkasından dünyayı etkilemesi ile değişti. Ulus devletlerin yükselişi çok dilli, etnisiteli dünyalar için bir kıyametti.

Avrupa’nın bir ucundan diğerine hemen her üç kişiden birinin anadili Fransızca iken ihtilal savaşları sonucu Fransızca Fransa ve çeperine sıkıştı. Sınırlar gibi milli diller de yeniden inşa edildi ve azınlıklar ya yok edildi ya da asimile edilmeye çalışıldı. İtalya örneğinde olduğu gibi İtalyanca konuşanlar azınlıkta iken uluslaşma sürecinde (30-40 yıl içinde) halkın tamamına yakını İtalyanca konuşmak zorunda bırakıldı. Bu yeni düzen klasik imparatorlukların sonu demekti. Çok uluslu-etnisiteli imparatorluklar (Osmanlılar, Hasburglar, Romanoflar) hızla dağıldı. Bu süreçte en büyük acıyı da bu imparatorlukların geride bıraktığı bakiyeler çekti.

Edirne’den öte binlerce soydaşımız ve dindaşımız kaldı. Milliyetçilik Çağının en acı hikayeleri de bu topraklarda yazıldı ve bize de bu devrin silinmez izleri kaldı.

Vatan kaybetmenin –Osmanlı aslında bir Balkan devletidir- verdiği acı ile biz de farklılıkları hep bir tehdit olarak gördük. Hala bir türlü açılamayan açılımlarla boğuşuyor, ulusçuluk çağının arkaik fikirleri ile meselelerimizi anlamaya ve çözmeye kalkıyoruz.

Dr. Sadık Ahmet barışçı yollarla, sivil itaatsizlikle -o çok eleştirdiğimiz- Avrupa Birliği’nin ürettiği değerlerle öksüz Türklüğünü savunmuştu. Bizler bugün Suriye’deki yeni düzene örnek olacak, sorunlarımızı çözecek isek geçmiş mirasımıza sahip çıkmamız ve güzel örneklerle medeniyetimizi yeniden harmanlamamız lazım.

Dr. Sadık Ahmet’e verebileceğimiz en güzel dua da sanırım kimseyi doğuştan getirdiği özellikler nedeniyle öksüz hissettirmemek olabilir, vesselam.

YORUMLAR (22)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
22 Yorum