Sızlayan bir vicdanın çığlıkları
4 Şubat 1906'da Breslau'da (bugünkü Wroclaw, Polonya) doğup, 9 Nisan 1945'te, Flossenbürg toplama kampında Naziler tarafından asılarak öldürülen Dietrich Bonhoeffer, 20. yüzyılın en önemli teologlarından biri olarak kabul ediliyor.
Bonhoeffer sadece derin teolojik düşünceleriyle değil, aynı zamanda Nazi Almanya’sına karşı gösterdiği cesur direnişiyle de tarihe geçmiş önemli bir figür.
Lutheryan bir ailede büyüyen Bonhoeffer, sekiz yaşında piyano çalmayı öğrenmiş, on bir yaşında Filarmoni Orkestrası'nda çalınan şarkılar bestelemiş, on dört yaşında teoloji okumaya karar vermiş.
Kiliseyi kendi ideolojisine alet etmek isteyen Hitler’le mücadele etmeyi seçen Bonhoeffer, Nazi rejimine karşı Alman Protestan direnişinin odağı olan Bekennende Kirche hareketinin sözcülüğünü üstlenmiş.
Bonhoeffer, İncil'e sadık kalmaya çalışan bir Hıristiyan olarak Yahudilere yapılan zulmü açıktan kınayınca Hitler'e karşı suikast girişiminde bulunan bir grupla irtibatlandırılıp 1943 yılında tutuklanarak Flossenbürg toplama kampına gönderilmiş. Ve bulunduğu kampın Nazilerin elinden kurtarılmasından sadece iki hafta önce asılarak idam edilmiş.
Bonhoeffer’in o sırada yazdığı yazılar toplanarak “Hapishaneden Notlar ve Belgeler” ismiyle bir kitap haline getirilmiş. Bu kitabın hemen girişinde yer alan “On Yılın Ardından: 1943 yılının başında bir hesaplaşma” başlıklı yazısından bazı pasajları paylaşmak istiyorum.
Kötülüğün büyük maskesi tüm etik kavramlarımıza zarar vermiştir. Kötülüğün, aydınlık, hayırseverlik, tarihsel gereklilik ya da sosyal adalet kılığına bürünmesi, geleneksel etik kavramlarımızla yetişen herkes için oldukça şaşırtıcıdır; hayatını İncil'e dayandıran bir Hıristiyan için ise bu durum sadece kötülüğün temellerindeki şeytaniliği teyit etmektedir.
‘Makul’ insanların başarısızlığı ortadadır. En iyi niyetlerle, naif ve gerçekçilikten uzak bir kafayla, biraz mantıklı hareket ederek yerinden çıkmış olan çerçeveyi tekrar yerine oturtabileceklerini sanıyorlar. Vizyonsuzlukları nedeniyle tüm taraflara adalet sağlamak istiyorlar ve böylece çatışan güçler onları hiçbir şey elde edemeden yıpratıyor. Dünyanın mantıksızlığı karşısında hayal kırıklığına uğradıklarında, kendilerini etkisizliğe mahkum edilmiş olarak görüyorlar; pes edip kenara çekiliyor ya da daha güçlü olan tarafa yenilmiş oluyorlar.
Ahlaki fanatizmin tamamen çöküşü ise daha da acıklı. Fanatikler, mutlak sandıkları ilkelerin onlara kötülüğün güçleriyle savaşmak için yeterli donanımı sağladığını düşünüyorlar; ama tıpkı bir boğa gibi kırmızı pelerini tutan kişiye değil de pelerine doğru koşuyor, kendilerini tüketiyor ve yeniliyorlar. Gereksiz şeylere takılıyor ve daha zeki insanların kurduğu tuzağa düşüyorlar.
Bir de karar vermesi gereken durumların ortaya çıkaracağı ağır faturalara karşı tek başına savaş veren vicdan sahibi adamlar var. Kendi vicdanları dışında hiçbir yerden tavsiye ya da destek almadan seçim yapmak zorunda kaldıkları çatışmaların devasa boyutları ile yüzleşmek onları paramparça ediyor. Kötülük onlara o kadar saygıdeğer ve baştan çıkarıcı bir kılıkta yaklaşıyor ki, vicdanları gergin ve kararsız hale geliyor, ta ki sonunda artık umutsuzluğa kapılmamak için kendi vicdanlarına yalan söyleyerek, “temiz bir vicdan” yerine “yatıştırılmış bir vicdanla” yetinmek zorunda kalıncaya kadar. Çünkü tek dayanağı vicdanı olan insan, sızlayan bir vicdanın, kandırılmış bir vicdandan daha güçlü ve sağlıklı olabileceğini hiçbir zaman fark edemez.
Belki anlaması biraz zor paragraflar bunlar ama dikkatlice okunduğunda, etrafında büyüyen kötülüğü çaresizce izleyen vicdan sahibi bir adamın çığlıkları işitiliyor.
Bonhoeffer, Hitler ve şürekasına aktif şekilde yahut sessiz kalmak suretiyle destek veren Almanların bu tuzağa nasıl düştüklerini izah etmeye çalışıyor. Dürüst, çalışkan, akıllı insanların, yaptıklarının yanlış ve ahlak dışı olduğunu bile bile nasıl olup da şeytanın peşine düşebildiklerini araştırıyor. Bu hapishane mektupları bize, kötülüğe karşı direnişin sadece siyasi bir mücadele değil, aynı zamanda derin bir ahlaki ve manevi yolculuk olduğunu anlatıyor.